“Kıskanmak” Romanı Eleştirisi

indir

Nahid Sırrı Örik’in iki önemli romanından biri olan “Kıskanmak”ı okudum…

Diğeri “Sultan Hamit Düşerken” adlı romandır.

“Kıskanmak” romanı üzerinde durulmayı hak eden bir roman. İyi bir roman…

Zeki Demirkubuz bu romanı aynı adla perdeye taşımıştı. Yaklaşık 10 sene önce filmle ilgili yazılar yazmışım. Filmi beğenmemişim. Film çekilirken, o filmin bir Zeki Demirkubuz filmi olamayacağını öne sürmüşüm. En önemli sebep olarak filmin bir dönem filmi olmasını işaret etmişim. Zeki Demirkubuz’un en önemli özelliği gerçekçilik imiş fakat bir dönem filmi bunu zedeliyormuş. Doğrudur, dönem filmleri bendeki gerçekçilik duygusunu zedeliyorlar. Sevmem yani. Daha önce hiç yapmadığı bir sürü “sinema hilesi”ni (kendi tercihi bu) o filmde kullanmıştı. Belki de paraya ihtiyacı vardı fena halde. Bununla birlikte romanın hakkını da veremiyordu filmde. Veren roman kaç tanedir ki zaten? Bu konuda düşüncelerimi sıkça dile getirmiştim: Roman bir kurgudur, sinemanın da bir kurgu olması beklenir. O halde yönetmen daha önce sunulmuş ve beğenilmiş bir kurgu yerine kendi özgün kurgusunu önümüze koymalıdır. Neyse, “olmamış” filmi bir kenara koyalım ve romana odaklanalım.

Bir paragraf daha odaklanmayalım: Romanla ruh birliği kurulacak başka bir film var aslında. Halit Refiğ’in 1962 yılında, Vedat Türkali’nin senaryosundan çektiği “Şehirdeki Yabancı” Zonguldak’ta geçmesi ve elit kesimleri ele alması açısından romanla benzeşiyor. Sadece bu açıdan yalnız…

1930’lu yılların Zonguldak’ında geçiyor roman. Batılılaşma Krizi tüm şiddetiyle devam ediyor. 30’lu yıllar önemlidir. Türkiye’nin artık Batılı yaşam tarzından geri basmayacağı neredeyse kesinleşmiştir bu yıllarda. Daha sonra ne olursa olsun veya şu anda neler olursa olsun Türkiye bir daha asla dindarların kafalarındaki yaşam tarzını yaşamayacaktır…

30’lu yılların Zonguldak’ındaki elit kesimin yaşantısına baktığımız zaman şort-bira-flört (yani TR siyasetinin özeti) üçgeninin egemenliğini ilan ettiğini görüyoruz. Grotesk görüntüler de olmuyor değil. Balo denen olgu yeni yeni TR elit kesimlerinin hayatına girmeye başlamıştır örneğin.

Bölgede bulunan Fransız şirketlerinin temsilcileri de elit kesimin yaşamlarını etkilemektedir belli bir oranda.

KARAKTERLER

Önceden, Türk edebiyatındaki ilk psikolojik romanın “Eylül” olmasının üniversite sınavında sorulması kesindi. İlk psikolojik roman, “Eylül”… “Kıskanmak” da ilklerden biri olmalı. Bu romanda karakterlerin psikolojilerini gözlemleme olanağı buluyoruz çokça… “Protagonist” (baş kahraman) Seniha’nın ruhsal dünyası romanın çoğunu teşkil ediyor zaten. Ön planda, başka başka insanlar farklı farklı şeyler yaşıyorlar ama biz bunların hepsinin Seniha ile olan ilgilerine odaklanıyoruz. Bu ilgileri kavramaya çalışıyoruz. Seniha’yla beraber Mükerrem’in, Halit’in ve Nüzhet’in de iç dünyalarını kavramaya çalışıyoruz. En az Nüzhet’inkini kavrıyoruz çünkü kendisinin pek bir iç dünyası yok; nefes alan, yemek yiyen ve yürüyen bir penisten fazlası değil kendisi… Eşek kadar adam olmasına rağmen ortaokulu bir türlü bitiremiyor. Halit’in ve Mükerrem’in ilişkilerinden kaynaklı psikolojileri analiz edilebilir bir durumda…

SENİHA

Zeki Demirkubuz’un filmlerinde genelde bir “yılan kadın” karakter vardır. Bu romanı seçmesi tesadüf değil. Peki, Seniha bir yılan kadın mı? Ben bu noktada rezerv koyuyorum… Bir anti-kahraman olduğu kesindir. İnsanlığın “kurgu” tarihinde ilk dönemlerde ortaya çıkmasına rağmen (İlyada’daki Aşil) ancak bu tarihin son dönemlerinde kendisine yer bulabilmiştir anti-kahraman. Osuruğundan şimşekler çakarak büyük ve önemli işler başaran, kusursuz “kahraman”ın aksine kişiliğinde ve de görüntüsünde birçok deformasyonlar barındırır anti-kahramanımız. Travis Bickle’ı hatırlayalım… Seniha’nın dış görüntüsündeki deformasyonlara ayrıca değineceğiz. Kişiliğindeki deformasyonlar ise bence derinlikli ve çok yönlü bir şekilde ele alınması lazım.

