BİRİSİYLE ON SENE SONRA GÖRÜŞTÜNÜZ MÜ HİÇ veya CENK SEZGİN’LE BİR GÜNÜN ARDINDAN…

Bu, “veya”lı başlıklara hastayım. Tam bir esnaflık. İki temayı bir başlıkta hallediyorsunuz. Veya adında iki nokta üst üste olan filmlere de hastayım. Neyse…
Şimdi ünlü jeoloji mühendisi Cenk Sezgin’le geçirdiğimiz bir günün izlenimlerini yazacağız (bknz. kendisinden biz diye bahseden adamlar.)
Daha önce, hatırlanacağı üzere, Kadir Taşdelen ve Güven Uygun’la ilgili böyle yazılarımızı sevenlerimizle buluşturmuştuk.
Cenk Sezgin’e de yazalım bakalım.
Kendisini etiketlesem mi etiketlemesem mi?
En iyisi etiketlemeyeyim. Hem insanları etiketlemeye karşıyım hem de Cenk Sezgin bir esnaf…Evet gerçek anlamda bir esnaf. Yani insani anlamda değil ama meslek olarak bir esnaf. Esnaflar kişisel şeylerinin görülmesini, okunmasını istemezler.
Hiç bir insanla 10 sene sonra görüştünüz mü?
Ben bunu ilk defa yaptım.
En son 2006, 2007 yıllarında gördüğüm Cenk Sezgin’le görüştüm.
Hikâyenin başına gidelim.
2002 yılında Sinop’a atandım. Eylül ayında gittim oraya. O ilk yolculuğun da bir yazılık gideri var. Nasıl karmaşık duygularla gittiğimi, Samsun’dan nasıl diskindiğimi falan yazabilirim bir gün. Eğer hayranlarım yorum bölümünde bana gaz verirlerse süre kısalır.
Bir insanın bir iki haftada hayatının nasıl da radikal bir şekilde değişebileceğini ilk ve son kez orada gördüm.
Tüpçüye doğru yollandım çünkü tüp almam gerekli. İçeride 100+ kilolu bir adam duruyor. Bana Ankara’dan gönderilen tüp Aygaz değil de Berkegaz mı Orçungaz falan. Onu verip Aygaz almak istiyorum. Olmuyor tabi. Cenk, Somali’deki pratisyen hekim maaşı kadar bir depozito istiyor. Ben hayatımın radikal şekilde değiştiğinin hala farkında değilim, cebimde para olduğunu idrak edemiyorum. Hiç pazarlık yapamam normalde ama nasılsa ağzımdan “ya depozito vermesem olur mu?” cümlesi çıkmış. Cenk de “eğer tüpü bizden almaya söz veriyorsan, depozito almayız” diyor. “Tamam, söz” diyorum ve Somali pratisyen hekim maaşı cebimde kalıyor. (jrsçs)
Sonra ne oldu?
İlginç bir şey oldu. Şimdi varille çay içen biriyim ama önceden böyle değildi. Çünkü o zamanlar şekerle çay içtiğim için yılda bir kere falan çay içerdim, bazı yılları es geçerdim. Yemek de çok yapmadığım için Sinop’ta kaldığım dört sene boyunca tüp bitmedi. Hatta ondan sonra Bolu’da geçirdiğim üç sene de gitti o tüp. Dolayısıyla Cenk’e verdiğim sözü tutamadım.
Arkadaşlığımız değil ama diyalogumuz böyle başladı.
Cenk’le arkadaşlığımız Ocak-Haziran 2005 arasıdır. Yani altı ay. “Nicelik değil nitelik önemlidir” siyasette çoğunlukla bir demogojidir. Çoğunlukla diyorum. Bu arkadaşlıkta ise gerçekten nitelik göz kamaştırıyor.
