Can Yücel: Sen hakiki bir devrimcisin.
Sevan Nişanyan: Hayır, provokatörüm.
Dün sağcılar için atsan atılmaz satsan satılmaz dedik. Peki, Sevan Nişanyan’ı ne yapacağız? Bu soruyu duysa eminim “neden siz beni bir şey yapmak zorundasınız ki asıl ben sizi ne yapacağım?” derdi…
Liberalleri kesecek miyiz?
Nitelikli ve sıra dışı üretimleriyle hepimizi cebinden çıkartacak olan Sevan Nişanyan’ı liberal olduğu için kesmemek gerektiğini düşünüyorum.
Adam liberal falan değil aslında. Hiçbir şey. Veya her şey.
Diyor ki “bunca ihtimal varken tek hayata mahkûm olmak ne acı!”
O yüzden her şey olmuş veya hiçbir şey olamamış.
Genç Siviller’i bilir misiniz? Hatırladınız mı o kıl kuyrukları?
Ya şimdinin küçük eniştesi Taraf gazetesini?
2007-2008 yıllarında AKP zorbalığı hazırlık yaparken bu Genç Siviller, bu Taraf gazetesi sol şeridi kapatmışlardı. Askeri vesayeti “fena” gerileteceklerdi. “Pis” demokrasi getireceklerdi.
İşte bu Sevan Nişanyan o dönemde Genç Siviller’in en favori “sohbetçi”lerinden biriydi. Taraf’ta yazıyordu. Yazdıkları siyasi değildi bu arada. Burnunun dikine gittiği için Taraf’tan bile kovuldu.
O şakşakçı grupta yer alıyordu. O halde liberal. Şimdi dinci gericilikle ilgili bayağı iyi bir yere gelmiş ama o zaman öttürdüğü borazanlar ömür boyu yakasını bırakmayacak. Çünkü sıradan goygoylar değildi onlar. AKP rejim kuruyordu. Yani olağanüstü bir dönemdi. AKP’ye yaratıcı devrimler yapıyor demiştir Nişanyan.
Siyasi görüşüne tekrar dönmek üzere, üretimlerine, muhteşem üretimlerine bakalım Nişanyan’ın.
Kendisi tanınmış bir figür.
Entelektüel üretimleri, resmi ideolojiye tuttuğu olağanüstü kafa bir yana tanındığı mevzu çok sevimsiz bir mevzu aslında.
Çoğunluk, onu boşandığı eşi Müjde Tönbekici’nin kafasından aşağıya bir kavanoz dışkı boşaltmasıyla tanıyor. Kendi dışkısını kavanoza yapmış ve balkondan aşağı kadının kafasına bırakmış.
Dedik ya adam manyak, normal biri değil.
Feministlerin çok tepkisini çekmişti. Haksız da değiller bence. Yapılacak iş değil. Gerçi kendisi “O benim özelim. Kimi ilgilendirir? Siz Müjde’yle aramızda geçenleri biliyor musunuz?” diyor. Ama ben yine de “oha” diyorum.
Kendisine göre 2008 yılında yayınladığı “Yanlış Cumhuriyet” adlı kitaptan sonra (buna geleceğiz) Ergenekon terör örgütü (!) bu olayı gündeme getirerek kitabın etkisini kırmaya çalışmış.
“Aslanlı Yol” adlı bir kitap yazdı. Otobiyografi. Çok severim otobiyografi okumasını.
Sevan Nişanyan, bu ülkede var olmuş en özgün, en ayrıksı, en manyak insanlardan biri olduğu için kitabı çok ilgi çekici.
