Dünyanın en güzel kadını


Günümüzdeki lise öğrencilerinin Şener Şen’i tanımadıklarını biliyor muydunuz?
O zaman Türkan Şoray’ı da tanımayanlar vardır.
Resimde gördüğünüz sinema oyuncusu Türkan Şoray’dır. Onun, dünyanın en güzel kadını olduğu fikri benim fikrim değil. Bu isimle 1968 tarihli bir filmi vardır. Ben kendisinin çok güzel bir kadın olduğunu düşünüyorum hatta liseye giderken bundan daha fazlasını da düşünüyordum. 1993-2000 yılları arasında televizyonlarda yayınlanmış bütün “Sultan” filmlerini izlemişimdir. Güzellik öznel bir şey. O yüzden dünyanın en güzel kadını mıdır bilemiyorum ama dünyanın “en” başka bir şeyidir. 222 başrol ile dünyada en çok film çekmiş kadın oyuncudur. Hatta 60’lı yıllarda her sene ortalama 12–13 film çekerek (1966 – 16 film) neredeyse her ay bir film çekmiştir.
Türkan Şoray’ın hikâyesinde kapitalistleşen Türkiye’nin fetiş objesini görüyoruz. Kendi özelinde yaşadıkları da hikâyesini daha bir ilginç kılıyor. Sultan’a odaklanacağız bugün.
1945 İstanbul doğumlu. Babası memur, annesi ev kadını. Çerkez kökenliler. Çerkez kadınlarının güzelliğiyle ilgili bir takım iddialar vardır. Bana göre kuzey kutbuna yaklaştıkça güzellik katsayısı da artıyor. Neyse bunu geçelim. Emekçi bir ailenin çocuğu olarak Eyüp’te büyümüştür.
10 yaşındayken anne ve babası boşanmışlardır. Bu önemli çünkü o yıllarda boşanma gerçekten olağanüstü bir şey. Bu yüzden boşanmış ailelerin çocuklarının hayatları da olağanüstü oluyor. Günümüzde boşanmış ailelerin çocuklarına otomatikman “sorunlu” olarak bakılıyor. Ailenin ekonomik durumuyla “sorunlu” olma arasında doğrudan bir ilişki olduğunu düşünüyorum. Bunu da geçelim.
Gayet normal bir insan olan Türkan Şoray’ın hayatını, komşusu Emel Yıldız değiştiriyor. Yıllar sonra televizyonlarda hayvan hakları savunucusu, ÖDP üyesi, “Panter Emel” lakaplı Emel Yıldız o yıllarda filmlerde oynamaktadır ve 15 yaşındaki Türkan Şoray’ı bir gün sete götürür. Prodüktör Türker İnanoğlu bu genç ve güzel kızı hemen fark eder ve aslında Emel’in oynaması gereken başrolü Türkan Şoray’a teklif eder. Başka neler teklif etmiştir sorusu ile ilgilenmiyoruz.
1960 yılında Türkan Şoray’ın kariyeri başlar.
Türkiye kapitalizmi için de önemli bir tarih. DP iktidarının devrilmesinden sonra Türkiye kapitalizmi bir restorasyon geçirmiştir. 1960 yılında İstanbul’un nüfusu tıpkı 1923’teki gibi bir milyondur. Bu tarihten sonra kentlere göç dalgası başlamış ve Türkan Şoray’ı fetiş obje yapacak olanlar kentlerin varoşlarında gecekondularını dikmeye başlamışlardır.
1960 Anayasası’ndaki gedikleri iyi değerlendiren Türkiye sosyalist hareketi, işçi sınıfı içerisinde örgütlenmesini arttırmaya başlamıştır. “Sosyal içeriklimsi” filmler de oluşmaya başlamıştır. Ne tesadüftür ki Türkan Şoray’ın bazı ilk filmleri bunlardandır. “Otobüs Yolcuları” ve “Acı Hayat” örneğin (Youtube’da mevcutlar).