Klasik dönem Amerikan sinemasının “femme fatale”leri gibi fena bir planı adım adım hayata geçirip bir erkeği mahvetmeye çalışsa da ben “Hırsızın hiç mi suçu yok?” sorusunu ortaya atmak istiyorum. Kimdir hırsız? Başta abisi Halit ve annesi olmak üzere tüm toplumdur…

KADIN OLMAK?

Bu toplumda sadece kadın olmanın bile başlı başına bir problem kaynağı olduğunu düşünüyorum. Sınıfsal konumlanışlardan bağımsız bu dediğim. Zaten sınıfsal konumlanışlarından dolayı insanlar acı çektiklerini fark edemezler ama kimliklerinden dolayı acı çektiklerini çok iyi bilirler. Kadın olmak bilincin oluşmaya başlamasından itibaren kadınlara gergin olmayı dayatır. Bunu bir kenara yazalım. Hayattaki en büyük ve neredeyse tek çelişkinin sınıfsal çelişkiler olduğunu düşünen insanlar bu yazdığıma katılmayacaklardır. Erkek olanları hiç mi hiç katılmayacaklardır. Neyse hedef kitlem sadece onlar değil.

DIŞ GÜZELLİK ÖNEMLİDİR

Seniha hem bir kadın hem de çirkin bir kadın… Bunun önemini kavrayabiliyor muyuz? Dış güzellik önemlidir. Kim önemli değil derse ona inanmam. Herkes karşı cinsi beğenmek ister. Beğendiklerine ilgi duyarlar. Zorunlu olarak evlendirilmiş olabilirler veya kendileri bir “proje” olarak birisiyle evlenmiş olabilirler dediğimi geçersiz kılmaz bu. Güzel bir insan güzel olmayana göre çok şanslı bir insandır ve güzellikten kasıt da fizik olarak güzelliktir, tek başına yüz güzelliği değil. Yüzü güzel ama fiziği güzel değilse o da bir anlam ifade etmez. Güzel insan daha şanslıdır, bir kere sürekli beğeni ve ilgi alır ki bu ikisi insan için ne kadar da çok önemlidir! Sürekli bunları alanlar, bunları almayanların ne hissettiklerini kavrayamazlar ve sık sık boş boş konuşurlar… “Benim nerem güzel ki…”, “Allah herkese güzel bir yan vermiş…”, “Önemli olan iç güzellik…”, “Sempatik bir kızsın sen de canım…” Geçiniz… Çirkin ama gerçek anlamda çirkin bir insanın psikolojisinin normal olmasını beklemem ben. Hele ki bu çirkin insan kadınsa daha bir yanmıştır çünkü bir erkek güzel olmasa bile güç, zeka, zenginlik, yaratıcılık, çakallık gibi şeyler sayesinde bir kadını etkileyebilir ama güzel olmayan kadının ne bileyim zekasıyla bir erkeği etkilemesine… Ben şaşırırım. Kadından güzel olması ve kendisini topluma beğendirmesi beklenir. Erkeklerden daha çok… Prestijli işler mevzusunu hatırlatmak isterim. Kadın prestijli işlerde olmadığı için toplum yani erkekler tarafından sadece güzellikleriyle değerlendirilirler. Lütfen kimse kendi 150, 200 kişilik Kadıköy, Beşiktaş çevresine bakıp itiraz etmesin. Burada insanlık tarihinin özeti ve toplumun ezici çoğunluğu ele alınmaktadır.

Seniha’nın çirkinliği sürekli önüne konuluyor. Romanın “climax”i (önemli değişiklik) Seniha’nın gençliğinde evde yaşadığı bir sahnedir. Güzel olan abisi Halit, Avrupa’daki tahsili devam ederken tatile gelmiştir. Bazı genç kızlar Halit’i görmek bahanesiyle Seniha’yla diyaloga geçip kendilerini eve kabul ettirmişlerdir. Güzelliği dillere destan olan Halit, kız kılığına girip diğer genç kızlara bir şov yapar. Annesi o esnada “Ah ne olaydı da bu çirkin kız biraz sana benzeseydi…” der. Şimdi… Şu travmaya bir bakar mısınız? Bunu tahayyül edebiliyor musunuz? Sürekli ailesi ve abisi tarafından çirkinlik mobbing’ine uğrayan Seniha’nın bir “yılan kadın” olması sürpriz bir sonuç mudur? Abisinden intikam almak için onu adım adım bir suça itmesini kınamaya devam edelim ama intikamla ilgili ne düşünüyoruz, kendimize dürüstçe soralım.