Aramızda çok sağlam bir bağ oluşmuş demek ki. On sene sonra görüşmemize rağmen sanki geçen Çarşamba görüşmüşüz gibi hissettim kendimi. Sanki on senelik bir pause var. Birisi düğmeye basıyor ve her şey aynen devam ediyor gibi. Not: Bunları sevgililer yaşayamazlar çünkü sevgililik bir satrançtır. Erkekler arası arkadaşlık ise tavladır, hatta kutu kutu pensedir.
Bu sürede neler oldu?
O aynı şekilde Sinop’un Gerze ilçesinde 10 bin kişiyle hayatı paylaşmaya devam etti. Evlendi, iki çocuğu oldu. Gerze ilçesi ile ilgili ne düşünüyorsunuz? Sanki 2250 yılında bile aynı kalacak gibi. Aslında çok şey değişiyor ama hiçbir şey değişmiyor gibi bir yer. Ben ondan ayrıldıktan sonra iki şehirde daha yaşadım. 1000 tane film izledim. Politikaya atıldım. Üç tane tazmanya canavarı belgeseli gibi ilişki yaşadım. Bir kere 79 kilo oldum sonra tekrar 75’e indim. Kadir Taşdelen’le tanıştım. Mehmet Karaman, Zahide Çolak, Cemil Kaya ile “Magmaya Gider” adlı bir Messenger grubu kurdum. Fırat Eren Kaplan’ın bu grup için uygun olmadığını düşündüm falan…(Gürkan Candan derin şeyler ima etmeye çalışınca hem falan hem de üç nokta olur mu?)
Ayrı şehirlerden arkadaşlık zor oluyor. Birkaç kez telefonlaştık. En son bir sene önce falan aradı ve “sana son bir şans daha veriyorum” dedi. “Bir daha aramazsan bu işin bittiğini düşüneceğim.” Her zaman kurtaran bir yalan vardır: Ya Vodafone’a geçtim de bütün numaralar gitti amcaolu. Bu sefer gerçekten doğruydu. Bir tarafa geçmiştim ve bütün numaralar gitmişti. Ayrıca akıllı telefonlar için (benden biraz akıllılar) Kim Arıyor diye bir uygulama var. Büyük oranda arayan kişinin ismini gösteriyor ve bu tür durumlarda kurtarıyor.
O da benim İstanbul’da olduğumu bilmiyormuş. Normalde geliyormuş ama bilmediği için aramıyormuş. Neyse üç, dört ay önce sanırım 5 Ekim günü (çok sevdiğim bir gündür) bana yazdı ve “ombeş” tatilde orada olup olmadığımı sordu. Oradaydım. Can Dündar belgeseli gibi…
Çok istiyordum bu görüşmeyi. Çünkü yanında kendimi rahat hissettiğim, nitelikli bir insan. Bazı insanların yanında goygoy yapamam, beni gererler.
Telefonda sordum, “kaç kilosun şu anda?” 130 dedi. O zaman iki elimle sana sarılamam. Yoldan geçen birinden yardım isterim. 100 kilo ve üstü insanlarla iyi anlaştığım doğrudur.
Kadıköy Boğa’da buluşacaktık. İlginçtir, İstanbul’un en soğuk günleri hep şehir dışından misafirlerim gelmiştir. Soğuk götümüzü kesiyordu. İlk gördük ve sarıştık elbette. Benim kilo bir ara dediğim gibi 79 oldu şimdi tekrar o yıllardaki kiloma indim. Saçlarım seyrekleşti. Onun da kilo 20 kilo falan artmış ve saçları seyrekleşmiş ama 10 sene de insanın tipi radikal olarak değişmiyor. Komple kel olmazsa veya 20 kiloyu orantısız şekilde almazsa. Ne bileyim sadece “gö” ile başlayan organlara 20 kilo alırsan tipin radikal bir şekilde değişir ama Cenk 20 kiloyu orantılı almış.
