Türkiye’de birçok siyasi özne var. Sağ olanlarına, yalan söylemeden, her türlü zararı vermek meşrudur, gereklidir. CHP’yi deşifre etmek, onun ne mal olduğunu ortaya çıkarmak da meşrudur. Onun, burjuvazi tarafından gerçekleştirilmiş bir operasyon olduğu her platformda dile getirilmeli, oradaki insanların sosyalizm mücadelesine yönelmeleri sağlanmalıdır. Kürt Hareketi’nin benmerkezci ve ilkesiz tutumunu eleştirmek de meşrudur. HDP’yi de bu kategoriye sokuyorum.
Bir de sosyalist özneler var.
Bunlar da eleştirilebilir. Eleştirmeden önce bu insanların mücadelelerinin yüceliği vurgulanmalıdır. Bunların toplumda yığınlar halinde bulunan ve mücadele etmeyen insanlardan bir adım önde oldukları vurgulanmalıdır. Ondan sonra elbette bu insanların politik tavırları eleştirilebilir. Yoldaşça…
Bazı yoldaşlar çok yanlış işler yapıyorlar ama.
Yazımızın başlığı barikatçılık. Sınıflar mücadelesinin bir bölümünde barikatlar çok önemli rol oynadı. Marx’ın “Fransa Üçlemesi”nde bu önemi görebilirsiniz. 1848 Devrimleri ve onu takip eden devrimci dönemde barikatlar hayati derecede önemliydi. Barikatların gücü mücadelenin seyrini de belirliyordu. 1871 Paris Komünü barikatları çok ünlüdür.
1917 Büyük Ekim Devrimi ve sonrasındaki İç Savaş’ta da barikatlar rol oynadı.
Sanırım tankın icat edilmesi, barikatçılığın seyrini değiştirdi. Artık barikatlar tanklar karşısında aciz duruma düşmeye başladılar. Toplar, tankın manevra kabiliyetine ve hızına sahip olmadıkları için barikatlara nefes alma fırsatı veriyordu ama tanklar affetmiyorlardı.
Militarizmde olan bu gelişmeler devrim perspektifini etkiledi. Fakat barikatlar olmaya devam ettiler. Barikatlar artık iktidara giden yoldaki araçlardan biri olmaktan çıkıp direnişlerin aracı olmaya başladı.
Haziran Direnişi’nde, Gezi Parkı ve çevresinde barikatlar kuruldu. Dolmabahçe’ye doğru inen yolda arka arkaya yedi, sekiz tane barikat vardı. Bunlardan bazıları otobüstü.
Bu barikatların hepsi birer birer polislerce kaldırıldı. Çapulcular bunu engelleyemediler.
Yakın gelecekte sosyalizm çok daha fazla güncel olacak. Hızla yönetememeye doğru giden kapitalizm-emperyalizm elbette sarsılacak. Bu dönemlerde devrimlerin nasıl olacağı konusu iyice düşünülmeli. Militarizm ve istihbaratta yaşanan gelişmeler hesaba katılmalı.
Ben barikatların gelecekteki devrim süreçlerinde eskisi kadar çok önemli olacağını düşünmüyorum çünkü polisiyede yaşanan gelişmelerle şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki 50 tane polis, yüz bin kişiyi beş dakikada dağıtabilir. 14 Haziran’da Taksim Meydanı’nına yapılan saldırıyı hatırlayın. Meydan insanla doluydu ve beş dakikada meydanı boşalttılar. Polisi yani devleti yani sermaye sınıfını siyaseten sıkıştırmak lazım. Ona atacağı adımı iki değil on kere düşündürecek siyasi mevziler elde edilmesi lazım. Öyle güçlenilmeli ki sermaye sınıfı atacağı adımın siyasi yüklerini kaldıramayacak hale gelmeli. Devrimci durumdan ancak o zaman bahsedebiliriz.
31 Mayıs akşamı devrimci durum yani bir iktidar talebi yoktu ama tarihi bir gündü. O akşam barikatlar kuruldu çünkü halk buna iknaydı ve barikatın arkasında durmaya kararlıydı. O gün ve ertesi gün Taksim Meydanı alınmalıydı. Korkmak olmazdı. Barikat, taş, sapan, arkadan dolaşmak, beş yüz bin kişiyle yürümek neyse işte. O alan alınmalıydı. O gün mantıklı ve gerekli olan oydu çünkü halk siyasallaşmıştı.
Bu yazıyı neden yazdık? 22, 25 ve 27 Aralık’ta İstanbul’da bazı eylemler yaşandı ve bir takım sosyalist özneler resmi çok yanlış okudular. 17 Aralık’ta rüşvet olayı patlak verdi. 11 yıldır müthiş öfke biriktirmiş AKP iktidarı Haziran Direnişi’nden sonra en ciddi sarsıntıyı geçirdi.
