1998 Kasetleri

Ne seneydi ama!

Yani bir kaset satın alıcısı (cassette buyer) için!

O yıllarda çok iyi bir kaset satın alıcısıydım. Fakir olmama rağmen elime geçen parayla kıyafet değil gider kaset satın alırdım. Her hafta rutin bir şekilde Ankara Karanfil Sokak’taki Ada Müzik’e gider yeni kaset olarak ne çıktığına bakardım. Dışarıdaki stantta satılan eski ve ucuz kasetleri de alırdım. Ayrıca onun hemen yanında yer alan Dost Kitapevi’nin Türk sineması rafına da bakardım: Agah Özgüç’ün “Türk Filmleri Sözlüğü” çıkmış mı diye… Onun hikayesini yazmıştım.

Peki, bunu neden yapardım? Elbette o tarihe denk gelen ve manyakça peşinde olduğum hobim yüzünden. Ben bir hobi seks işçisiyim… Bunu da yazmıştım. Hayatımın her döneminde bir hobiye manyakça bağlı olmuşumdur. 2004 yılında sevgilim müziği aldatıp sinemayla evlendim. Hobi seks işçiliğine de aslında 1997’de başladım. Ondan önce katıksız bir sığır olarak yaşardım. 1997’de müziğe başladım. Yani halk müziğine… Bu, önemli. Halk müziğini, türküleri dinleyen, seven ve de benim gibi amatör olarak icra eden bir insanın başka müziklere o kadar bağlı olması pek mümkün olmuyor…

Bir yandan “Dılo Dılo Yaylalar” dinlerken aynı anda Penetragram, Ramştayn, Şostakoviç, “Benim Cam Kırıklarım Var”, “Azalırsa Yaaaamuur” falan dinleyemiyorsunuz. Bazı şeyler öyle baskındır ki yanında, yöresinde hiçbir şeye yaşam alanı tanımaz. Ben yine de bir Dılo Dılo Yaylalar’cı olarak epeyce geniş bir spektrumda müziklere yöneldim. İbrahim Kutluay, Demet Akalın’ı aldatana kadar Türk pop müziğini çok severdim örneğin… Zayıf bir rock ve klasik müzik dinleyiciliği dönemlerim oldu. Arabeski iyi bilirim ve ara ara tüketirim. Müziği teknik olarak bildiğim için aslında teknik olarak iyi olan her müziği zevkle dinleyebiliyorum. Fakat halk müziğini icra eden birisi başka bir müzikle fazlasıyla haşır neşir olamaz…

1997 yılında içime bağlama çalma “hırsı” düştü. O sene üniversiteye hazırlanmama rağmen gidip part time işe girdim ve bağlama kursuna kaydoldum. Kursa başladım. 97 Ekim’ine kadar bu şekilde gittim. Sonra Hacettepe’ye gitmeye başladım ve ilk gün halk müziği kulübüne kaydoldum. Orada bir koro vardı. Koroda eleman olarak görev yapmaya başladım. Ayrıca cumartesi sabahları da bağlama kursuna gidiyordum. Hoca, Okan Murat Öztürk’tü. Kendisi bana çok katkı sunmuştur. Ufkumu çok genişletmiştir. Muhtemelen beni hatırlamaz şu anda. İki sene boyunca kendisinden kurs aldık.

Bu sürede manyakça halk müziğine bağlı olmaya başladım. Her türlü konsere gittim. Her türlü tv programını izledim. Ve işte yazımızın konusu olan kasetlere bir servet değil de epeyce bir para gömdüm.

MP3 olayı başlayana kadar kaset üretimi çok iyiydi. Müzisyenler iki yıl bir kaset için çalışırlardı. Kasetten elde ettikleriyle geçinirlerdi. Kasetteki 10, 12 parçanın 6, 7 tanesi hit olmak zorundaydı. O yüzden MP3 karşı-devrimine kadar çok daha iyi bir müzikal üretim vardı. Teknolojinin çok iyi bir şey olduğunu düşünüyorum ama müzik üretim açısından sanki daha kötü oldu. Toplumun sığırlaşması da etkili olmuş olabilir, bilmiyorum. Çok düşünmedim bu konuyu. Bildiğim o yıllardaki müzik üretimi beni çok heyecanlandırıyordu.

