Yaşam Tarzı Bölücü Örgütünü Kınamıyoruz

15823287_935552859913616_6194617587916113085_n

“Ben bugüne kadar devletin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım.” II Abdülhamit.

“Vatandaşlarım… Buna rakı derler. Vaktiyle padişahlar gizli içerdi. Ben açık içiyorum.” Atatürk.

“Bira, şort ve zina medeniyettir.” Baran Doğan.

“Turan kıyafetini araştırıp ihya etmeye mahal yoktur.” Atatürk. (Yeni kıyafetler olarak Batıyı işaret ediyor.)

“Velev ki bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı suç kabul edebilir misiniz?” Tayyip Erdoğan.

“Bu demiryolu yapılsın da değil sarayın bahçesinden, isterse göğsümün üzerinden geçsin.” Abdülaziz.

Türkiye toplumunun bir iç huzurunun, bir iç barışının, bir okeyleşmesinin olmadığını düşünüyorum. Bu ülkede 200 yıldır iki elit grup arasında Batılı ve Doğulu yaşam tarzı savaşları yaşanmaktadır. Bütün bunların üstüne, bu 200 yılın son 50 yılında, nüfusça çok kalabalık olan ama bu iki kesim tarafından da sevilmeyen, adamdan sayılmayan, çevrelerinde istenmeyen Kürtlerin siyasallaşarak çelişkileri iyice derinleştirdiklerini görüyoruz. Ayrıca, Kürtlerin kendi ideologlarıyla sahip olduğu yaşam tarzı çelişkileri, işleri iyice içinden çıkılamaz hale getirmektedir.

SİKİ NE DEMEKTİR?

Birçok yazımda, paragrafta, Facebook yorumunda Türkiye’de insanların sınıfsal reflekslerine göre değil SİKİ üzerinden siyasallaştıklarını düşündüğümü yazmıştım. Yani simge, imge, kod, imaj… San Caday buraya maneviyatı veya M ile başlayan başka bir şeyi eklemişti. Yani 200 yıldır Batıcı ve Doğucu yaşam tarzını savunan elitler, bir siyasal kavgaya tutuşmuşlardır ve halk da onların peşlerinden gitmektedir.
Bu elitlerin, tarihsel simgeleri ve dayattıkları yaşam pratikleri vardır. Halk, kimi güçlü görürse veya kim tarafından zorlanırsa o yaşam tarzına ilgi göstermektedir. Batıcı yaşam tarzı daha renkli ve daha çekici olduğu için mutlak bir üstünlüğe sahiptir ama kökleri derin değildir. Doğucu yaşam tarzı ise derin köklere sahip olmanın avantajını sonuna kadar kullanmaktadır. Ayrıca diğerlerine nazaran çok daha fazla devlet aygıtına sahip olmuşlardır, olmaktadırlar.

İddiam odur ki Türkiye’de insanların politikleşmesinin en önemli ittirici gücü yaşam tarzıdır. Bu şeyin sınıfsal refleksler olduğu düşünülüyorsa bu düşünceye katılmadığımı belirtmek istiyorum. Marksizmde “kendisi için sınıf” ve “kendinde sınıf” kavramları vardır. Türkiye’deki işçi sınıfı bence “kendi halinde” bir sınıftır. Burjuvazi ise “kendisi için sınıf” değildir. Politik süreçlere sınıfsal refleksleriyle ve bir bütün olarak dahil olmazlar çünkü buna gerek olmaz. Kim güçlüyse onun yanında yer alırlar ve Batıcı yaşam tarzını (son 10 yıl biraz karmaşık) “yaşarlar”.

Bu yaşam tarzı çelişkileri en rahat üç şeyde gözlemlenir. Giyim kuşam, içki içmek, kültür sanat faaliyetleriyle ilgilenme…
Giyim kuşam konusunda Batıcıların çok önemli bir mesafe aldıklarını görüyoruz. 100 yıl önce kadınlarını burka giyen olmadı en kötü örtünen bir halktan bugün büyükşehirleri Avrupa kentlerine benzeyen bir ülke haline getirilmiştir burası. Ve bu dayakla olmuştur. Başka türlüsü olamaz. Bunu zalimce bulanların derhal örtünmeleri gerekir. Aslında çok dayağa da gerek yoktur. Bu halk, karşısında güçlü bir otorite (ama gerçekten güçlü bir otorite) görsün, her şekle girebilir. Batıcı yaşam tarzı gibi çekici bir şeye ise gençler bayıla bayıla yönelirler. Yaşları 45 ile 70 arasında olan kesim toplumsal doku üzerinde çok etkilidirler ve onlar kendi alışkanlıklarından vazgeçmek istemedikleri/istemeyecekleri için birtakım direnişler sergileyebilirler.

Giyim kuşamda da yine ihale kadına kalmaktadır. Cübbeyi, sarığı falan geçiniz. Bunların TR toplumunda marjinal kaldıkları ve her zaman öyle olacakları artık belli olmuştur. Ama muhafazakar bir dünya görüşüne sahip olan bir erkek, gençse, kıyafetinden belli olmaz artık. Kadın ise her türlü belli oluyor. Türban marjinal bir kıyafet değildir ancak belli kodları yansıtan ve otomatikmen bir yerlerden, bir şeylerden veto yiyen de bir şeydir. Bir resim sergisinde kokteyl varsa orada çok az türbanlı görürsünüz, onlar da orada grotesk kaçarlar. “Enteresan” tiplerdir büyük olasılıkla. Çelişki yumağı olsalar gerektir.

