Ankara’dan günübirlik Kırşehir’e ve Nevşehir’e gittim. Yani aynı gün içerisinde…Birçok kez yazdım, bana göre Türkiye’nin en renksiz coğrafyası Orta Anadolu’dur. Orta Anadolu sarkazm’ı diye bir şey bence vardır. Bu bölgenin insanı hiçbir şeyi beğenmez, bununla birlikte gelişmek için de kılını kıpırdatmaz. Doğma büyüme bir Orta Anadolulu olarak gözlemlerim bu şekildedir. Diğer bölgelerin sol şeridi kapattıklarını da iddia etmiyorum. Politik olarak ise zaten biliyorsunuz, sağcıdırlar. Alevileri bile kolaylıkla Kürt düşmanı olabilmekte ve MHP’ye ilgi gösterebilmektedirler. Pis lümpendirler. Halk İslamı denen şeyin en groteskini yaşarlar, hiçbir şey bilmezler ama oy vererek belirleyici olurlar. Nevşehir tam böyle bir yerdir, Kırşehir biraz daha farklıdır. Başlayalım:
*Kırşehir tipik bir Orta Anadolu kasabası gibi değil birazcık daha bir CHP kenti gibi durmaktadır. Sokakta birbirlerine “merhaba” diyenleri gördüm. Türbanlı oranı ezici bir orana ulaşmıyordu.
*Otogarı şehir merkezine diğer şehirlere göre daha yakın. Taksi 15 TL yazıyor. Birinci durağı terminal olan bir minibüs (oralarda halk otobüsü diyorlar bunlara) hattı yok. Bu minibüsler genelde üniversite, hastane, TOKİ, yeni sanayi gibi yerleri geçerler ve terminale ulaşırlar.
*Valilik meydanda değil ve önünde Atatürk heykeli yok. Atatürk/Cumhuriyet/İstiklal caddesinin başlarında bir yerlerde, beş, altı katlı bir binada bulunuyor.
*Caddede biraz ilerleyince sağ tarafta Kırşehir merkezdeki üç önemli yapıdan birincisi karşınıza çıkıyor. Ahi Evran Cami…Şimdi eğer bir caminin içinde basamak varsa o camiden tırsın. Geçenlerde iki yazı okudum. Birincisinde Bursa Yeşil Cami gibi içerisinde basamaklar ve bölmeler olan camiler aslında cami değil zaviyedir. Yine başka bir yazıda da 12. 13. yüzyıllarda Horasan’dan abdal, eren, aşık, derviş lakaplı kişiler Anadolu’ya gelip ilk Osmanlı padişahlarının siyasi faaliyetlerine katılmışlar. Yağma faaliyetlerine katılmışlar ve sonra kendi mekanlarını inşa edip oralarda dünyevi ve ruhani faaliyetler gerçekleştirme izinleri almışlardır. Kırşehir’deki Ahi Evran Camisi denen yer de tam olarak böyle bir yerdir. Bir otele benziyor. ortadaki ortak yaşam alanı şu anda caminin ortası. Kenarlarda küçük küçük odacılar var. Hepsi caminin parçası olmuş. Sultan Selim’le beraber bir ortodoks sünni İslam ideolojisi oluşturulmuştur ve Orta Asya şaman metafizik ögeleri halen bünyelerinde barındıran bu mekanlar operasyon görmüşlerdir. Camiye döndürülmüşleridir. Ahi Evran böyle bir yerdir. Ahilik üzerine de bence abartılı değerlendirmeler var. Anadolu coğrafyasında Hristiyanlar öldürülmeden veya sürülmeden önce doğru dürüst zanaatkar olmadığını düşünüyorum. 50 sene önce çadırdan vazgeçen bir halkla binlerce yılın yerleşik hayat tecrübesine sahip olan bir halk aynı olamaz herhalde…
*Kırşehir’de bir tane “müze” de var. Anadolu’daki müzelere giderseniz genelde görevli şok olmuş bir şekilde yüzünüze bakar. Bu müzeler 10 dakikada biter benim için. Beş altı tane Roma çömleği, çok az para ve bol bol halı dokuyan kadın maketi…Türkiye’de çok iyi müzeler vardır ama Anadolu’daki “genelgeyle” kurulmuş müzelerin hepsini topla çöpe at…
*Sonra meydana geliyoruz. Bu kadar büyük bir meydan beklemiyordum açıkçası. Meydanda dünyanın en küçük burunlu Atatürk heykeli var. Heykelin hemen arkasında bu zaviyelerden bozma camileri taklit eden bir beş altı yıllık cami var. Anomalinin taklidi…Çok çok kötü duruyor.
*Ve meydanda Kırşehir’deki en önemli eser var. Cacabey Medresesi. Selçuklular döneminde özerklik vardı. Her bölgenin otoritesi otonomdu ve bunların hepsinin başkent Konya’ya bağlı olduklarını görmüyoruz. Konya’nın başknet olması da muammalı. Sivas, Kayseri, Erzurum, Divriği, Diyarbakır, Alanya ve hatta İznik çok güçlü otonom merkezlerdi. Kırşehir otoritesi Cacabey bu medreseyi inşa ettirmiş. Yalnız bu mekanın yine basamaklı, çok bölmeli, eyvanlı (günümüzdeki mihrap) olduğunu görüyoruz. Ve burası asıl olarak bir astronomi merkeziydi. Gökyüzünü gözlemlemek üzere kurulmuştu. Bugün minare diye görülen şey de aslında bir gözetleme kulesiydi. Sonra resmi ideolojinin operasyonunu yedi ve her tarafı cami oldu. Gerek iç yapısı gerekse de dış yapısı itibariyle camiyle alakası olmayan bir yer. Kendi yapılarına bile acımamışlar.
