Resmen arındım

 Bu yazı spoiler (filmin sağlıklı izlenmesini etkileyen bilgi) içerebilir.

Aristoteles ünlü Ars Poeitaca adlı eserinde klasik Yunan trajedilerinin gramerini anlatmıştır. Bu eserde tarifini yaptığı catharsis yani “arınma” bir trajedyanın seyirci üzerinde gerçekleştirmesi beklenen şeydir. Seyirci karakterle özdeşleşecek ve eserin sonunda meydana gelenler seyircinin evreni anlama bakış açısıyla uyuşacak ve dolayısıyla seyircide bir arınma, bir rahatlama meydan gelecektir. Bu şekilde herkes mutlu mesut işine gücüne bakacaktır. Bir önceki yazımda bahsettiğim 2007 tarihli Sean Penn imzalı “Into the Wild/Özgülük Yolu”nda başıma gelenler de bir nevi catharsis‘ti. Sanırım hayatımın filmini izleyeceğim diye yazmıştım. Eastwood şaheseri “Million Dollar Baby/Milyonluk Bebek”i izlemeden önce hissettiklerimi hissediyordum. O olmadı. Ama neler oldu? NTV futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen Fenerbahçe’li Alex koşmuyor, onunla Edirne’den öteye gidemezsiniz eleştirilerine cevap verirken: Güntekin sana bir forvet oyuncusu alacağım, her sene 15-20 gol atacak bir o kadar da asist yapacak, arada sırada ortasahaya gelip bir ortasaha oyuncusu gibi de oynayacak desem almaz mısın Allah aşkına, der (sinema dışı branşa kayış: Alex günümüz futbolunda Zeki Demirkubuz’un çektiği bir müzikal gibi kalıyor veya Alfred Hitchcock’un çektiği bir Pixar animasyonu gibi). “Into the Wild”da da benim hissettiklerim buna benzer şeyler. Düz mantıkla; eğer bir film örneğin kafamı karıştırıyorsa, beni düşünmeye sevkediyorsa, çok iyi müziklere (akustik gitar müzikleri) sahipse, Amerikan kırsalından çok iyi görüntülere sahipse iyi bir filmdir. “Into the Wild” da iyi çok iyi bir film benim nazarımda. Gerçek bir hikayeden yola çıkıyor. Kaalıç’dan çok iyi bir dereceyle mezun olan iyi aile çocuğu Christopher Johnson McCandless, en başta ailesinin sonra da toplumun sahip olduğu iki yüzlülükten diskinmektedir. Şerefsiz babası evli ve bir çocuk sahibiyken, Chris’in annesiyle tanışıp evi terketmiştir. Dolayısıyla dünyaya geliş şeklini bile bir yanlışlık olarak görür Chris. Havevır, bu aile Amerikan rüyasını gerçekleştirmiş yani görüntü de süper başarılır, uyumlu ve zengin bir ailedir. Filmin başında yer alan Chris’in mezuniyet töreni sonrası ailece gittikleri kutlama yemeğindeki sahne çok iyi tasarlanmıştır. Bay Başarı Öyküsü Chris, Horward Hukuk Fakültesi’ne girmek için tüm notlara ve iyi aile cv’sine sahiptir. Ailesi sahip külüstür arabanın yerine kendisine bir Cadillac alacaklarını müjdelerler. Chris’in ailesi ve toplumdan ilk uzaklaşma anlarını bu sahnede görürüz. Kısaca hayat felsefesini özetler: hiçbir şey istemiyorum. Sonra yolculuk başlar. Geri dönüşlerle ilerleyen bu yolculuk dört sürece bölünmüştür. Filmde Chris’in ve ona en yakın insan olan kız kardeşinin dış seslerini duyuyoruz. Bu yolculuklar esnasında Chris bir çok ilginç insanla tanışır. Bu insanların hepsi kendisine yardım etmesine rağmen Chris onlarla bir bağ kurmayı hep reddeder. Kendisini Alexander Supertramp (!) adını verir. Gerçek Christopher Johnson McCandless’in ve sığındığı otobüsün fotoğrafı şu şekildedir:        

