AZ PARLAK YORUM

“Le petite prince/Küçük Prens”i izledikten sonra, bu kadar çok film izleyeceğime biraz daha edebiyata ağırlık verseydim düşüncesine, bir kez daha kapıldım. (Yazar, burada çok film izlemiş olmayı gündeme getirerek kişisel piyasasını arttırmaya çalışmaktadır.) 9-30 yaşlarım arasını büyük oranda sinemayla doldurdum ve bundan pişmanım. “Hayatta hiçbir şeyden pişman olmayacaksın” gibi argümanlar bana yanlış gelmiştir hep. Bir sürü hata yapıyoruz ve bunların sonucunda kötü şeyler oluyor. Olmayabilir. “Bir şey yaşadın mı dibine kadar yaşayacaksın” gibi İbrahim Erkal şarkısı sözleri de bana anlamsız gelir. İlla dibi bulmaya, yere çakılmaya gerek var mı? Buna mecbur muyuz? Neyse, sinema konusu gerçekten öyle. Edebiyat konusunda kendimi çok eksik hissediyorum. Bu hissiyat eksiklikten ziyade bir takım güzelliklerden mahrum kalmış olmaya üzülmek olarak algılanmalı. “Küçük Prens” romanını bile okumadım. Öyle olunca filmden çok bir şey anlamadım. Bir film izlerken illa ki kaynak edebi eseri okumak zorunlu değildir. Film de başlı başına bir değer ifade edebilir ancak “Küçük Prens” gibi kitleleri derinden etkilemiş eserlerden uyarlanan filmleri izlemeden önce kitap okunmalıdır diye düşünüyorum. Anladığım kadarıyla materyalist olarak kabul edemeyeceğim şeyler var filmde. Kalp gözüyle bakabilmeyi bilmeli gibi bir şey var mı romanda? Kalp gözü malp gözü…Bunlar boş şeyler. Gerçekler dokunur.

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.