*Sonra meydana açılan geniş caddelerden birinden yukarı doğru yardırıyoruz ve Aşık Paşa Türbesi’ne ulaşıyoruz. Yanılmıyorsam Miniatürk’te vardı. Otobanda çalışmayan trafik ışıklarını geçip karşıya geçiyoruz ve mekan ulaşıyoruz. 1177 yılında inşa edilmiş. Garipname adlı eserle Türkçe için çok faydalı bir iş yapan Aşık Paşa’nın türbesi. Yalnız cephesine baktığımızda beyaz mermeri ve bu mermer üzerinde alışılmışın dışında bezemeleri görüyoruz. O yıllarda olmayan bir şey. Barok mimarinin primitif örneği olarak görebiliriz bunları. Yozgat’taki Çapanoğlu camisi için böyle denir. Bence ondan önce yapılmış olan APT bu ünvanı almalıdır.
Kırşehir bir buçuk saatte bitti ve Nevşehir’e yollanayım dedim. İki tane, yola minibüs süren firma vardı. Aktaş ve Öz Hacı Bektaş. İkisi de Ford minibüs gönderiyor. 90 km, 15 TL. Bu gibi durumlarda kurumsal ve köklü bir firma varsa o, tercih edilmeli. Şanal Kırşehir, büyük otobüsle beni tavladı. Yazıhanesinde kibarlık bombardımanı vardı. Çay ikram edildi. Yalnız dün yazdığım o Hitler anekdotu sinirlerimi bozdu. Ve orada servis beklerken dünkü diyaloğa ilham veren dayı geldi. SA, AS…Hemen muhabbete başladı. İçinde “kaynım, orman idareden emekli olmak, esnaf oğlanlar, prostat, sigorta, elma, Niğdeliyik” gibi kelimeler geçiyordu. Ne işim vardı orada? Gezmek, tarihi eserlere bakmak onun dünyasında yoktu. Defineci olmalıydım. Dayıyı zor bela atlattım. Sohbetçilerden hiç haz etmem.
*Nevşehir’e otobüs bir buçuk saatte gitti ve her ilçenin otogarına uğradı. Gülşehri adlı ilçenin ırmağı çok hoşuma gitti. Daha önce Hacı Bektaş’a iki kere gitmiştim. İki kere bilim katliamına tanık olmuştum.
*2015 Haziran seçimleri sonrasında “Türkiye’nin en sağcı şehirleri” diye bir yazı yazmıştım. Nevşehir orada dokuzuncu sıradaydı.
*Kapadokya bambaşka bir yer. Büyüleyici bir yer. Hem doğal hem tarihi olarak UNESCO dünya mirası olan 37 yerden biridir. Ama Nevşehir merkez hiç de büyüleyici bir yer değildir. Sıfır tarihi eser olduğunu zannediyordum. Yanılmışım. Daha doğrusu internette önceden bakmıştım ama kale ve çevresinden bahsetmyordu hiçbir site. Restore edilmiş ve cillop gibi olmuş bir kale var. Kalenin eteklerindeki evler yıkılmış çünkü bir yeraltı yerleşimi keşfedilmiş. Çok iyi bir şeyler çıkacak oradan diye tahmin ediyorum. Arkeoloji alanına girdim. Geçenlerde böyle bir yere giren Amerikalının köpekler tarafından yendiğini okumuştum. Issız ve geniş bir yer. İki çıkışı var. Birine doğru giderken köpekler havlamaya başladı. Geri döndüm ve öbür çıkışın yolunda da köpeklerin gezindiğini gördüm. ORtadan karlar üzerinden yolumu buldum ve kazı alanını terk ettim.
*Hemen oralarda bir de Damat İbrahim Paşa külliyesi var. Caminin içindeki kalem işçilikleri görülmeye değer. Yani sıfır tarihi eser değilmiş.
*Sonra mecburiyet caddesinde bir tur attım. Farklı olan hiçbir şey görmedim. Boğucu bir Orta Anadolu kasabası işte.
*Otogara gitmek için halk otobüsüne bindiğimde ise de facto bir haremlik selamlık uygulaması olduğunu fark ettim. Öndeki üç kişilik yer boşken türbanlı kız oturmadı ve iki kız oraya oturunca geçti. Benim yanım boşken ayakta duran türbanlı yanıma oturmadı ve tekli koltuk boşalınca oraya geçti. Gerçi laik yerlerde de benim yanım genelde en son oturulan yer olur Erkekler otobüsün arkasında kadınlar önünde duruyorlardı. Böyle bir durum vardı yani.
*Otogarlarda asker uğurlamaları ve Japon flaneur lar ilginç bir tezatlık sunuyordu doğrusu.
*Dünyanın en iğrenç yemeğini gördüm Nevşehir’de. Bir lokantadaki kuru fasülye ve pilav tarif edilecek gibi değildi.
*Tuvalet 1,50 idi. Otagar yaşlı tuvalet bekçileri de çok asık suratlı, mendebur olurlar. Tıpkı kilise bekçileri gibi. 50 yıllık ev hanımlığı sonrasında esnaf olan Ankara kadınları da böyledirler.
*Kırşehir’den geçersem bir daha bakarım bu bahsettiğim şeylere ama Nevşehir’e ölene kadar gideceğimi zannetmiyorum.
Böyle bir gündü işte…