Sinema dünyasında sosyalizm ideolojisini benimsemiş ve filmografisinin tümünde bu ideolojiden izler barındıran kaç yönetmen vardır? Kriterleri bir daha okuyunuz. Benim aklıma Ken Loach, Dardenne Kardeşler ve Finli Aki Kaurismaki’den başkası gelmiyor.
Yakında yönetmen Aki Kaurismaki’nin 17. filmini sinemada izleyeceğim. Çok heyecanlıyım. Bu “ayrıksı” sanatçının sinemasına bakalım hep beraber çünkü muhtemelen, Aki Kaurismaki’nin sinemasını bilen, takip eden 357 kişiden biri değilsinizdir…Bu sayıya itiraz gelebilir. Hadi, 651 olsun ama Türkiye’de Aki Kaurismaki’yi bilen, takip eden, bütün filmlerini izlemiş 802 kişi yoktur.
17. filmi diye vurguladım çünkü sanatçı 20 film çekip emekli olacağını çok önceden belirtmiştir. 60 yaşındaki Kaurismaki’nin çekeceği üç film kaldı yani…
Neden böyle bir açıklama yapmıştır? Çünkü “ayrıksı” olmak bunu gerektirir! Belki de benim yazılarımda öne sürdüğüm “sanatçıların 20 yıl üst düzey performans gösterdiği” şeklindeki iddiamı okumuştur bir yerlerden…Kaurismaki 34. yılında şu anda…15. filmini 2006’da çekti. 2011’de çektiği 16. filmi kötüydü. Bakacağız yeni filmine…
Kaurismaki’de ilginç demeç, ilginç davranış, ilginç tutum boldur. Bunlardan en ilginci de “ben asla başyapıt çekemem” demeci olabilir. Böyle demiştir…Amerikanın ürettiği “başyapıt” denilen “blockbuster”lara bakıp onları zekice ti’ye almıştır. Bana göre bir “auteur”dur. “Auteur” olmak başlı başına çok önemli ve zor bir iştir.
Amerika dedik, oradan devam edelim. 2002 ve 2006 yıllarında Oscar’a aday gösterilmiştir ama törenleri politik gerekçelerle boykot etmiştir.
Başlıkta fakirlerin yönetmeni yazıyor. Bunu, ilgi çekici bir başlık olsun diye attım. Evet, Kaurismaki fakirlerin yönetmenidir. Ezilenlerin dostudur. Bu son filminde de Suriyeli bir mülteci izleyeceğiz ama Kaurismaki’nin filmografisinin tamamına baktığımızda işçi sınıfı ve sorunları üzerinde daha çok durduğunu görüyoruz. Emek sömürüsü bir numaralı ilgi alanıdır Kaurismaki’nin. Bütün başrol oyuncuları emekçidir. Hem de en kötü işleri yapan emekçilerdendir bunlar. Çoğunlukla yazının görselinde gördüğünüz Matti Pellonpaa ve Kati Outinen’e verir başrolleri. Bu iki donuk suratlı insanı görünce “haa, şunlar” diyebilirsiniz…
Kariyerine bakalım: Kardeşi Mika Kaurismaki ile beraber Finlandiya sinemasının beşte birini üretirler. Bir Baran Doğan iddiası da nüfusu 20 milyondan az olan ülkelerde dünyaca ünlü bir sinema ekolünün oluşmasının zor olduğuydu. Kocaman bir ülkede altı milyon yaşıyor, ekol olabilecek bir sinema oluşmuyor haliyle.
1983 yılında “Suç ve Ceza”yı uyarlayarak yönetmenliğe başlamıştır. Hithchock’un “ben o kitabın kapağını açmaya cesaret edemem” demecini okuyunca “yaşlı adama haddini bildirmek” için bu işe girişir. Finlandiya ve Kaurismaki evrenine oldukça serbest bir şekilde uyarlanmış bir filmdir. Zaten bu Kaurismaki evreni öyle bir evrendir ki oraya ne uyarlarsan uyarla kendisine benzetir.
Bir filmin 90 dakikadan uzun olmaması gerektiğini savunur ki çoğu filmi aşağı yukarı 70 dakikadır. Yani bir hafta sonu tüm Kaurismaki külliyatını bitirebilirsiniz.
Evren dedik, bu evren nasıl bir evrendir? Film genellikle bir işyerinde başlar. Kahramanımız orada çalışan veya az sonra işten atılacak olan bir emekçidir. Oldukça itici bir kişi gelip kahramanımızı zor durumda bırakacak bir halt yer. Üstüne hakaretler de eder. Kahramanımız da hemen soluğu barda alır. İşten atılmasa da soluğu barda alır gerçi. Kaurismaki filmlerinde deli gibi içki ve sigara tüketilir. Kahve de çok tüketilir ama alkol, filmlerinde mutlaka önemli rollerden birine sahiptir çünkü Aki’nin hayatında önemli bir yere sahiptir. “Ben gençken yani 10 bin bira önce…” diye cümleye başlar. Sahnelerin yarısını sarhoşken çektiğini itiraf etmiştir. Neyse, kahramanımız bara gider ve orada karşı cinsten biriyle kesişir. O kişi de allahın unuttuğu bir bireydir. Bu ikili ayaküstü ve oldukça tuhaf bir diyalogdan sonra sevgili olurlar yani adam kadını “ayarlar”. Barda veya eve giderken oldukça acemice çekilmiş bir harala gürele sahnesi olur sıklıkla. Evde de yine acemice çekilmiş bir sevişme sahnesi…Sonra film dayanışma mesajıyla biter. Ya ikili üzerinde orak-çekiç sembolü olan bir gemiyle SSCB’ye giderler ya da 1991’den sonraki filmlerinde olduğu gibi el ele verip güzel bir hayat için kolları sıvarlar.
Sovyetler Birliği’nin çökmesine çok içerlemiştir Aki Kaurismaki ve 1991’den sonraki filmlerinde bu içerlemeyi, hatta bazen umutsuzluk diyebileceğimiz temaları karşımıza çıkarır.
Camp estetiği diye bir şey vardır. Yani “bilinçli dandiklik” diyebiliriz camp estetiği için.
Kaurismaki’nin filmleri bu kategoriye cuk oturur. İleride ben de yönetmen olmayı düşünüyorum ve tarz olarak da camp estetiğini seçeceğim. Filmlerimi dandik bulurlarsa “camp estetiği yapıyoruz ya kardeşim” diyeceğim.
Diyaloglar, kurgu, oyunculuklar, külüstür arabalar, pejmürde evler, pejmürde kıyafetler hep bilinçli seçilmiştir. Rüya gibi bir toplum olduğu düşünülen Finlandiya toplumunun da aslında bir dog-eat-dog toplumu olduğunu göstermek ister. Laf aramızda bir kere Helsinki’ye gittim ben ve her şeyi çok muntazam buldum…
Kaurismaki’nin enteresan kişiliği, nüktedan mizacı ve bu politik düşünceleri ortaya bu benzersiz sinema evrenini çıkartmıştır. Oraya aitiz ve orayı seviyoruz
Bir keresinde kendisiyle röportaj yapma girişiminde bulundum ama olmadı tabi…Kendisiyle ilgili yazdığım bir yazı da bir sol haber sitesinde yayınlanmadı.
Kendisiyle mutlaka tanışmanızı arzu ederim. Büyük ihtimalle “bu ne ya” diyeceksiniz ama yüzde sekiziniz onu çok seveceksiniz…
İyi akşamlar.
Alakasız Not: Eti Burçak “Kurabi” diye bir şey çıkartmış, tek kelimeyle harika.