Bazı insanlar sıra dışıdır. Bir ortamda hemen dikkat çekerler. Konuşmaya başladılar mı o farklılığı sezersiniz. İyi hatip olmaktan bahsetmiyorum. O başka bir şeydir. Her iyi hatip olağanüstü biri olacak diye bir şey yok. Sıra dışı insanlar zaten hem iyi hatiplerdir hem de iyi yazarlar. Çok enerjiktirler. Yapamayacakları şey yoktur. Anlayış kurarlar, ideoloji kurarlar, devrim yaparlar, karşı devrim yaparlar, 23 yaşında tek kelime Almanca bilmeden “Grundisse”yi çevirirler, Türkiye’ye bilgisayarı ilk kez getirirler, Türkiye’yi ve dünyayı karış karış gezerler, olağanüstü kitaplar sözlükler yazarlar, birçok kez hapse girerler, 20 yıllık karısının çocuklarının annesinin kafasına dışkı atarlar, Harward Yale Colombia Robert Kolej okurlar, iki yaşında kendi kendine okumayı öğrenirler, 12 dil öğrenirler, Ergenekon zokasını yutarlar falan.
Sevan Nişanyan da liberal olmanın ötesinde böyle biridir.
Hayatı akademik başarılarla doludur. İki yaşında okuma öğrenmiştir. Fen lisesi sınavında ülke birincisi olmuştur. Bunlar önemli değil.
SOLCULUK
“70’li yıllarda liberalizm mi vardı?” diye sorar. O yıllarda Murat Belge, Ömer Laçiner ekibine yanaşır Nişanyan. Marx’ın en ağır metinlerinden biri olan “Grundisse” için Büyükada’daki evine kapanmış ve eseri bir ayda çevirmiştir. 23 yaşındayken ve tek kelime Almanca bilmiyorken. Esere yazdığı 100 sayfalık önsöz de cabası.
Hayatta hiçbir şeyde süreklilik arz etmemiş bir kişi olarak Sevan Nişanyan’ın solculuğu da bir süre sonra biter. Onun için süreklilik demek bir şeyi geride bırakıp yeni bir şeye sarmaktır. Sarmak ama manyaklık derecesinde…
Amcaoğlu provokatör olduğu için ileri geri konuşmayı da ihmal etmez. Kitapta Marksizm, Leninizm, sosyalizm üzerine epeyce giydirme var. Burası ona cevap verme yeri değil. Cevabın bir işe yaramayacağı da ortada ama yine de şunu söylemekten kendimi alamıyorum: “Tek bir hayata bağlı kalmak ne kadar acı diyor ya, apaçık kapitalizmi tarif ediyor aslında. Çünkü kapitalizmde ancak parası ve vakti olanlar başka başka şeyler de olabilir. Bir de Nişanyan gibi olağanüstü olanlar. Bir gün herkesin olağanüstü olmasını mı bekleyeceğiz veya bu kapitalizm sarmalını dağıtacak mıyız? Dağıtma işinde direk olmayabilirsin ama bari küfür etme…”
Sosyalizm dünyada bugüne kadar bir başarısızlık sunmuş olabilir. Başardıklarıyla hiç ilgilenmiyor bu arada. Sosyalizmi özünde bir saygısızlık olarak görmek de ağır oluyor. Yedi milyar plastikten zombi yaratan kapitalizme hiç laf yok mu? “Azcık öte git” demek yok mu?
Dünyadaki en zor şey sosyalist olmak ve sosyalizmle ilgili her şeydir. O yüzden olamayanlar bari küfür etmesinler diye düşünüyorum.
Ben herkesle görüşmek isterim. Bunda bir yanlışlık görmem. Özellikle olağanüstü insanlarla takılmak hoşuma gider ama “SSCB’yi çökerten adam” olarak bilinen ideolog Brzezinski ile takılmış olsam, onun dersine Obama ile birlikte girmiş olsam, bunu anlatırdım ama alı al moru mor da olmazdım örneğin.
Sevanyan’ın başardığı olağanüstü işlere bakalım şimdi de…
İLK BİLGİSAYAR
Nişanyan’ın ne kadar farklı ve arayışçı biri olduğunun diğer bir kanıtı da ülkeye ilk bilgisayar getiren kişi olmasıdır. Commodore 64 bilgisayarları o getirmiştir.
KÜÇÜK OTELLER KİTABI
Türkiye’yi en iyi bilen insandır. Bütün köşesini karış karış gezmiştir. Bütün otellerde kalmıştır ve kitabını yazmıştır bu otellerin. Saygıdeğer bir çalışma.