22 Aralık günü Kadıköy’de Kuzey Ormanları yağmasına karşı bir miting düzenlendi. Bu mitinge katılım iyiydi. Halkın “Hükumet İstifa” sloganıyla siyasallaşması için çok iyi bir fırsattı. Fakat bir takım sol özneler, polis müdahale etmemek için resmen yalvarmasına rağmen gidip onlara tokat falan atmaya kalktılar ve kısa bir müdahale oldu. Sonra, henüz yeterince siyasallaşmamış olan halk, miting alanını terk etti. Yani onların tahmin ettiği üzere, halk devrimcileşip milyonlar halinde meydanlara akmadı. Bu siyasal bir meseledir. Bir soyutlama işidir. Eylül’de devlet, Ahmet Atakan’ı katletmesine rağmen halk meydanları zapt etmedi. Çünkü yeteri kadar siyasal olgunluk yoktu. Bir halk hareketinin hep aynı şiddette ve biçimde devam ettiği dünya siyasetinde görülmüş bir şey değildir.
25 Aralık günü AKP bakanları istifa ettiler. Tüm yurtta akşam saatlerinde eylemler yapıldı. Halk yavaş yavaş siyasallaşmaya başlıyor gibiydi ama hala Haziran’daki seviyeden uzakta idi. Yani gemileri yakma seviyesinden. Yine Kadıköy’de eylemden sonra, 18-19 kişi AKP binasına yürümek istediler ve şenlik başladı. Kadıköy sokaklarında çöp kutuları TOMA’ların önüne koyuldu. Halk yine milyonlar halinde meydanlara akmadı.
Tam bu sırada Taksim Dayanışması, tartışmalı bir şekilde cuma akşamına Taksim’e eylem koydu. Bu eylem kararı, oldukça az sayıda katılımcının katıldığı bir toplantıda alelacele alındı. Aslında misyonunu tamamlamış gibi görünen ama hala geniş bir inandırıcılığı olan TD yanlış siyasi hesapların aleti oldu. Polisin müdahale edeceği bilinirken ve halk evde merakla televizyon izlemeyi tercih ederken bu eylem yerinde değildi. Murat edilen hiçbir şey gerçekleşmedi. Çatışma odaklı, siyasi arka planı zayıf bu eylemlere halk ilgi göstermiyor. Halk, şimdilik, sol siyasetin siparişiyle siyasallaşmıyor. Elbette sol siyasetin çok büyük etkisi oluyor ama henüz halkı harekete geçirebilecek bir sol siyaset ülkede mevcut değil. Zaten olsa devrimci durumdan bahsederiz.
Bunları iyi okumak gerek.
Duygusallık insanı gerileten bir şeydir. Mücadelenizi sevmezseniz, ona yürekten bağlı olmazsanız mücadele edemezsiniz ama siyaset üretmek ve onu aktarmak sadece duygularla yapılamaz. Bir takım sol öznelerin bunu sadece duygularıyla yaptıklarını düşünüyorum. Veya duygularının esiri olduklarını düşünüyorum. Mücadele etmeyi şiddete indirgiyorlar.
Bu karşı-devrimci duygusallık dinamiği, soyutlama yeteneği eksikliğiyle birleşince maalesef “hiçbir” şey olmuyor. Yetmiyor.
Lenin, Temmuz 1917’de Moskova’da 500 bin kişi Bolşevik sloganları atarken devrimin zamanı olmadığına kanaat getirmişti. Çünkü devrimin koşulları mevcut değildi. Siyasi dengeler, bir günde iki günde ters düz olabilir ancak 29 Aralık 2013 itibariyle Türkiye’de sistemi zora sokacak bir sokak hareketi başlama olanağı yoktur. Halk biraz da memnuniyetle olan biteni televizyondan izleyip, tahlil etmeye çalışıyor. Şimdilik ama…
Bilemezsiniz. Devrimcilik olabileceğin de ilerisini zorlamaktır fakat bu zorlamayla akıl sağlığını kaybetmeme arasında diyalektik bir ilişki vardır. Bu yüzden zordur devrimci olmak.
Şimdi revizyonist, reformist yorumları yapılacaktır. Ergence. 1917’deki Lenin’i çok iyi okumak gerektiğini düşünüyorum. Aynı yıl içerisinde her şeyi hazır tarihi kitlesel gösteriyi iptal eden de Lenin’dir, tüm dünyayı şaşırtıp koskoca sosyalist devrimi yapan da Lenin’dir.