Karnım aç dedi. Ben dışarıda öylesine bir şeyler zor yerim. Mutlaka aklımda belli bir yer vardır. Geçenlerde Cemil Kaya’nın önerdiği “zurna dürüm” çok hoşuma gitmişti. “Hadi oraya gidelim” dedim.
Bu arada Cemil Kaya “kapıdaki adama benim adımı ver, sana İskenderun’a özel dürüm yapsın” demişti. Ben de gidip kapıdaki adama “melaba ben Cemil Kaya’nın yeeniyim, bana sinek ikilisi muamelesi yapmayabilebilir misiniz?”  dedim. Adam da “Cemil Kaya kim?” dedi.
Neyse oturduk ve zurna dürümü yedik. O ortamda sohbet olamazdı elbette. Bir bar bulmalıydık.
Herhangi bir bar. Pardon herhangi birisi olamaz. Geniş ve rahat koltuklu bir yer olmalı. Tahta sandalyeli barları sevmem. Masalar arası mesafe uzak olmalı ki yan masadaki tiplerin acemi sohbetlerine maruz kalmayalım. Reks sinemasının oradaki barlar sokağında iyi yerler var.
Gittik ve sohbet başladı. Sanat, spor, siyaset, nitelikli goygoy, gıybet…(Not: Herkes ama herkes gıybet yapmaya bayılır. Türümüz bu şekilde evrimleşmiştir. Kimse ayak yapmasın.)
Laf lafı açtı. (kmj) Dostluk pekişti. İkimiz de ölene kadar o bağı yitirmeyeceğimize ikna olduk. Bağ yitirmediğim en eski insan Serkan Sarp’tır bu arada ama o buralara hiç uğramaz. Ayrıca Serkan Sarp, Street Fighter’da Blanca’yı alıp, elektrik vererek herkesi yenebileceğini düşünen insanlardan hoşlanmaz.
Sohbet kısa sürdü. Çünkü Cenk’in katılması gereken bir doomgünü etkinliği vardı. Hafta içi tekrar kalmalı, kahvaltılı bir etkinlik planlayarak ayrıldık. Ayrılırken de sarıldık ki bu bir anlama gelir. Sarılmayı severim ve çok az insana sarılabilirim. “Toy Story 3/Oyuncak Hikayesi 3”teki Latso the huggin’ bear değilim yani. Süper filmdir, onu “çizgi film” diye küçümseyenler beni silsin.
Sonra mahalleye geldim. Önce Zahide Çolak’la çay içtik sonra Cemil Kaya’nın evine gittik. 47. saniyede magmadaydık. Birkaç kere Cemil beni koltuktan yuvarladı.
Yani dün genel anlamda dostluk kazandı.
Aslında bu yazının bir yerlerinde Sinop’un Gerze ilçesinden ve Samsun şehrinden bahsetmeyi düşünüyordum da olmadı. Kısaca, Gerze ile ilgili ne düşünüyorsunuz? 13 bin kişi olmuş. Yolda yürürken insanlar sizin market poşetinizin içince bakmaya çalışırlar orada. Prezervatif veya içki almış mı diye…İnsanların en büyük eğlencesi dedikodudur. Normalde birbirlerine selam bile vermeyecek sol fraksiyonlar orada her hafta sonu rakı masası kurarlar. Diyalektiğe adeta meydan okuyan yerlerdir böyle yerler. Yani Gerze ve onun gibi yerler. Cenk orayı seviyor. Kafası rahat. Saygı duyuyorum. Kendi adıma yaşayacağım yerde en az on milyon insan olmalı. Samsun’u ise boşver. Hiç sevemediğim bir yerdir kısaca. Sebebi de o ilk yolculuk.
AYRINTILAR
*2005 yılında bir kere ben, Cenk ve Melih Kulak bir yere giderken arabada Zeynep Casalini’den “Duvar”, Pamel Spence’den de “İstanbul” adlı şarkı çalıyordu. O gün aldığımız kasap sucuk da çok kötüydü. İçinden kemikler çıkmıştı.