Bu filmlerden sonra çok uzun bir süre sosyal içerikten uzak kalmıştır Türkan Şoray. O artık bir fetiş objedir. Anadolu insanın ikiyüzlü ahlak anlayışı ile karşılıklı bir ilişkiye girmiş ve meşhur Türkan Şoray Kanunları’yla birlikte resmen bir “milli namus”, “milli gelin”, “milli fetiş obje” haline gelmiş/getirilmiştir.
İlk yıllarında genç ve güzel bir star olarak magazin basınının nesnesi olan Türkan Şoray, oyunu kuralına göre oynamış, “namussuzluk” yapmıştır. Yani öpüşmüş ve frikik vermiştir.
RÜÇHAN ADLI
Kendisinden 20 yaş büyük olan, evli, GS yöneticisi Rüçhan Adlı’yla tanışması ve onu hayatına dahil etmesi bizim bu milli meselemizde çok önemli bir rol oynamıştır. Lenin’in kullandığı, bir “zorunlu tesadüfler” kavramı vardır. İnsanlığın özeti gibi…Türkan Şoray, Rüçhan Adlı beraberliği ve bu beraberliğin topluma hediye ettikleri de böyle bir şey. Yani bu olay, toplumsallığın ihtiyaçlarıyla örtüşmüş ve “Rahibe Teresa” Türkan Şoray ortaya çıkmıştır.
Rüçhan Adlı’nın Türkan Şoray’a koyduğu öpüşmeme, sevişmeme gibi yasaklar, toplumsallık nezdinde de alıcı bulmuştur. Toplumsallık bu imajı onaylamıştır ve sahiplenmiştir. Filmlerde namus timsali olan Türkan Şoray’a tüm toplumsallık sahip çıkmış ve onu “korumuştur”. Gerçek hayatında, eşinden asla boşanmayan bir erkekle birlikte olmak gibi, o toplumsallığın asla onaylamayacağı bir eylemi yerine getiren Türkan Şoray, aynı toplumsallık tarafından namus timsali olarak kabul edilmiştir.
Burada kimseyi yaptığından ötürü yargılamıyorum. İlgilenmiyorum da fakat günümüzde AKP Türkiye’sinde tanık olduğumuz “kolektif akıl yitimi”nin basit bir örneğini o yıllarda da görebiliriz. Siz bir toplumsallıksınız. Normalde size oldukça ters bir şey yaşayan birisinin, bu yaptığını görmüyor ve ekrandaki imajı üzerinden fetişizm yaratıyorsunuz. Tıpkı AKP Türkiye’si gibi, değil mi?
Türkan Şoray’a burada hep acımışımdır. Birisinin sizden bir şeyler beklemesi zor bir şeydir. Türkan Şoray’dan en başta hayatında işgalci bir şekilde yer tutan Rüçhan Adlı ve koskoca bir ülke bir şeyler beklemiştir. Sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, o yüzden kendisiyle ilgili kitabının adını “Sümbül Sokağın Tutsak Kadını” koymuştur.
MİNE
Türkan Şoray’ın klişelerle dolu bu hayatı 20 sene devam etmiştir. İzleyicinin talepleri doğrultusunda film boyunca “temiz” kalan, temiz kalmazsa da sonunda namusunu temizleyen (Güllü) kağıttan bir karakterdir. Kendisine sorulursa muhteşem bir hayat yaşadığını iddia edecektir ama ben bu ağır baskı karşısında oldukça yıprandığını ve tıpkı “Sultan” filmindeki karakter gibi bu baskının altında ezildiğini düşünüyorum.
Bu anlamda 1982 yılında çevirilen “Mine” adlı filmden mutlaka bahsetmek gerekmektedir. Fetiş obje ve ikiyüzlü toplumsallığın ilişkisini bu film, gerçekçi bir şekilde yansıtır. Geçenlerde İnternet’te bir kez daha seyrettim “Mine”yi. Aslında vasat bir film bana göre. Teknik olarak bir sürü eksiklikleri var ancak fetiş objemiz ve bizim yaşadıklarımızı aynen perdede yansıtmış.
