Neyi soracağız?
Hayatın anlamını mı? İnsanoğlunun geleceğini mi? Evrenin sırrını mı? Tanrının var olup olmadığını mı? Kolanın formülünü mü? Nişabürekin ne olduğunu mu? Mourinho’nun Fenerbahçe’yi bu sene şampiyon yapıp yapamayacağını mı?
Neyi sorarsak soralım cevap alamayacağız.
Bunların ve diğer başka kritik soruların cevaplarını bilmek güzel olurdu, evet! Bu arada ben bazılarının hatta çoğunun cevabını biliyorum. Ama benim de ölesiye merak ettiğim sorular yok değil.
Neyse, “Toza Sor” bir kitabın adı.
Amerikalı yazar John Fante’nin en bilindik romanının adı.
Kimdir John Fante?
Kirli-gerçekçiliğin kurucusudur!
80’li yıllarda, Amerika’da bir edebiyat dergisi yazarı bu tabiri ortaya atmıştır ve Charles Bukowski bu türün “Godfather”ı yani “vaftiz babası/manevi babası” olarak kabul edilmiştir. “Toza Sor”u okuyunca Bukowski’nin neyden etkilendiğini direkt olarak anlayabilirsiniz. Zaten kendisi de bunu gizlemiyor. Kitaba bir ön söz yazmış. Orada Fante’nin kendisinin tanrısı olduğunu söylüyor. Kitabı keşfetme, ardından da yazarlık yolunu keşfetme serüveninden bahsediyor. “Kadınlar” kitabında da “Toza Sor”un en sevdiği kitap olduğunu söylüyordu yanlış hatırlamıyorsam. Ve Bukowski gibi bir serseriden beklenmeyecek bir şekilde, Fante’nin yaşlılığında ona yardım ediyor…
Bukowski’den bahsetmiştim. Bence kapıdan, avludan içeri sokulmaması gereken bir serseri. Ananıza, bacınıza fena şeyler yapabilir. Ama romanları ilgi çekici. Çok iyi, büyük bir yaratıcılıkla yazılmış metinler değiller ama ilgi çekiciler işte. O halde birisi; ilgi çekicilerse, iyi olmaları gerektiğini iddia ederse itiraz etmem. Erdem, dürüstlük, iyilik, ahlak, güzel, doğru gibi şeylerin mevcut halleriyle olduğu gibi kabul edilmemeleri gerektiğine inanıyorum. O halde bunları karşısına alan Bukowski’ye ilgi duymam benim adıma tutarlı olur. Onun vardığı noktayı da beğenmiyorum ama çıkış noktamız aynı sanırım.
Fante de iyilik, güzellik, ahlak, çalışkanlık gibi şeyleri olduğu gibi kabul etmiyor. Nasıl desem, Bukowski’den daha sofistike bir yanı var fakat! Daha bir üzerine düşünülmüş, daha bir rafine edilmiş, daha bir felsefeyle harmanlanmış bir serserilik Fante’ninki. Fante’yi kapıdan, avludan içeri sokar mıyım? Sanırım sokarım!
Kirli-gerçekçiliğin nasıl bir şey olduğu sanırım anlaşıldı. Fazla laf ebeliği yapmadan, dil oyunlarına girmeden hayatın kirli, acı veren taraflarını ele alan bir edebiyat akımı. Roman sanatının hep olağanüstü şeyleri ele alması ve aktarması gerektiğine inanmışımdır. Daha doğrusu en çok öyle romanları severim. Ama bu akımda hiç de öyle olağanüstü bir üslup yoktur. Sanki sokaklarda dolaşan serseriler kendi kendilerine konuşuyor gibidirler. Parasızdırlar. Evleri ve arabaları pejmürdedir. Karşı cinsle olan ilişkileri… Buna ilişki denir mi emin değilim. Ama denir elbette. Her şey yaşanır ve biter saygısızca. Kötü yiyecekler anlatılır sık sık. Keyif verici maddeler hayatın anlamı olmaya en yakın şeylerdir bu evrende. Onlar eleştirilemez, sorgulanamaz şeylerdir. Bence de öyledir bu arada… Keyif verici maddelerden uzak durmaya çalışan bir insan yaşamıyor demektir. Kölesi olmamayı başarmak lazımdır yalnız! Öyle de zor bir şeydir bu durum. Hem hayattaki en güzel şeylerden biri hem de en tehlikeli şeylerden biri.
Arturo Bandini, yazarın alter-ego’sudur (‘Gibi’ dizisinde yapılan espriye göre, halter ego’sudur.) Bütün (?) romanlarında aynı karakter vardır. Tıpkı Bukowski’nin tüm (?) romanlarında Henry Chinaski’nin olması gibi. Yazar olmaya çalışan bir genç çulsuzdur Bandini. 30’lu yılların Büyük Depresyon döneminde geçer roman. Ekonomik çöküş yaşanmaktadır. Toplumsal çöküşler de eşlik eder aslında bu döneme. “Dandik” eserler yazan Bandini, sefil bir hayat yaşamaktadır ve bize o hayatı aktarmaktadır. Tanrıyı, dini, aileyi ve toplumu direkt hedef alması 30’lu yıllar için bir devrimdir. Bukowski’nin aksine sadece bir kadınla yetinir. Pardon, iki. O kadınla yaşadığı saçma sapan ilişkiyi okuruz. 30’lu yıllar hesaba katıldığında bu anlatım dirty’nin de dirty’sidir. Camilla Lopez unutulmaz bir karakterdir. Bir an bile insana çekici gelmez ama ilgi çekicidir. Trajik sonu insanı hüzne boğar.
Çok beğendim kitabı. Sahte partiyi basıp, ortamı sarsan ilk romanlardan olsa gerek. Okumamışsanız mutlaka okuyun.