HARİKA BİR GÜNDÜ 2



Geçenlerde Çanakkale’de geçirdiğim günden bahsediyorum.

Harika, unutulmaz bir gündü…

Aslında bu yazının başlığı “Kadir Taşdelen’le Bir Kültür Gezisinin Ardından 3…” olacaktı.

Böyle bir serimizi var çünkü. Yine Kadir kardeşimle bir gastronomi ve kültür gezisi yaptık. Bu üç günlük bir geziydi. Üç günün bütün ayrıntılarını, goygoylarını, siyasi subliminal mesajlarını ele alırsam Mehmet Kahraman’ın dediği gibi uzaydan görülen bir yazı olur. Bu gezinin ikinci gününü ele alacağım sadece. Diğer iki günü kısa geçeceğim.

İlk gün Tekirdağ üzerinden gittik. Vedat Milor’a göre Tekirdağ’daki en iyi köfteciye uğradık. Apti Özcan, diğer aile bireyleri endüstriyel seri üretime geçince, ayrılıp geleneksel lezzeti korumak için mücadele etmeye başlamış. Takdir edilesi bir davranış. Çok iyiydi…Tekirdağ’daki Rakocsi Müzesi de (Macar ulusal kahramanı) yarım saatte bitti.

Sonra şehitlikler. Şehit kelimesini kullanmamayı tercih ederim. Hoşlanmadığım bir kelimedir. “Devrim şehitleri” tabiri de bir oksimorondur. Burada kısaca şunu söylemek isterim ki İngiliz ve Alman emperyalizminin savaşı üzerine neler neler söyleniyor, neler neler yapılıyor…Ölenlere saygısızlık etmek değil niyetim ama işte milliyetçilik bir yerlerden üretilmek zorunda. Tarihte “ecdadım” diye kabul ettiğim hiçbir topluluk yok. Tanımadığım insanların tanımadığım insanlarla yaptığı savaşlar, bireysel anlamda övgü veya sövgü meselesi değil benim için. Sadece analiz etme, yorumlama meselesi. Yaşadığım coğrafyada, benim yaşma tarzım üzerinde direkt (Buse merhaba) olarak etkisi bulunan sağ milliyetçi siyaset üzerine girdileri biraz daha fazla yapabilirim elbette. Devrimlere sempati besliyorum, tarihe büyük bir merakım var, olan biten çok ilgimi çekiyor ama bu siyasal müdahaleleri yemediğimi herkesin bilmesini istiyorum.

İlk günü iki paragrafla kurtardık.

İkinci gün yani Truva ve Assos’u gördüğüm gün dediğim gibi unutulmazdı.

Sabah Öğretmenevi’nde kahvaltı yaptıktan sonra önce Çanakkale Arkeoloji Müzesine yollandık. Oldukça sade bir müzeydi. Yetersizdi falan. Böyle olmak zorunda değil diye düşünmekteyim.

(jrsçökm)

Sonra ver elini Truva.

İlginçtir daha birkaç hafta önce öğrencilere 2004 tarihli “Troy” adlı filmi izletmiştim. Bu filmi herhalde 10, 15 öğrenci topluluğuna izletmişimdir. Sıkmadan izlenilmesi garanti bir filmdir. Üniversitedeyken Homeros’un “İlyada Destanı”nı okumuştuk zaten.

“İlyada” ile ilgili ne düşünüyorsunuz veya Yunan mitolojisi ile ilgili?

Dünyanın ilk yazılı edebi eseri ve muhteşem bir eser. Onu ortaya çıkaran insanlığın ortak kültürel birikimine hayran olmamak elde değil. İnsanlığın ortak kültürel birikimi mi yoksa Helen kültürü mü? Bu gün benim için unutulmazsa, geçen sene bu zamanlar Yunanistan’dayken hissettiğim şeylere benzer şeyler hissetmemden dolayıdır.

Homeros’un İlyada’sında geçen Truva şehrinin duvarları önümdeydi işte. Filmde Aşil’in “Achlles” “Hector, Hector!” diye bağırdığı duvarlar dokunma mesafesindeydi işte. Bu arada dokuz tane Truva kenti var. Üst üste kazılarda bulunmuş. Homeros’unki altıncı olanı.

