Bilinçsizliğin Romanı

Kitap Eki sitesinde yayınlanmıştır…

Edebiyat eleştirmeni Fethi Naci’ye göre Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” adlı romanı esasında bilinçsizliğin romanıdır…

1940’lı veya 50’li yıllarda, Sivas’ın köylüğünden çıkıp Çukurova’ya yani “bereketli topraklara” inen üç kafadar “ekmeklerinin” peşindedir. Bir tanesinin Sivas’ta iki aylığına gerçekleştirdiği fabrika işçiliği hariç ilk defa köyden çıkmaktadırlar. Bu üç kafadarı Çukurova’da oldukça ağır sömürü koşulları ve düşkün yaşam tarzı karşılar. Fethi Naci’nin altını çizdiği bilinçsizlikle acaba başlarına neler gelecektir?

1845 İNGİLTERE

Ağır sömürü koşulları dedik…

Roman -ilk kez- 1954 yılında yazılıyor. 280 sayfalık bir romandır bu. Daha sonra yazar, kitabı 1964’teki ikinci baskısına 427 sayfa olarak göndermiştir. Bu sürede olan politik gelişmelerle paralel bir şekilde eklemeler yapmıştır romana… Her iki durum için de bu kitaptan 100 sene önce yazılmış bir kitaba dikkat çekmek isteriz…

Marksizmin “ikinci keman”ı Freidrich Engels’in 1845 yılında yazmış olduğu “İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu” adlı bir kitabı vardır. Engels, kapitalizmin gelişiminin en rafine haliyle gözlemlenebileceğini düşündüğü ülkenin işçi mahallelerini bize olduğu gibi aktarmıştır. İşte, Orhan Kemal de 100 sene sonra “olduğu gibi aktarma” işini roman formuyla gerçekleştirmiştir. Ve koşullara baktığımızda çok fazla değişikliğin yaşanmadığını görürüz.

Çok uzun çalışma saatleri, yetersiz beslenme, hijyenden muaf barınma koşulları, ölüm oranlarındaki yükseklik, sanitasyondaki ilkellikler neredeyse bire bir aynı. Yaşam tarzları da çok benzer. Uyuşturucu madde kullanımı ve gelişigüzel seks sanki her iki dönemin emekçi sınıflarının en önemli iki uğraşı…

EMEK-SERMAYE ÇELİŞKİSİ

Adana treninde ayakta yolculuk yaparak Çukurova’ya inen; İflahsızın Yusuf, Pehlivan Ali ve Köse Hasan’ın ellerinde çok güzel hayalleri vardır bir de İflahsızın Yusuf’un emmisinin özlü sözleri… Yusuf’un emmisi yani Dudu ablanın eri… Duru abla da ne kadındı ama… Tam Osmanlı… Bir gece ırmak boyunda çerçiyle…

Yusuf’un emmisi hemen hemen her konuda fikir beyan etmiş birisidir ve onun dediklerine bakılırsa her şey yolunda gidecektir. Yusuf’un emmisinin güvenilecek kurum olarak işaret ettiği “hemşerilik”, devreye girmelidir ve üç kafadarın fabrika sahibi hemşerisi onlara iş vermelidir. Dakikasında sömürüyle, avantayla, hakaretle tanışırlar…

Sosyalizmle tanışmış ve ona bağlanmış bir yazar olarak Orhan Kemal’in emek-sermaye çelişkisini nasıl ele aldığı, üzerinde durulmayı hak ediyor: Sanırız yukarıda bahsettiğimiz “bilinçsizlik” ve “olduğu gibi aktarma” tabirleri ipucu veriyor. Orhan Kemal yaşanılanları olduğu gibi göstermiştir. Doğaldır ki bu insanlar siyasal bilinçtin uzaktırlar. Bilinçli gibi görünenleri bile hedefi doğru teşhis etmekte sıkıntılar yaşamaktadırlar.

Romanda idealize edilmiş herhangi bir karakter yoktur. Roman, “İnce Memed” gibi destansı bir eser olmayıp adeta bir anti-kahramanlar geçididir. Bütün karakterler oldukları gibi aktarılmışlardır. Arızasız bir karakter yok gibidir. Çok az değinilen iki usta hariç alt tabakanın, önemli önemsiz bütün karakterleri kişiliklerinde önemli arızalar barındırırlar.

