Trotsky’nin Türkçe metinlerde yazılışı sorunlu bir konu. Troçki şeklinde yazılması hem mantıken hem de imla kurallarına uyum açısından yanlış ama artık o kadar yerleşmiş ki yapacak bir şey yok gibi sanki. Ben Troçki şeklinde yazacağım çünkü Troçki’den bahsederken troçkizmden bahsetmemek olmuyor ve bunun Trotsky yazarak nasıl üstesinden gelinebileceğini bilemiyorum.
Kendisinin iyi bir entelektüel olduğu su götürmez bir gerçek. Her şeyden önce bir marksist. Bolşevik devrimine katılmış, önder olmuş birisi. Ama bütün bunlar troçkizmin siyaseten ne gibi çıktılar ürettiklerinin önüne geçemiyor. Emperyalist blok anti-komünizm yapmak için onun tezlerini babalar gibi kullanmıştır.
Stalin düşmanlığı dolaylı olarak sosyalizm düşmanlığına evrilmiştir. Stalin, sosyalizmin kuruluşu için ve bu onurlu görevi korumak için bütün gerekli adımları tek tek atarken Troçki “az iş çok laf” diye özetlenebilecek bir tutum içerisine girmiştir. Bu laflar politik bir zırha bürünmüş ve sosyalizmi köşeye kıstırmaya yarayan görevler üstlenmeye başlamıştır. Bu aşamadan sonra Troçki’nin tasfiyesi elzem olmaya başlamıştır. Maalesef. Gerçekten böyle düşünüyorum. Bu tasfiyenin “korkunçluğuysa” sosyalizm mücadelesinden daha önemli değil ama. Canavarca mı? Hep aynı yere geliyoruz. Bu kirli sistemin canavarlığı karşısında hiçbir canavar aşık atamaz. Bu canavarı öldürmek isteyeninse bu niyeti hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir.
Bu troçkistlerden Türkiye’de de vardır. Bunlar “soytarı” kategorisindedirler. Troçki mezarından kalksa bunların yüzüne tükürmekten geri durmazdı diye düşünüyorum. DSİP diye bir parti Erdoğan’ın balkon konuşmasında teşekkür ettiği bir partidir. Bunların bazı yöneticileri AKP gençlik kollarında ders falan verir. Daha bir sürü utanç verici eylemleri vardır. Boş verelim onları.
1972 tarihli bir film var. Adı “The Assaination of Trotsky/Troçki Suikastı” . Yönetmeni Joseph Losey. İngilizce çekilmiş. Troçki’nin Meksika’daki ömrünün son günlerine odaklanıyor. Bir gerilim filmi havasında. Rahatsız edici bir fon müziği eşliğinde Troçki güzellemesi ve dur durak bilmeyen bir Stalin düşmanlığı yapıyor. Sadece bir film olarak yaklaşırsam bence başarısız bir film. O gerilim atmosferini yaratmakta sıkıntı çekiyor. Alain Delon’un canlandırdığı suikastçı Frank rolünün gerilimin kaynağı olması hesaplanmış. Bunun için Frank ruh hastası olarak resmediliyor. Bu tercihin filmin atmosferine gerilim katması planlanmış ama inandırıcılıktan götürdüğü pek kaale alınmamış. Ekim Devrimi’ne katılmış, sürgünler yaşamış koskoca Troçki bina içerisinde güneş gözlüğü takan, konuşurken boncuk boncuk terleyen bu adamdaki tuhaflığı nasıl olur da sezemez? Frank’in tuhaflıkları rahatsız edici boyutlara varıyor. Sanki suikast sahnesine kadar filmi boş yere izlemiş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Filmin politik misyonu ise bütün bunları yutan bir durumda. O misyonun ise Batı emperyalizminin dur durak bilmeyen anti-komünizmine içkin olduğunu hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum.