Aile efsanesi

Friedrich Engels’in “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı kitabında şöyle bir paragraf vardır: “Tek-eşlilik, önemli servetlerin bir elde -bir erkek elinde- toplanmasından, ve bu servetlerin, başka hiç kimseyle değil, bu adamın çocuklarına kalması isteğinden doğdu. Bunun için erkeğin değil kadının tek-eşliliği gerekliydi; öyle ki kadının bu tek-eşliliği erkeğin açık ya da saklı çok-eşliliğine engel olmuyordu. Ama eli kulağında bulunan toplumsal devrim, vasiyetle bırakılabilecek en önemli sürekli servetlerin: üretim araçlarının hiç olmazsa büyük bölümünü toplumsal mülkiyete dönüştürerek, bütün bu çoluk-çocuk kaygılarını en aza indirecektir. Ekonomik nedenlerden doğmuş bulunan tek-eşlilik, bu nedenler ortadan kalkınca yokolacak mı? Bu soruya şu yanıt verilebilir. Yok olması bir yana, tek-eşlilik asıl bu noktadan sonra tam anlamıyla gerçekleşecektir.” 

Marks’ın insanlığa armağan ettiği tarihsel materyalizme göre üretim ve paylaşım ilişkileri bütün toplumsal dokuyu belirleyen etmendir. Dolayısıyla kadın erkek ilişkileri veya aile kavramı da bu alandaki değişimlere ayak uydurmuştur. Engels’in bu muhteşem kitabında, aile kurumunun aldığı formasyonları ve geçirdiği evrimleri bu dönüşümler ışığında anlıyoruz. Bugün tüyleri diken diken edebilecek kadın erkek ilişkilerinin nasıl yüzlerce yıl boyunca insanlar arasında hiç de yadırganmadan yaşandığını öğreniyorsunuz. Zaten, yaşandığı dönemin atmosferi bir şeyi sapıklık olarak değerlendirmemişse bizim onu bugünkü değer yargılarımızla yaftalamamız anakronizm oluyor.
Bugün, egemen sınıf burjuvazi olduğu için onun onayladığı aile biçimi topluma kabul ettirilmiştir. Bu durum, sizin eşinizi veya çocuklarınızı çok sevmenizden ayrı tutulması gereken -kimse aksini talep etmiyor- bilimsel bir tespittir. Fakat bu çok sevme, onları diğerlerinden ayrıcalıklı tutma durumu nelere mal oluyor acaba diye düşünmek gerekiyor. Ailesinin ihtiyaçlarını giderince bir insana, hayatın üzerine yüklediği sorumluluğu yerine getirdiği madalyası takılıyor ve tam da bu sayede sömürü düzeni devam etmiş oluyor. Ben böyle söyleyince senin çocuğun yok anlayamazsın diye karşılık veriyor ebeveyn dostlarım. Ben bu tutumun da insan doğasında değişmez bir şekilde buluna bir annelik-babalık içgüdüsünden ziyade yine öğretilmiş bir şey olduğunu düşünüyorum. Sınıflı topluma geçildiğinden beri, egemen ideoloji bir aile efsanesi yarattı ve dolayısıyla bu dostlarımın da bu efsaneye tapınmalarını anlamak hiç de güç değil. Peki sen ne öneriyorsun, aile kurmayalım mı diye bir soru sormak beni köşeye sıkıştırmak gibi bir şey olur. Bir insanın karşı cinsine -veya kendi cinsine- ilgi duymaması zaten imkansız bir şeydir. İşin materyalist boyutu bu. İlgi duyacağız ama düzenin bize oynamak istediği oyunun farkında olmamız gerekiyor. Ailemiz bizi toplumsal mücadeleden alıkoymamalı. Bu şekilde davranmayan nikahlı ve çocuklu çiftler tanıyorum. Karısıyla, kocasıyla, çocuğuyla mücadele eden binlerce insan var. Gerçek efsane aile de bu olmalı. 
Bu yazı Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, efsaneler, Friedrich Engels, Karl Marx, tarihsel materyalizm kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.