Ortadoğu sinemasını beğeniyle takip ediyorum. Sınırsız petrol kaynakları yüzünden emperyalistlerin vahşi emellerine alet olan bu kadim coğrafya sanat/sinema alanında zaman zaman (Türkiye’den daha sık) nitelikli örnekler üretebiliyor. Bu coğrafyanın en büyük talihsizliği de üç siyasal-kalabalık dinin ortaya çıktığı coğrafya olması. Romalıların halkı sömürmek için bir dine ihtiyaçlarının olması sebebiyle Hristiyanlığı onlardan transfer etmesi elde iki tane bıraktı ve bu iki din emperyalist vahşeti hayata geçirmek için çok iyi işlev gördü. Yapıları da buna müsaitti zaten.
Dindarlığın artması, daha görünür olması en fazla kadına zarar verir. Bir toplumsal düzen inşa etmek istiyorsanız, ilk olarak kadının oradaki rolünü tarif edersiniz ve hedefe daha hızlı varırsınız. Bu 50, 100 senede olacak bir şey değildir. Ortadoğu egemenleri de bu konuda binlerce yıldır çalışmaktadırlar.
Peki gelinen nokta nasıldır? Kadının çalışmasını kıyamet alameti olarak gören, kadını eve kapatmak isteyen İslam dini (hayır öyle değil bi’ kerem diyenin ağzına kürekle vururum) bu etkisizleştirmeyi başarmış mıdır? Çoğunlukla evet. Çünkü elleri armut toplamıyor ve büyük maddi güce sahipler. Yalan mekanizmasını her türlü işletebiliyorlar.
Fakat yüzde yüz başarılı olduklarını söyleyemeyiz. Ortadoğu’da seküler ilerici hareketler hiçbir zaman yok olmaz. Başkaldıran bir kadın potansiyeli zayıf/güçlü her zaman vardır.
Bu filmde bunu görüyoruz. İranlı Makmalbaf ailesine hayranım. Ailecek yönetmenler ve çok iyi işler kotarıyorlar. Baba Muhsin Makmalbaf tabi ki en etkili figür. Kendisini Abbas Kiarostami’nin “Close-up/Yakın Plan” adlı mükemmel filminde yine kendisini oynarken görebiliriz. Kız evlat Samira Makmalbaf yine bu albümde yer alan “Blackboards/Kara Tahta” adlı filmin yönetmenidir. Anne Marziye Makmalbaf da bu filmin yönetmeni.
Üç kısa hikayeden oluşuyor film. Bu üç kısa hikaye de İran toplumunda kadının yeri üzerine. Tabi ki eleştirel bir bakış açısıyla. Ne eleştireli? Yerin dibine sokar bir bakış açısıyla.
Hikayelerin üçü de birbirinden yaratıcı.
Birinci hikaye dokuz yaşında bir kız çocuğu üzerine. Filme adını da bu hikaye veriyor. Bu arada filmin adı “The Day I Became a Woman/Kadın Olduğum Gün”. O güne kadar sokakta erkek çocuklarıyla özgürce oynayan bu kız çocuğu o gün adet görür. İslami sınıflandırmaya göre artık o bir çocuk değil bir kadındır. Bilimsel olarak çocukluk için 18-19 yaşları sınır biçilir ama kim takar bilimi! Başını örtmesi ve erkeklerle iletişime girmemesi gerekir. Belki de evlendirilir! Yaşanmamış şey midir? Bu kız çocuğunun yaşadığı akıl almaz çelişki birinci hikayeyi teşkil ediyor.
İkinci hikaye afişteki hikaye. Bisiklet yarışına katılan bir kadın var. Fakat o kadın, sahipleri olan erkeklerden (koca, baba, ağabey, imam) izin almamış. Yarış devam ederken bu erkekler at üstünde birer birer geliyorlar ve kadından bu şeytan işini terk etmesini istiyorlar. Bunu emrediyorlar. Tayyip’in ağzıyla “siz kimsiniz ya??!!”
Üçüncü hikayedeki kadın karakteri yaşlı bir kadın. 70’in üzerinde olan bu karakter şehir merkezine geliyor ve o zamana kadar satın alamadığı bir sürü şey satın alıyor. Buzdolabı, ütü, fırın, yatak odası takımı, gelinlik, elektrik süpürgesi, makyaj malzemeleri falan…İçinde kalan uhdeleri bir bir hayata geçirmek istiyor. Çok sevimli bir karakter olduğunu söyleyelim. O sevimliliği oradaki taşıyıcı çocuklara onları evlat edinmek istediğini söylediğinde bir an için kayboluyor. Zenci çocukları değil beyaz bir çocuğu evlat edinmek istiyor. Irkçılık yapıyor yani. Bu arada bu hikayede müthiş bir sinematografi var. Kadın eşyaları plaja diziyor ve unuttuğu bir şey almak için avm’ye geri gidiyor. O esnada zenci taşıyıcı çocuklar müziği açarak bu eşyaları plajda kullanmaya başlıyorlar. İzlediğim en iyi sahnelerden biriydi bu. O kadar sevimliler ki…Her şeyden yoksun kaldıkları için bütün eşyaları büyük bir tutkuyla kullanıyorlar. Kimisi plajı elektrik süpürgesiyle süpürüyor, kimisi makyaj yapıyor, kimisi çamaşır makinesini çalıştırıyor, kimisi deniz kenarında küvette yıkanıyor falan. Bu kısa an toplumsal düzen ile ilgili de yaratıcı bir eleştiri sunuyor.
Cafer Panahi’nin “The Circle/Daire” adlı filmine benziyor bir bakıma. Kadına dinci, gerici bakış açısı bir sarmal içerisinde kendisini gösteriyor.
Tavsiye ediyorum.