Aslında oldukça küçük ve mütevazı bir kent. 6000 kişinin yaşadığı düşünülüyor. 6000 kişinin ordusu da en fazla 1000 kişi olmalı. Onu fethetmeye gelen Agamemnon’un ordusu da 2000 kişi falan olmalı. Günümüzle kıyaslandığında oldukça sıradan bir mücadele olan bu mücadele için bin yıllardır konuşuyoruz işte. Filmde Aşil “bu savaşı 1000 yıl boyunca konuşacaklar” demiyor muydu zaten? 3500 yıl sonra konuşuyoruz işte.

Bu arada “İlyada”yı okuduktan sonra, aslında zengin bir tüccar olmasına rağmen tüm servetini Truva’yı bulmaya adayan Alman Heinrich Schliemann’ı anmadan olmaz. Bu serveti elde ederken sömürdüğü emek bir yana bu insanın yaptığı bence takdiri hak ediyor. Zaten insanın kültürel ilerlemelerinin ardında hep bir sermaye birikimi vardır. Bu birikim olmadan farklı şeylerle ilgilenmeniz çok zor. Schliemann, bu birikimi kaybetme pahasına gitmiş ve Truva’yı bulmuş. Yine mitolojide olan altın postu arama hikâyesine benzemiş.

Truva’da o düşünceden bu düşünceye savruldum. Tıpkı Atina Acropolis’te yaptığım gibi. İnsan ortaya neler çıkarıyor ve başına neler neler geliyor…Yorum bölümündeki kısa filmi lütfen izleyiniz.

Bir sonraki durak Assos’tu. Çanakkale’ye 90 km uzaklıkta bulunan Behramkale diye Türkçe ad konmuş, döneminin en önemli liman kentlerinden biri olan Assos’a gidiyorduk.

Bu arada yolda açıktık ve rast gele bir tesise daldık. Açıkçası Türkiye’de bilmediğim bir mekâna gidip bir şey yemeyi pek sevmem. Ortalık vampir dolu çünkü. Hem yediğiniz bir şeye benzemiyor hem de sizi fena halde kazıklıyorlar. Ezine ilçesindeki Yorulmazlar Restoran sürpriz bir şekilde iyi ve ucuz çıktı. Köfte çok iyiydi.

Bu arada Türkiye’de tabelalar da çok kötü. Bir yere gitmek istediğinizde tabelalar yeterince iyi işlev görmüyorlar.

Assos’a giderken yolda Aristo ve Atena heykeli gördük. Acropolis’teki Parthenon’un içinde bir Atena heykeli varmış. Kenarında da kocaman bir tane varmış ve gemiler uzaktan görüyorlarmış. Bu heykelin ayağı hala orada duruyor. Parthenon’un içindeki heykel acaba şu anda nerede diye düşünmüştüm. Onun bulunması ile ilgili etkileyici bir film çekilebilir diye düşünmüştüm. Atena heykellerine karşı ilgim oluşmaya başlamıştı. Burada da bir tane olduğunu bilmiyordum.

Aristo, Troçki’ye göre insanlığın zirvelerinden biri. Assos da onun “hanım köyüymüş” zaten. Buraya ders vermeye gelmiş ve de burada evlenmiş.

Assos’a tırmanırken ne ile karşılaşacağımı bilmiyordum. Açıkçası hiçbir şey bilmiyordum, Kadir’in tavsiyesi üzerine gitmiştik.

Nereden bilebilirdim burada bir Dor tapınağı, bir Atena tapınağı olduğunu?

Görüp görebileceğiniz en güzel manzara eşliğinde bir Atena tapınağı kalıntıları gezmek… Sanki Parthenon’daydım. Manzara ve insanlığın ilerleme tutkusu anlatılmayacak, yaşanacak şeylerdi. Fotoğraf çekme koşuşturmacasını bir an önce bitirip mekânın tadını çıkarttık. Böyle yerlerde insanlarda çılgınca bir fotoğraf çekme maratonu başlıyor. Amaç büyük oranda sosyal medyada hava atmak…Çünkü orada herkes olduğundan iki kat daha fazla güzel, yakışıklı, sosyal ve mutlu. Patolojik bir durum bana göre ama zaten sosyal medyayı ortaya çıkaranların böyle beklentileri vardı.

Aşağılarda görülen ve biraz sonra gezeceğimiz şehrin kalıntıları da harikaydı. Kesinlikle bir sinek ikilisi şehir olmadığı her halinden belli. 10 bin kişilik tiyatrosu var. Kocaman duvarlar ve yollar var. Aristo’nun geçtiği kapıdan geçiyorduk işte. 10 numara beş yıldız. Mutlaka bir daha gitmek lazım…

Sonra döndük.