MERAKLISI İÇİN KARADENİZ
Karadeniz bölgesi ile ilgili bilinmeyen ilginç gerçekleri açığa çıkartmıştır. Karadeniz bölgesinin günümüzde bu kadar milliyetçi ve muhafazakâr olmasının geçmişten kalan yoğun Rum ve Ermeni köklerini yadsımak için olduğunu ben düşünüyorum. Sakin olun canlarım, sizi seviyorum. Şu kitabı bir alıp okuyun hatırım için. Ne, ne imiş bir görün. Benim gibi Atina’daki müzik aletleri müzesini gezerken şok olmazsınız.
ANKARA’NIN DOĞUSUNDAKİ TÜRKİYE
Bu da yine bir gezi kitabı dışında oldukça ilginç, zihin açıcı bilgiler içeren bir kitap.
TÜRKÇE’NİN EPİSTEMOLOJİK SÖZLÜĞÜ
Bu eseri için 15 bin saat çalışmıştır. Türkçe’deki bütün kelimelerin köklerini inceler. Gerçekten o luna park gibi hayatında şu çalışmayı yapmış olabilmesi şaşkınlık ve hayranlık uyandırıyor.
YANLIŞ CUMHURİYET
“Onu bunu bırak da Atatürk’ü seviyor musun, sevmiyor musun onu söyle.” Şu hayatta en sevemediğim sorulardan biridir bu. Seviyorum…Veya sevmiyorum…İyi de bu kadar önemli bir şahsiyet hakkında “onu, bunu” nasıl bırakabilirim? Senin “o,bu” dediğin şeyler üzerinde milyonlarca girdi var. Ulusalcı; bilimi, tarihi, sosyolojiyi, psikolojiyi bırakıp buna yoğunlaşmıştır. Çünkü bunlar hakkında söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Atatürk’ü sevmek veya sevmemek, işte bütün mesele budur onun için. Atatürk kimdir, ne yapmıştır? “vatanı kurtarmıştır” dışında söyleyecek hiçbir şeyi yoktur. Birkaç tane de anekdot bilir. Kendi parasıyla Kuran çevirtmiş. Öğretmenin sandalyesine oturmamış. Arap kralına “Kurtuluş Savaşı’nı bırakıp aşağıya inerim bak” diye gider yapmış.
Bu kadar önemli bir şahsiyet ve ideolojisi anekdotlarla anlaşılamaz. Bulgar kralının kulağına fısıldadıklarıyla anlaşılamaz.
Atatürk ile ilgili bir sürü kitap okudum. En ilginci buydu. Sahi “Yanlış Cumhuriyet”i okudunuz mu?
Atatürk ve Kemalizm üzerine 51 soru, kitabın alt başlığı.
Doğru olduğu sayılan bilgileri soru şekline getiriyor ve hepsi üzerine takdire şayan bir araştırma yapıyor ve cevaplar getiriyor. Çaba takdire şayan gerçekten. İlginç şeyler öğreniyorsunuz. Örneğin 1919-1923 arasında Türkiye’de sıcak çatışma ile ölen İngiliz askeri sayısının 0 (yazıyla sıfır) olduğunu öğreniyorsunuz. Doğu seferinin 16 gün sürdüğünü. Fransızların kendi isteğiyle çekildiklerini ve çekilirken önemli sayıda silah ve mühimmat bıraktığını. Bunların hepsinin kaynaklarını sayfa numaralarıyla veriyor.
Kitabın genel düşüncesine katılıyorum. Mustafa Kemal 1908 ve öncesinde yaşananların, arayışların zirve noktasıdır. Kendisinden önceki siyasal iradeyle hem kopuşlar hem de süreklilikler içerir. Zaten dünyadaki bütün Marksistler 1908’de Abdülhamit’in kıçına tekme vurulmasını “devrim” diye nitelendirmişlerdir.
Ama kitabın Mustafa Kemal’e sinek ikilisi muamelesi yapmasına da katılmıyorum. Kadın hakları ve laiklik uygulamalarında Nişanyan da Kemalistlerin hakkını teslim ediyor ama biraz insafsızca onların yaptığı birçok şeyin kötü olduğunu, iyi şeylerin de aslında eskiden başladığını iddia ediyor.