PARTNER BULDURTMA FAŞİZMİ

Çirkin olarak toplumu (erkekleri) hayal kırıklığına uğratan Seniha, doğal olarak Partner Buldurtma Faşizmi’nin de (PBF) ilgi alanına giriyor. PBF sadece kadınlarla ilgilenmez bu arada…Bu toplumda PBF vardır. Herkes mutlaka bir partner bulmalıdır… Tabii partner bulmaktan kasıt evlenmesidir. Bu arada toplumun ezici bir çoğunluğu da zaten partner bulmak ister. Bu, ayıp veya kabahat değildir bu arada… Ancak bazı insanlar bundan vazgeçmiş olabilir. Bir araştırmaya göre her toplumun yüzde biri aseksüel… Veya örneğin çirkin ama akıllı bir kadın haklı bir şekilde “Lanet olsun!” deyip partner bulmaktan vazgeçmiş olabilir. Bulamıyor olabilir. Eşcinsel olabilir… Yoğun ilişkiler yaşamaktan kaçınmak isteyebilir… Olmaz ama… İlla “normal” insan partner bulacak ve onunla evlenecek. Olmuyorsa, o kişi “tuhaf”, “anormal” bir kişi. Çevrede istenmeyen bir unsur.

Partner bulamayan Seniha herkesin içten içe hor gördüğü bir insan. Bu hissiyatı anlamıyor olabilir mi? Bundan dolayı acı çekmiyor olabilir mi? İlgi ve beğeni adlı o iki büyüleyici şeyden mahrum kalmasının ruhunda açtığı yaralara PBF nasıl bir etki ediyor olabilir acaba?

Bu arada romanın sonlarına doğru Seniha’nın aslında bakire olmadığı ve başından iki macera geçtiğini öğreniyoruz. Bunu sonda öğrenmemiz bence teknik olarak bir kusur çünkü roman boyunca Seniha’nın hayatı boyunca heyecan duygusundan yoksun olduğunu zannediyorduk ve ona bu ön bilgiyle yaklaşıyorduk fakat sonlarda bunu öğrenmiş olmamız okuyucu olarak bir aldatılmışlık duygusu yüklüyor bize. Gerçi bu ilişkilerden birinin, ilkinin oldukça travmatik ve ruhta derin yaralar açan bir ilişki olduğunu da öğreniyoruz. Bir gün bir işçi eve gelir ve olan olur. Adam giderken Seniha’dan iki lire harçlık ister! Travmaya bakabilir miyiz lütfen?

TR toplumu bir “aradığını bulamamışlar” cennetidir. Neredeyse kadınların tamamı, erkeklerin de önemli bir bölümü bu kümeye dahildir. Seniha aradığını bulmazken sürekli darbe yiyen bir insan. Tekrarlamak istiyorum, Seniha’nın bir “yılan kadın” olması kesinlikle bir sürpriz değil doğal bir sonuçtur.

DOLAYLI ÖFKE

Derler ki kadınlar dedikoduyu severmiş… Erkeklerin hiç sevmediği anlamına geliyorsa bu, karşı çıkarım ancak kadınların evrimsel süreçte bu konuyla bağını araştıran ve ortaya atan bilimsel tezler vardır. Kadınlar rakiplerini dolaylı öfkeyle yani dedikoduyla zayıflatır demek istemektedir bu tez. Bakmak zorunda oldukları yavruları olduğundan dolayı erkekler gibi fiziki mücadeleye girmekten kaçınırlar ve rakiplerini dedikodu, haset, entrikayla çökertip etkili erkek bireyin kendilerini beğenip almasını sağlarlar… İlginç buluyorum bu tezleri. Bunlar saçmalık değil ciddi bilim insanlarının üzerinde düşündükleri tezlerdir. Erkek ve kadın davranışlarının tamamen farklı olmasını göz ardı edemeyiz. Bunun bir sebebi olmalı. Sadece toplumsal yapı olamaz bunun arkasında yatan sebepler.