Bu güzel günü, güzel bir müzik, ne de güzel tamamlardı!

Canlı müzik bulduk bir yerde. Bir gün önce bana göre vasat bir müziğe Somali’deki elektronik mühendisi maaşını ödemiştik. Bu sefer hem fiyatlar insaniydi hem de iki gitar vardı. Elemanın birinin sesi çok iyiydi. Gitarla melodiler çalıyor, sololar atıyordu. Diğeri de eşlik ediyordu. Repertuvarları da tam benlikti. Son günlerde çok dinlediğim Ferda Anıl Yarkın’dan “Sonuna Kadar”ı istedim. Hatta elemana Erdinç Şenyaylar’ın attığı soloyu atmasını rica ettim. Gitar solosu istedim yani.

(bhas)

Sonra bu unutulmaz gün tamamlandı. Kötü bir otelde.

Ertesi gün döndük.

Dönerken Manyas Kuşcennetini de gezdik. Asıl mevsimi ilkbaharmış ama bu sefer de bayağı kuş vardı ve onları izlemek de çok güzel bir deneyimdi. Bursa’da Vedat Milor’un tavsiye ettiği iskenderciye bu sefer gidemedik. Çünkü bir buçuk saat falan sıra beklememiz gerekecekti…

Sonra da döndük ve bu seyahat bitti. Türkiye’de bu kadar etkileneceğim bir de Efes kenti vardır diye tahmin ediyorum. Oraya da gitmeye korkuyorum açıkçası.

İyi günler…

NOTLAR:

*25 yaşından büyük ve üniversiye mezunu olan bilinçli bir insanın sigaraya başlaması beni şaşırtmıştır. Gözümün önünde adım adım gerçekleşiyor.

*Allah belanı versin Yandex! Sorunsuzca kullandığım ve çok iyi olan bu programı ne zaman birisine göstermeye çalışsam sorun çıkartıyor hep. Geçenlerde de yine çok sevdiğim bir insana göstermeye çalışırken çalışmadı.

*Otoyolda giderken önündeki arabaya telaş yaptırmaya bayılanlar var.

*Çanakkale Muharebeleri’nden nasıl da Kemalizm üretmişler? Sanırsın o dönem sadece bir albay olan Mustafa Kemal ordunun başında vatanı kurtarmış.

*Çanakkale’den iki sene sonra, 1918 yılında 73 tane gemi boğazı yürüye yürüye geçmiş ve İstanbul önlerine demir atmışlardır.

*Anzak koyu çok etkileyici. Emperyalizmi hesaba katmamak olmaz ama…

*Her küçük şehir gibi Çanakkale’de de yaşanmaz. Bana göre tabi ki…

*Kadir emniyet kemeri takmıyor. Sevmiyormuş…

*Bu sefer çok öne çıkan bir müzik olmadı.

*Çanakkale merkezde resimde gördüğünüz Truva atı var. Filmde kullanılan bu atı yapımcılar Çanakkale halkına armağan etmişler. Bir at da Truva’da var ki o 1975 yılında yapılmış.

*Kadir’i ele geçirdiler! Öğretmenevi’nde gece beşte kapıyı çalan polisin yazdığı notta bu tabir yazıyordu. Askerlikle ilgili gidip işlem yapması gerekiyormuş da o yüzden gece beşte kendisini ele geçirdiler. Aklıma bu konuda ne kadar şanssız olduğum geldi. Okulum hiçbir zaman bu tecil işlerini düzgün yapmadığı için hep karakollardan arandım. Hatta bir iki gün dedemlerde saklandığım bile oldu. Hatta ve hatta askerliğimi yaptıktan bir, iki sene sonra bile karakoldan “kaçak olduğuma dair” arandım! Goygoy yapmıyorum…

Ekstra Son Not: Kadir bu yazıda hiç övülmediği şeklinde bir sitem etti. Kendisi adamın dibidir. Edebiyat ve tarih konusunda da bir sinek ikilisi değildir. Zaten tarih öğretmenidir, Varlık dergisinde yazısı çıkacak kadar da edebiyat dostudur…

Cu

Bu yazı harika bir gündü, kadir taşdelen, kişiler kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.