1998 yılında yani üniversitede hazırlıktayken, hayatım boyunca (o dört, beş yıllık kaset satın alıcılığı dönemim boyunca) yaşadığım en iyi kaset satın alıcılığı dönemimi yaşadım.

Görseldeki dört kaset benim gündüzlerimi ve gecelerimi doldurdu. Bunları kaç milyon kere dinledim bilmiyorum. Şarkı aralarındaki boşlukları bile ezbere bilirim.

ÇIĞ TÜRKÜLER

Geçenlerde yazdım: Başbakan olsam Oğuz Aksaç ve Mustafa Özarslanı oval ofisime çağırır ve onlara tekrar Grup Çığ’ı kurmalarını aksi halde onları tutuklayacağımı söylerdim. Ayrı ayrı iki muhteşem ses bir araya geliyorlar ve grubu kuruyorlar. Eğer deneysel bir şey sizi rahatsız etmiyorsa o bir devrimdir. Çığ devrim yaptı. İlk kasetleri efsanedir. Hangi birine değinmeli ki… Muhteşem bir kasetti.

KARDEŞ TÜRKÜLER

O meşhur tezimi yani sanatçıların 20 yıllık ömürleri olduğu tezimi geçersiz kılan ender sanatçılardan biri de BGST’dir. Bu kasetin adı daha sonra grubun adı olmuştur. 2018’de çıkan son albümleri en az ilk kasetleri kadar iyi BGST’nin. Bu ilk albüm de o zamana kadar görmediğimiz bir müzikal gelişkinlikteydi. O yıllarda Türkçe dışındaki dillerde kaset çıkarılması da sorun olduğu için politik bir yanı da vardı. Bu müzik hem politikti hem de naif halk ezgileriydi. Teknik olarak çok çok üst düzeydeydi. Duygusal katılım diye şu anda uydurduğum şey de üst düzeydeydi.

GÜLÜN KOKUSU VARDI

Ayrı bir yazıyı hak eden bir kaset bu da. Bu kaseti ilk defa 1 Mayıs 1998 günü dinledim. Otobüsle Denizli’ye gidiyorduk. Üniversiteler arası halk müziği yarışmasına. Birileri Zara’nın kasetini çalıyordu teypte. Okan Murat cebinden bunu çıkardı ve şoföre verdi. Diğerleri eminim ilk zamanlarda yadırgadı. Ben ise normalde yola kilitlenmem gerekirken müziğe kilitlendim. Kaset bir kere döndü ve elbette çıktı teypten. Birkaç gün sonra gece Ankara’ya vardık. Saati kurdum ve yattım. Ertesi sabah 6.00’da “Halk Taşıtı” adı verilen ve ücretsiz olan “ekspres” adlı otobüsle Kızılay’a gittim ve Ada Müzik’in önüne çadır kurdum. Dükkan açılınca hemen kaseti aldım ve koşa koşa eve gittim. Her bir saniyesini sömürdüm. Böyle bir kasetti!

GÖÇ YOLLARI

1998’in son sürprizi de bu oldu. Yanılmıyorsam Göç Yolları 1 şeklinde çıkmıştı ama ikincisi gelmedi. Erol Parlak vasat bir sese sahiptir ama sazı çok iyi çalar. Halk müziği yorumcuları genelde böyledir zaten. Arif Sağ, Erdal Erzincan falan. Halk ozanları ise genelde sazı da kötü çalarlar. Neyse, zaten bu bir enstrümantal bir kaset. Bu kaseti bilen 1200 kişi falan vardır TR’de. Şelpe tekniğiyle, tek bağlamayla ve ritmlerde Arif Sağ ile tarih yazan bir kaset. Çok özel bir müzik. Meraklısı dışında dinleyenlerin yüzde 98’i kaseti sıkıcı bulur ama benim için adeta bir mücevherdir.

Ne yıldı! Yani kaset satın alıcılığı anlamında. Yoksa öbür türlü üniversite yıllarımı hiç özlemiyorum çünkü bir, sığır oğlu sığır gibi geçirdim üniversite yıllarımı.

Bu yazı müzik kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.