Orhan Kemal alt tabakadan olanları idealize etmez ama egemenleri ve onların yardakçısı ara katmanları (ustabaşı, ırgatbaşı, taşeron) berbat hayatın mutlak sorumluları olarak işaret eder. Herhangi bir kurtuluş formülü yoktur Kemal’in. Proletaryanın bilinçlenip iktidara el koyacağı şeklinde bir beklenti içerisinde değildir. Kişisel hayatında belki öyledir de romana bakan biri bunun en azından çok uzun bir süre boyunca gerçekleşmeyeceğini düşünür.

GELİŞİGÜZEL SEKS

Romanda cinsellik çok fazla işlenir. Bazıları rahatsız bile olabilir bu durumdan. Daha ilk dakikadan üç kafadardan ikisinin, emminin avradı Dudu’yla neler yaşadıkları aktarılır. Günde 18, 20 saat çalışan bu emekçiler, köy gibi az kişinin yaşadığı dar bir mekânda olmadıklarından dolayı, “daha” “rahat” davranabilmektedirler. Cinsellik, iş dışındaki en önemli meşgaleleri olmuş gibidir. Tıpkı Engels’in tarif ettiği işçi mahallelerindeki gibidir cinsellik. Kendisini çok özel bir anlam yüklenmeden fırsat bulunca yaşanılan bir şeydir. Güç ilişkileri de cinsellik üzerinde “yani” kadın cinselliği üzerinde bir tahakküm kurmanın aracı olmaktadır. Her zamanki ve her yerdeki gibi…

Burada ahlakçı bir yan takınmanın doğru olmadığını veya kaybedildiğinden dolayı bir namus için hayıflanılmaması gerektiğini düşünüyoruz. Her şey baştan aşağı bozukken cinsellik kurtarabilirler miydi? Orhan Kemal projeksiyonu Çukurova’ya tutmuştur ve bunları görmüştür…

HALK İSLAM’I

Türkiye’de İslam dininin bütün kurallarının zorla uygulatılacağı bir toplumsal düzeni isteyen insan oranı kaçtır? Bizce bu oran çok azdır. Halkın dindar partilere oy vermesi başka bir meseledir ama şu bahsedilen toplumsal düzeni bilinçli bir şekilde arzu eden insan sayısı çok azdır diye düşünüyoruz. Halkın İslam’ı büyük oranda söylemlerden ve bir kimlikten ibarettir. Kurallar bilinmez, bilinenlerine de çok fazla uyulmaz. Çukurova’nın Türkiye’nin geri kalanından, örneğin Orta Anadolu’dan oldukça farklı toplumsal dinamikleri olduğunu düşünüyoruz. Ve bunların renkli olduklarını… Acısıyla tatlısıyla bu renkli hayatın İslam dinine karşı geliştirmiş olduğu “farklı” tutum romanda büyük bir cesaretle veriliyor. Acemi ve ilkel de olsa birtakım sorgulamalar görüyoruz. Bazı tabucuklar devriliyor yine… Bir vazgeçiş kesinlikle yok ama oldukça serbest bir uyarlama var. İslam dininin kurallarıyla kendi “renkli” hayatlarını uzlaştırmışlar veya öyle görünüyorlar…

ORHAN KEMAL BAKIŞI

Fethi Naci’nin bir diğer altını çizdiği konu da Türk edebiyatında var olduğu iddia edilen “Orhan Kemal bakışı”dır. Onun her insanda her şeye rağmen aydınlık bir yan, temiz, insani bir yan bulunabileceğini düşündüğünü iddia ediyor. Bu, şöyle doğrudur: Romanın kurgusunda yaşanılan olaylar aslında korkunç olaylardır. Büyük trajediler yaşanır roman boyunca ancak ağır bir psikolojik yük hissetmez okuyucu. Sanki herkes bunlarla yaşamasını öğrenmiş gibidir. Onların rutini olmuştur sanki dramlar. Romanda psikolojik çözümlemeler çok derinlemesine yapılmadığı için (belki de o insanlar bu kadar derin düşüncelere dalamıyorlardı) kişilerin derinlerde neler hissettiklerini, örneğin bir Tanpınar romanında olduğu gibi, bilemiyoruz. Mütegallibe her zamanki gibi işini yapaktadır fakat bu insanların oldukça sığ gündemleri vardır. Orhan Kemal de bunları bize yansıtmıştır.

Çok güçlü bir metin, çok güçlü bir kurgu bu. Yazar belli ki büyük bir tutkuyla yazmış romanı. Adeta çocukluğundan çok iyi tanıdığı Çukurova’yı yeniden yaşamış. Bu tutkuyu her satırda hissedebiliyorsunuz. Kitap kesinlikle ilgiyi hak ediyor…

Bu yazı Diğer, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.