Lermantov’un “Zamanımızın Bir Kahramanı” romanıyla ilgili yazımda, insan davranışlarını anlamaya çalışırken dört milyon yıllık evrimsel sürecinin göz ardı edilip çoğunlukla yerleşik hayata geçtiği son 10 bin yıllık sürece odaklanıldığını ve bunun hatalı olduğunu öne sürmüştüm… Oysa orada çok uzun bir süreç vardı ve biz o sürecin ürünleriydik bir dereceye kadar… Gerçi dolaylı öfke o kadar uzun yıllar önce gözlemlenecek bir şey değil çünkü dil becerilerinin gelişmiş olması gerekiyor. Homo Erectus’un alet yapan alet ürettiğini, sandal yaptığını, ateşi kontrol altına almayı başardığını biliyor olmamı “dolaylı öfke”yi iki milyon yıl öncesine götürmemiz için yeterli midir? Benim tahminim –varsa” dolaylı öfke Sapiensin işidir. Not: Bu arada karım şu anda içeride telefonda biriyle dolaylı öfke egzersizi yapıyor.

Seniha’da dolaylı öfkeyi görüyoruz. En büyük öfkesi abisine. Yazar bunu bize açıklıyor zaten. Seniha’nın Mükerrem’e öfke duyduğunu, onu kıskandığını öne sürebilir miyiz? Yoksa onu sadece büyük projesinin bir enstrümanı olarak mı kullanıyor? Kadın kadının kurdudur derler. Kadınlar birbirleriyle çok uğraşırlar. Yüzlerine gülüp arkadan düşmanlık beslerler. Erkekler açıktan rekabet içerisinde oldukları için düşmanlıklarını da açıktan (ama son dakikada çünkü bu, fiziksel karşı karşıya gelişi getirecektir) belirtirler. Seniha’nın Mükerrem’in beğenilen kadın olması dolayısıyla ona karşı da bir şeyler tasavvur ettiğini düşünen var mıdır? Varsa dinlemek isterim. Benim kafam karışık. Filmin büyük bir bölümünde bunu anlıyoruz. Seniha’nın dolaylı öfkesi yani dedikodu ve entrika mekanizmasını çalıştırması evrimsel sürece fikri veriyor. Bu anlamda oldukça ilginç bir roman diye tekrarlayabiliriz.

KİM KAZANDI?

Çoğunlukla güçlüler kazanır. Futbolda son 20 yılda şampiyonlar ligini kazanan takımların o senenin en zengin 10 kulübünden biri olmaları, hatta 2005 şampiyonu Liverpool hariç en zengin yedi kulüpten biri olduklarını araştırdığımı hatırlıyorum. Porto hariç böyleydi bu. Hayat da farklı değil. Çoğunlukla güçlüler kazanıyor. Arada sırada güçsüzlerin kazanması sahte umut veriyor insana çünkü bu tür kazanmalar tesadüfi oluyor ve hiçbir zaman işin normali olamıyor. “Kıskanmak” romanında da güçlü olan yani erkek kazanıyor. Seniha intikamını alamıyor ve ölesiye kıskandığı abisi Halit badireleri atlatıp romanın sonunda yine prestijli bir pozisyona erişiyor. Hatta Mükerrem’e bir haber salsa sanki genç kadın koşa koşa tekrar ona gidecek… Zavallı Seniha o zaman… Hayatının özeti “olmamışlıklar”. Etik olarak bir suç olan büyük projesine kadar sürekli haksızlığa uğradığını, toplum (erkekler ve onların müttefiki kadınlar) tarafından sürekli hor görüldüğünü inkâr edemeyiz.

Seniha’yı kötü bir karakter olarak damgalayıp, onu kınamak en kolay şey oysa kadın bedeni üzerinden iktidar ilişkileri kurulmasını ne yapacağız? Oraya söyleyecek hiçbir sözümüz yok mu? Bu sorunu nasıl düzelteceğiz?

Kafa karıştıran bir roman. Kafa patlatmaya yol açan bir roman. O zaman iyi bir romandır…

 

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

“Kıskanmak” Romanı Eleştirisi için 2 cevap

  1. sena saltan der ki:

    Yorumunuzu cok begendim. Söylediginiz cogu seye katiliyorum, düsüncelerimi dile getirmissiniz, özellikle toplumun kadina olan bakis acisinda. Sonunda yine birinin canini aldigi halde affedilen Halit ve sadece “cirkin” oldugu icin dislanmis Seniha… Kim kazandi? Seniha abisini daha erken birakip gitseydi, intikam pesinde ömrünü harcamasaydi ne olurdu? Daha önceden ögretmen olsaydi? Aslinda ögretmen olmayi sevmedigini de hissediyoruz kitabin sonlarina dogru. Cok güzel bir romandi. Türk edebiyatinin gizli cevherlerinden.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.