Bilimde duygulara yer yoktur. Türkiye’de ise Mustafa Kemal söz konusu olduğunda duygulardan başka bir şeye yer yok. O yüzden sevme veya sevmemek bana hiçbir şey ifade etmiyor.
Bu kitabı mutlaka okuyun.
Ve daha iyisini, daha niteliklisini, daha sürükleyicisini yazın.
ŞİRİNCE KÖYÜ
Kitapta bol bol anlatıyor. Bir eşek ahırını satın alıp nasıl bir köyü resmi ideolojiye kafa tutan bir yer haline getiriyor bakınız. Kar odaklı anlayışa savaş açıp insan odaklı anlayışı Şirince köyünde egemen kılmayı başarmıştır Nişanyan. Şimdi kapitalizm desek bizi döver. Neyse deliyi kendi haline bırakalım.
İnsan odaklı bir şey yaptığı için bugün hapistedir Nişanyan. Ne zaman çıkacağı, çıkıp çıkmayacağı da belli değildir. Bir de İslam peygamberine hakaretten 13 yıl ceza almış durumda. Senin ülkeyi hurafelerle dolu bir yer haline getirmeni biz hakaret olarak kabul etmiyoruz da herifçioğlu iki, üç tarihi gerçekten bahsetti diye adama 13 yıl veriyorsunuz!
Ali Nesin’in Matematik Köyü’nün mimarı da Nişanyan’dır. Oralarda açılan Felsefe Köyü ve Tiyatro Medrese’si de resmi ideolojiye kafa tutan, “farklı” olan şeylerdir.
Hodri Meydan Kulesi ve dağı oyarak kendisi için yaptığı Anıt Mezar da kitapta ayrıntısıyla anlatılan önemli işler.
Böyle işte.
Bu herifi seviyorum.
Sevan Nişanyan devrimci olsaydı ne yapar ne eder devrimi yapardı sonra da içine sıçardı, bundan eminim.
İyi ki devrimci olmamış.
Şimdi Genç Siviller’i, AKP’yi MAKP’yi, Cemaat’i Memaat’i anlamıştır ama eminim öyle değil demeyecektir. Düşmanınım düşmanın dostumdur düşüncesinin en acıklı örneklerinden biridir. Resmi ideolojiyle sorunlu olduğu için üç kağıtçı İslamcılara sarmıştır ama bir şey değişmemiştir. Daha beteri olmuştur. Kendisi de Niyazi olmuştur.
Bu baskıyı onun üzerine kurmaya gerek yok.
Adam, bugüne kadar yaptıklarıyla ülkeye önemli oranda güzellik, iyilik ve “renk” katmıştır zaten.
Daha ne olsun?
Yoksa “rengi” küçümsüyor musunuz?
Küçümsüyorsanız size “ok, kib, bye” diyorum.
Bu “olağanüstü” insanlar hiçbir zaman devrimci olmayacaklar.
Onlara devrimci olma baskısı kurmak yerine, hayatta toplumda şu anda var olmaya devam eden, “olağanüstü” işler başarma potansiyelleri toplumsal yapı tarafından piç edilmiş milyarlarca insana o fırsatları bulabilecekleri bir dünyayı nasıl kurarız, onu düşünmemiz lazım.
Nişanyan burada olsa “bu işi niye siz yapıyorsunuz” derdi eminim.
“Sen yapmıyorsun, diğerleri zaten yapmaz, belki biz yaparız, elleşme” derdim.
KİTAPTAN BİRKAÇ İLGİNÇ CÜMLE.
“Başkası olmak hoşuma gidiyor. Kendimle sınırlı kalmaktan sıkılıyorum.”
“Akıl acımasız bir sürücüdür. Aklın egemenliğine boyun eğen kişi, onun kendisini sürüklediği yerlere gitmemezlik edemez.”
“Ulusların dostluğundan bana ne. Uluslara inanmıyorum ki”
“Bu kitap gezi hikayeleri kisvesi altında insanın serüvenidir.”
İyi günler.