Bu resme dikkatli bakalım. 1945 yılında SSCB lideri Stalin, Amerika Başkanı Roosevelt ve İngiltere Başbakanı Churchill görülüyorlar. Savaş sonrası durumu müzakere ediyorlar. Stalin’i az buçuk tanıdığımı düşünüyorum. Onlardan ölesiye nefret ettiğinden emin olabiliriz. Ama görüşüyor işte…
Soruya dönelim. Reel politika diye bir şey var mıdır? Bir politik aktör bir şeyler yapmak istiyorsa elbette o şey için yaptıkları onun reel politikasıdır.
Laf cambazlığını bırakalım. Burada reel politikadan ne kastedildiğini herkes biliyor. Yani bir sosyalist odak, devrimi unutup oraya buraya mal bulmuş Mağribi gibi saldırıyorsa bazıları ona veya bazen de kendisi kendisi için reel politika yaptığını söyler.
Devrimi unutmak veya “unutmadım aklımda” deyip saçma sapan işler yapmak affedilemez.
Karnınız ağrımadan da devrim mevrim yapamazsınız.
Abdestinizden eminseniz dönem dönem bazı siyasi uğraklarda karnınız ağrıyacaktır.
Kim “böyle olmayacak, ben politik hattımdan milim esnemeden devrim yapacağım” diyorsa rüya görüyor demektir.
Bolşeviklere bakalım. Lenin 1903’ten itibaren devrimi düşledi. Sadece düşlemekle kalmadı neredeyse tek başına gram gram devrimi örgütledi. Bırakın devrim yapmayı, siyaseten başarılı olmak yani bir odak olarak ortaya çıkabilmenin bazı maliyetleri vardı. Kendisine güvenmeyip bu maliyetleri cesurca karşılayamasaydı devrim falan olmazdı.
Lenin oldukça reel bir politika yaptı.
Burada akıllara taviz verme meselesi gelebilir. Lenin’in taviz vermediğini söyleyebilir miyiz? Koskoca Lenin’in, Rusya’ya girebilmek için Almanlarla görüşmesi, ajan olarak yaftalanmak pahasına bile olsa bu işe girmesi çok reel bir politikadır.
Sonra yine ölesiye nefret ettiği Alman kapitalistlerle Brest-Litovks Anlaşmasını imzalaması nasıl bir adımdır. Bu anlaşmayı imzalayamadan dönen Troçki’yi yerinden alıp Molotov’u göndermesi bu reel politikada ısrarı gösterir.
Yine koskoca Lenin NEP’i başlatırken neler hissetmiştir acaba? Dükkanı kapattığını düşünmüş müdür?
Lenin 1903-1917 arası Bolşeviklerin yaşadıklarının dünyada hiçbir siyasi aktörün yaşayamayacağını düşünmüştür. Bana sorarsanız 1917-1922 arası Lenin on kat daha fazla terlemiştir.
Yine Stalin, Komintern’i kolay mı kapatmıştır? İspanya’daki savaşa açıkça yardım edemeyip, Meksika aracılığıyla yardım ederken ne düşünmüştür? Faşizm tehlikesine karşı Avrupa’dan müttefikler aradığı sırada Engels’in makalesini sansürlemek zorunda kalınca revizyonist mi olmuştur?
Biz Türkiye sosyalist hareketi olarak tuzumuz kuru arkadaşlar.
İktidara zaten gelmedik. Başarılı da olmadık. Burada başarıdan kasıt karşımızdaki sınıfla doğrudan karşı karşıya gelecek kadar etkili olamamamızdır. Yoksa insanlar örgütledik, yayınlar çıkardık, mitingler yaptık ama hep zayıf taraf olarak mücadele etmek zorunda kaldık.
Bizi siyaseten sıkıştıracak bir süreç hiç yaşamadık. Yapılması gereken kaba hatlarıyla belliydi ve yapıyorduk. 70li yıllar bile bu eşiği atlayamamıştır bana göre.
Başarılı olsak yani karşımızdaki sınıfla birebir görüşme imkanımız olsa neler yapardık, neler yapmak zorunda kalırdık acaba?
Keşke o sürçler yaşansa. Dediğimiz gibi abdestimizden eminiz.
Bugünün Türkiye’sinde “başarılı olmak” için de cesur olmak gerekiyor.
Sosyalizm mücadelesi non-stop Ankara-İstanbul otobüsleri gibi bir şey değildir. Hiçbir zaman da olmayacaktır. Bu yolda birçok uğrakta durmak, enerji depolamak, güç biriktirmek gerekecektir.
Hiçkimseyle temas etmeyen kendisini huzur evinde bulur.
Şimdi bu yazıdan ilkelerimizi çöpe gönderdik anlamı çıkarana gerçekten çok teessüf ederim.
İyi günler.