MOHSEN MAKHMALBAF’TAN İKİ FİLM

“THE SILENCE/SESSİZLİK”

Mohsen Makhmalbaf’ın 1998 tarihli “The Silence/Sessizlik” adlı filmi Tacikistan’da geçiyor.

İran ve Tacikistan bölgeleri tarihsel bir yakınlığa sahiptirler. Dilleri yakınlık gösterir. Kültürel anlamda ise tam tamına bir uyuşma söz konusu değildir.

En büyük etken din olmalı. Tacikistan nüfusunun %5’inin Şii olduğu düşünülüyor. Muhtemenlen bu nüfus ağırlıklı olarak İran’la olan sınır bölgesinde yaşıyor olmalı.

Ayrıca Tacikistan’ın 70 yıllık bir SSCB deneyimi olduğunu ve dolayısıyla dindarlığın orada çok da etkili olmadığını tahmin ediyoruz. Bütün Orta Asya cumhuriyetleri gibi. Votka, domuz eti ve bi dolu şey gırla ama sorsan Müslümanlar.

Birçok İran filminde Tacik karakterler görürüz. Bunlar genelde sefalet koşullarında yaşıyan ve var olma savaşı veren yoksul karakterler.

En unutulmazı Macid Macidi’nin “Baran” adlı filmindeki olmalı. Gerçekten unutulmaz bir filmdir.

Bu filmin nerede geçtiği ile ilgili kesin bir bilgi yok ama toplumsal yaşamdan İran olmadığını anlıyoruz.

Kör bir çocuk var. Seslere oldukça duyarlı. Müzikte absolit denenlerden biri olabilir ama bu da açıkça belirtilmiyor. Absolit yani müzik kulağı o kadar gelişkin ki her sesi piyano olmadan tanıyabiliyor. Doğadaki her sesin notal bir tonu vardır. Yere bir demir para düşer, absolit hemen söyler size “mi bemol” gibi…

Bu çocuk da seslere duyarlı ve de müziğe karşı büyük bir tutkusu var. Bir yerde bir müzik başlayınca o an yaptığı işi unutuyor ve ona dalıyor. Müziğin kaynağı hareket ediyorsa o da peşinden gidiyor.

Oldukça yaratıcı bir konusu var. Başarılı bir kurguyla, ne bileyim gündelik bir sorunun bir çetrefile dönüşmesi gibi, buradan çok başarılı bir film çıkabilirdi.

Ancak ben filmi çok beğenmedim.

Hikayesi yeterince olgun değil bana göre. Olay çözümlemeleri yaratıcı değil çünkü çözümlenecek bir olay yok pek. Saz satan atölyede çalışan Hurşit, bir müziğin sesine takılıp sürekli işe geç kalıyor. Yolunda gitmeyen iş kontenjanından elimizde bu var ama bu işin sebep olduğu gerilim yükü de doyurucu değil.

Bir de çocuk oyuncuyu beğenmedim. Çocuk oyuncularla çalışmak risklidir. İran sineması sansür belasından dolayı, yetişkinlere söyletemediği şeyleri çocuk oyunculara söyletir. Yukarıda adını andığımız “Baran” adlı filmindeki çocuk oyuncu performansına bir bakın derim. Çocuk oyuncu tırt çıkmazsa efsanevi filmler çıkar ortaya. Jafar Panahi’nin “The Mirror/Ayna” adlı filmi de bunlardan biridir.

Buradaki Hurşit ve ekürisi hiç inandırıcı değiller.

Dolayısıyla vasat bir film olarak görüyorum “Sessizliği”.

Bir de bu Tacikliler ne kadar güzel bir halklar böyle. Genelde Türkiye de içine alan genişçe bölgede kara kuru tipler olur. Bu Tacikler bu anlamda güzel gözlü, sevimli yüzlü tipler genelde. İlginç. Mutlaka evrimsel bir karşılığı vardır.

Not: Dünyadaki en güzel insanlar (kadınlar) bana göre Slavlar ve Latin Amerika melezleri.

BAŞYAPITIMSI

Mohsen Makhmalbaf’ın 1987 tarihli “The Cyclist/Bisikletli Adam” filmi ise “The Silence/Sessizlik”in aksine oldukça başarılı bir film.

Güçlü bir toplumsal eleştiri var ilk önce. Beykoz’da kurulan amele pazarlarında Afgan, Çinli, İranlı işçilere günde 40 TL (piyasa 80 TL) yevmiye teklif edildiğini biliyor muydunuz? Gözümüz aydın artık emperyalistçik bir ülkeyiz. Yabancı işçiler boğaztokluğuna çalıştırılıyor ülkemizde.

Açlıktan ölmeme mücadelesi veren Nesim adlı Tacikistanlı işçi de İran’da bulunmaktadır.

Oldukça tehlikeli ve pis bir iş olan kuyu kazıcılığı yapmaktadır. Aldığı para sadece kendisi, karısı ve çocuğu için açlıktan ölmemeye yetmektedir.

Film başladığında Nesim’in eşinin ciddi bir hastalığı olduğunu ve hastanede tedaviye ihtiyaç duyduğunu görüyoruz.

Bu parayı mümkün değil kazanamayacaktır, o yüzden türlü türlü yollara başvurmak zorundadır. Kanun dışı yolları ararken bir şarlatanla karşılaşır.

Bu şarlatan kendisinin bisikletçi yeteneğini bildiği için kendisine bir iş teklif eder. Bir hafta boyunca bisiklet sürerek bir rekor denemesi yapmasını.

Şov bizinıs…

80’li yıllar İran’ında da var.

Bu insanüstü işi kabul etmek zorunda kalır Nesim ve şov bambaşka bir şeye dönüşür.

O bölgedeki insanların sistem nefretinin bir sembolü haline gelir Nesim. Toplumsal hareketlilikten ürken devlet yetkilileri şovu bitirmek için ellerinden geleni yapmaya başlarlar.

Nesim’in rekoru hem kendisi hem çocuğu hem de o yörede yaşayan ezilenler için bir var olma savaşına dönüşür. Devrimci bir kalkışmaya bile dönüşme ihtimali vardır.

Şarlatan kazanacağı paranın, devlet yetkilileri “normalliğin”, Nesim ve hayranları da zaferin peşindedir.

Çok iyi bir film. Hikaye ve hikayenin ilerleme şekli oldukça yaratıcı.

O yılların bazı teknik kusurları da olmasa başyapıtçık değil de başyapıt diyeceğim.

Sinema böyle bir sanat dalı işte.

Teknik çok önemli ve çok fazla sayıda unsura bağlı.

Kaçırmayın bu filmi derim.

Bu yazı bisikletli adam, iran sineması, mohsen makhmalbaf, sokout, tacikistan, the cyclist, the silence kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.