*Doğada kampçılık falan sevmediğim işlerdir. Kent merkezlerini gezmeyi severim ben. Bir kere ben Cenk ve İlhan adlı bir arkadaş dağa gitmiştik. Çok soğuktu ve de sanırım yılbaşının ertesiydi. Evet evet 1 Ocak 2005 günüydü. Cenk ile dostluğumuzu başlatan etkinlikti ama zevk almamıştım.
*Messi ile beni tanıştıran adamdır kendisi. O  sene Messi Arjantin genç takımda harikalar yaratarak ilk defa dikkatleri çekmiş. Ben turnuvayı izlemedim ama kendisi izlemiş ve “Messi diye biri var” demişti. Nereden bilebilirdim ki onun benim hayatımda en önemli insanlardan biri olacağını.
*16 yaşından sonra bilek güreşi yaptığım tek insandır.
*Cenk’in abisi hayatımda gördüğüm en kuul karakterlerden biri.
*Cenk, bence yakışıklı biri.
*Facebook’ta yazdıklarını bazen anlamıyorum ama konuşurken gayet anlaşılır.
*Hatırladığım kadarıyla türkü pek sevmez ama Melih Kulak çok severdi. Hatırladığım kadarıyla o dönem meşhur olan Abidin Biter’den “Dön Çarkı Devran” ve Mustafa Özaraslan’dan “Arayı Arayı”yı severdi.
*Yine o yıllarda Şampiyonlar Ligi’nde yarı finallerde hep üç İngiliz takımı olurdu. Chelsea ve Liverpool mutlaka karşılaşırlardı.
*Gerze’deki Özlem Meyhanesi’ne gider GS maçlarını izlerdim. Çok iyi Arnavut ciğerleri vardı.
*Gerze’de yediğim tırsi adlı bir balığı da çok sevmiştim.
*Gerze’de bir arkadaşım vardı. Görücü usülüyle, iki üç ayda apar topar evlenmişti. Bir gün yolda giderken karşıdan gelen tanıdığa eşini tanıştırmak istedi ama eşinin ismini hatırlayamadı……(Gürkan Candan buraya altı nokta gider anca)
*Cenk bir kere Sinop merkeze gelmişti ve beni hentbol maçına götürmüştü. Normalde hiçbir ilgi duymadığım bir spor dalıdır ama o gün ilgiyle izlemiştim. Sonra ise ilgilenmedim hentbolla.
*Yine o gün bir mekana gitmiştik ve bir şey söylemiştik. 45 dakika falan gelmeyince yemek, kalkıp gitmiştik. Tam giderken de yemek gelmişti ama biz yine tepkimizi koymuştuk.
*2011 yılında yani ayrıldıktan dört sene sonra bir kez daha gittim Sinop’a. Yani Sinop merkeze. O kadar soğuktu ki…Normalde dört, beş gün kalacakken, arkadaşım Oğuz Levent Aydın’a “ben gidiyorum hocam” dedim. Uğrayamadım yanına. Bir daha gitmeyi çok arzu ediyorum. Özellikle ilk görev yerim Dikmen ilçesine. Sinop’un Dikmen’i benim için çok özeldir.
*Oturduğum evlerle bağ kurarım. Onlardan birinin içine tekrar girebilmek için geberirdim herhalde ama hiç gerçekleşmedi.
*Ne zaman ev arasam iki saatte tutmuşumdur ve hep pişman olmuşumdur. Son ev öyle olmadı ama bundan da pişman oldum. Gerze’de ilk tuttuğum ev bunların şahı değil adeta şahbazıdır.
*En sevdiğim insanları Kurtuluş Adana Ocakbaşı’na götürürüm. Umarım Cenk’i de oraya götürebilirim.
*Son olarak İbrahim Toy’a bir mesaj: “Hamam tası gümüşten” başlıklı fotoğrafın çok yaratıcıydı.
Cu.
     

Bu yazı cenk sezgin, kişiler kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.