Bir insanı beğenilmek arzusundan kaçırmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Kimse bunu başaramaz. Ancak dayakla öyle yapılıyormuş gibi gösterilir. Bunun son yılları da bize denk geldi işte…

Bu savaş tüm şiddetiyle devam ediyor. İkinci gruptakiler devlet aygıtına sahip oldukları için, bahsettiğim derin tarihsel köklerinin sağladığı avantajla, çok başarılı gibi görünebilirler ama bu görüntü yanıltıcıdır. Batıcı yaşam tarzının mutlak üstünlüğü sayesinde orta-uzun vadede bu başarı tuzla buz olacaktır.

İçki içmek meselesi de öyle. Bütün yiyecek ve içeceklerin politik boyutu var demiştik. Alkollü içeceklerin daha bir var. Alkollü içecekler neolitik çağdan beridir oldukça politik şeyler olagelmişlerdir. Bir insan alkol tüketiyorsa veya deklarasyoncu bir şekilde tüketmiyorsa Türkiye’de yaşamı bayağı şenliklidir. Bunu yapıyor veya yapmıyor oluşunuz etrafınızdaki insanları belirliyor. Dolayısıyla politik tercihlerinizi de. Elbette burada amorf bir kitleselleşme vardır. Geçirgenlikler mevcuttur, yok olduğunu iddia etmiyoruz. Ayrıca Ak Parti’ye oy verenlerin önemli bir bölümünün de riyakar olduklarını biliyoruz. Fakat düğünlerde içkinin açıktan mı gizliden mi içileceği halk öbeklerini bölen, onları birbirlerinden uzaklaştıran bir şeydir. Şehirleşmenin artmasıyla (kaçınılmaz) bu konunun da orta-uzun vadede Batıcılar lehine sonuçlanacağı kesindir. Türkiye’deki bok gibi hayatı insanlara yedirmek kolay olmayacaktır.

Kültür sanat faaliyetlerine katılım, ilgi gösterme… Feodal kapalı toplumların sıkıcı ve bunaltıcı gündelik hayat pratiklerinden farklı bir şeylerin peşinde olma… Bu madde diğer ikisine nazaran daha az etkili ama özellikle büyükşehirlerde insanları düşünceden düşünceye sevk eden bir yapısı da yok değil. Kültür sanat faaliyetleri demişken bunların gerçekten nitelikli olanlarının hakkını verenleri kastetmiyoruz. NBC filmleri 15 bin kişiye oynar. Tutunamayanlar’ı okumuş kaç kişi vardır acaba? Yunan mitolojisine kaç kişi ilgi duyar? Çok az. Popüler kültür sanat faaliyetleriyle ilgilenme , bir hobisi olma, her gün yaptığı şeylerden bunalıp değişik bir şeyler arama… Bunları yapan bir kesim de var. İçki ve giyim kuşam gibi toplumu yarısından ikiye bölmüyor ama insanların etkileşime geçeceği kişileri belirleme konusunda etkili oluyor. Doğucu yaşam tarzı savunucusu elitlerin peşlerinden sürüklediği “sağcılar” veya “milliyetçi-muhafazakarlar” diye kodlanan kesimde böyle yapan kimseler var mıdır? AVM’lerde, paralı trekking etkinliklerinde, fotoğrafçılık kurslarında, hatta sanat müziği korolarında görülmeye başlanan tek tük türbanlılar bence “enteresan tip” kategorisindeler hala. Bu, bu işin normali değildir ve olamaz. Tabi bu insanlar müzikle ilgili hadisleri okuyup, araştırmıyorlar. Sadece ve sadece Ak Parti döneminde hiç olmadıkları kadar fayda sağladıkları için ekmek yiyorlar. Bu dönemden önceki muhafazakar kadın modeli nasılsa aslında gönüller de o vardır ve bu yalpalamalar aslında işlerin kontrolden çıktığının bir göstergesidir. Bu çelişkilerle mücadele etmek gibi bir niyetim benim hiç yoktur. Onlar mücadele etsinler. Ve de paşa paşa geri adımlar atsınlar… Mızrak çuvala sığmasın, güneş balçıkla sıvanmasın ama su aksın yatağını da bulmasın. Esnafça paketlemeler olmasın…

Sonuç olarak tekrar vurgulayalım, TR toplumu bir iç huzur, iç barışı, toplum sözleşmesi olmayan bir toplumdur. Aslında büyük çelişkiler barındırır bünyesinde ama halkı direngen ve mücadeleci olmadığı için bu çelişkiler büyük sorunlara yol açmadan ülke bir şekilde idare edilmektedir. Yaşam tarzının geri ve yavan olanı her türlü yıpratılmalıdır çünkü ekonomik çelişkilerden pek ekmek çıkacak gibi durmamaktadır…

Bu yazı siyaset, Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.