Alex’in hayali Alaska’ya gidip doğayla başbaşa kalmaktır. İnsani ve toplumsal her şeyi reddeder Alex. Benim gibi bu seçimin intihardan farksız olduğunu düşünenler bulunmaktadır. Robinson Crusoe veya “Cast Away/Yeni Hayat”taki Chuck’ı düşünelim. Onlar işlerine yarayabilecek her şeye evet derken, Alex pusula kullanmayı bile reddediyor. Aslında bu reddedişin de sahte olduğunu düşünüyorum ben. Pusulayı reddediyor ama av tüfeğini reddetmiyor. Veya filmin başlarında bir sahnede yerden bulduğu şapkayı büyük bir zevkle kafasına geçiriyor. Sonuçta o şapkayla Cadillac arasında bir fark olmaması lazım. İkisi de bir insan (toplum) ihtiyacına yönelik birer üretim. Fiyatı mı belirliyor bir nesnenin iki yüzlülüğü yansıtıp yansıtmadığı? Filmin en başında bir hayvanı avlayıp yiyor Alex. Sonra bir de moose (Woody Allen filmlerinde çok geçer bu hayvan) öldürüyor. Hayvanın etlerini muhafaza etmeyi başaramayınca bu olayı hayatının en trajik olayı olarak değerlendirir Alex. Neşet Ertaş’ın “Gova Gova İndirdiler Yazıya” türküsünü aklıma getirdi bu sahne. Arındım derken bu sahneleri kastettim. Alex’in tezi bana göre yanlıştı. Evet toplum iki yüzlü ama bunun alternatifi doğaya kendini atmak olmamalıydı. Doğadaki iki yüzlülük ve vahşilik ise kodlara işlenmiş, değiştirilemez. İnsanın kodları ise pekala değiştirilebilir. Zaten filmin sonunda “mutluluk paylaştıkça güzel” derken Alex yanılgısını kabul etmiş oluyordu. Bizi de bir güzel arındırıyordu. Türk forumlarındaki lavukların dediği gibi “ellerine sağlık dostum”. Peki Chris’in yolculuğunun hiç mi takdir edilen tarafı yok? Bazı şeyler mutlaka bulabilirsiniz. Mesela herkesi bu işin dışında tutmasını, hiçbir insana yanlış yapmaması, hırsızlık yapmaması gibi şeyler. Ama benim bakış açıma göre yanlış temele oturtulmuş bir plandı ve sonunda bedelini ödedi. Öyle diyorum çünkü filmin sonunda kurtulmak istedi.      
Düzeltme: Bu yazıyı Dört Nisan 2011 tarihinde yazıyorum. Yorumumda şapkayla Caddilac’ı bir tutmuştum. Bu yaklaşım beni rahatsız ediyordu ve aylar sonra geri dönüp bu düzeltmeyi yapıyorum. Elbette ki basit bir şapkayla bir Cadillac aynı şeyi ifade etmemeli. Şapkaya Cadillac’tan daha fazla ihtiyacımız var insanlık olarak. Kahrolsun Cadillac’lar, Porsche’lar, Ferrari’ler! Yaşasın şapkalar, bereler, takkeler, eldivenler!

Into the Wild – Trailer
Yükleyen trailer123456. – Filmler ve diziler Dailymotion’da

Bu yazı Cast Away, Clint Eastwood, Into The Wild, Million Dollar Baby, Milyonluk Bebek, Mr. H, Özgürlük Yolu, Sean Penn, Yeni Hayat, Zeki Demirkubuz kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Resmen arındım için 1 cevap

  1. Serdar ATALAY der ki:

    Bu yorum spoiler (ne olduğunu biliyorsunuz işte) içerebilir.

    Hayatımın filmi olabilir diye düşünüp izlemeye başladıktan sonra "yürü dedenler gelmiş, onlarda yiyeceğiz"'le bölünmem, filmin gerikalanını izlerken de yanı başımda ceptelefonuyla internetten büro hizmetleri tarifi sonrasında "sen meseneye gir oradan söyliyeyim" muhabbeti, film zevkimi paramparça etmesine rağmen karakterle kendimi özdeşleştirmemi sağladı.
    İstekleri gayet basit aslında adamın; topuklu ayakkabısıyla migros'taki reyonları gezen bir sosyetik hanım neden normali dururken üzerinde organik yazan sütü tercih ediyorsa, neden sıradan bir meyve suyu alıp geçeceğine üzerinde koskocaman "%100" yazanları tercih ediyorsa, o da bu yüzden Alaska'ya gitmek istiyor. Ama kadın eve geldiğinde naturel çayının yanında dümdüz (bildiğimiz, üzerinde "özel hasat" falan yazmayan) bisküvilerden yiyebiliyor. Bu yüzden pusulaya tü kaka derken av tüfeğini gördü mü tezcanlı gibi atlayıveriyor Alex. Ki böylesi daha iyi bana göre, izleyicilerin aklında yeni bir Tyler Durden yaratmaktansa, kusurlu gerçek bir hayatı göstermek daha iyi sonuçlar verir.
    (Filmi izleyip doğrudan "ulan aynen yaa, ayynen! beni de annem babam hiç anlamıyo kardeşim, alacam başımı kaçacam dağa bigün o olacak!" diye naralar atıp 0.facebook'tan kopamayanlara da bir şeyler yazacaktım da, fark ettim ki ben de onlardan biriyim. Özetle: Resmen arınmak istedim.)

Serdar ATALAY için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.