Filmdeki kasaba sanki Türkiye gibidir. Kadın karakter Mine de zaten Türkan Şoray’dır. Karakterlerden birinin dediği gibi Mine tüm kasabanın milli meselesidir. Oldukça güzel ve duyarlı bir kadın olan Mine, kendisini hiç anlamayan kaba saba istasyon şefinin karısıdır. Kasabadaki herkes onunla yatmak istemektedir. Herkesin gözü onun üstündedir. Mine boğulmaktadır.
Kasabaya gelen öğretmenin abisi (Cihan Ünal) farklı bir tiptir. Mine’ye insan gibi yaklaşır. Mine de bu tavırdan etkilenir. Onun yazdığı kitaplardan etkilenir fakat ikiyüzlü toplumsallık bu medeni ilişkiyi kavrayamaz ve Mine ile sakallının yattıklarını düşünür. Kendisi Mine ile yatamadığı için çok kolay harekete geçen, tarihsel olarak sahip olduğu, linç kültürünü devreye sokar. Mine ağlayarak sakallının evine gider. “Bizden yatmamızı bekliyorlar, yatalım” der.
Mine öpüşmüştür, sevişmiştir. Yani kıyamet kopmuştur. Türkan Şoray da yıllar sonra bu filmde öpüşmüş, sevişmiştir. Yani dünya mahvolmuş, bütün insanlık mağmaya ulaşmıştır.
İşte böyle.
Türkan Şoray’ın bu filmi çekmesinde, Rüçhan Adlı özelinde tüm ülkeye kafa tutmasında, sinema yazarı Agah Özgüç’ün dediği gibi “Müjde Ar devrimciliğinin” payı vardır.
12 Eylül, ülkede sol, sosyalizm, ilericilik adına her şeyi dümdüz ederken kadın hareketine dokunmamıştır. Çünkü o tarihten önce ülkede kadın hareketi yoktur. Ağır faşizm koşullarında ilerici sinemacılar (başta Atıf Yılmaz), biraz da mecburen, kadın meselesi temalı filmlere yönelmişlerdir. 80’ler bu konuda bir deryadır.
Müjde Ar bu akımın gerillasıdır. Bir duvarı badana etmeye yetecek kadar sürülen makyajı atmıştır. Dublajı da fırlatıp atmıştır. Perdede her türlü naneyi de yemiştir. Onun bu devrimciliği diğer rahibe Teresa’ları sarsmıştır ve onlar da birer birer filmlerinde yaşayan, gerçek kişilere dönüşmüşlerdir.
Öyle ya da böyle…
Sultan artık eski Sultan değildir. Rüçhan Adlı’dan ayrılıp Cihan Ünal ile birlikte olur. Dublaj ile hesaplaşır. Makyajı makul ölçülere çeker. Sosyal içeriğe dönüş yapar.
Ancak bir sorun vardır.
Hem kendisi yaşlanmaya başlamıştır hem de Yeşilçam artık Türkiye’den tasfiye olmaya başlamıştır. 70’lerde yılda 200-300 film çeken yerli sinema, 80’lerde 15-20 filme kadar iner.
Teorim şudur ki çok az sanatçı 20 yıldan fazla üst düzey performans sergileyebiliyor. Türkan Şoray gibi güzellik dışında elinde pek bir şey olmayan birisi için ve de 40 senede inanılmaz bir alt üst yaşayan bir toplumsallıkta var olan birisi için aynı kalmak mümküniyet sınırları içerisinde değildi. Biraz da bu yüzden artık gençler Türkan Şoray’ı, Şener Şen’i tanımıyorlar.
“Zorunlu tesadüf” bize Sultan’ı hediye etti. Biz de onun etinden, sütünden faydalandık. Hepimiz aşık olduk ona. İyi ki başımıza geldi fakat keşke farklı koşullarda karşılaşsaydık kendisiyle.
Böyle işte…
İyi günler.
Not: Bu yazıyı çok hızlı bir şekilde yazdım. Şimdi dil bilgisi hatalarını kontrol edecek vaktim yok. Dışarı çıkmak zorundayım. Eve gelince kontrol eder, yanlışları düzeltirim.
Bu yazı agah özgüç, atilla dorsay, cihan ünal, dünyanın en güzel kadını, mine, müjde ar, rüçhan adlı, sümbül sokağın tutsak kadını, türkan şoray kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.