29 Sene Önce Yapılan Unutulmaz Seyahat – Harika Bir Gündü 17

10541872_494083124060594_9074351187135744457_n

1988 yılında Ankara’dan İstanbul’a seyahat etmiştim. Şimdi bu seyahatin izlenimlerini paylaşacağım. Sanki dün yapmışım gibi aklımda. Hafızamın çok iyi olduğunu düşünürüm ama bazen abandone oluyorum. Örneğin dün, yedi sene önce yazdığım “Top 10 Korku Filmi” yazısını, unutup bir daha yazdım. Geçenlerde “Şampiyonlar Ligi Finallerinin Adaleti Var Mıdır?” yazısını bir sene sonra, unutup tekrar yazdım ama şimdi son 20 senenin şampiyonlar ligi finallerini kiminle, nerede izlediğimi yazabilirim…Anlamıyorum.

Şehirler arası yolculuklara tek kelimeyle bayılırım. Neresi olursa olsun…Gitmeyi ayrı severim ama daha çok “varmayı” severim..

1988 İstanbul seyahati hayatımdaki ikinci şehirler arası seyahat olmuştu. Birincisi Ankara – Sivas arasındaydı. Bu arada bu ilk seyahatte yolda giderken rüyamda zürafa görmüştüm ve birkaç yıl kadar rüyayı gerçek zannetmiştim. Zürafa görmüş bir birey olduğumu iddia ederek ortalıklarda dolaşmıştım.

Bu seyahatin 1988 yılında olduğunu nereden biliyoruz? Seyahat boyunca teypte çalan “Sezen Aksu 88” adlı kasetten dolayı. Bu albümde en sevdiğim SA şarkılarından olan Sarışın ve Kavaklar var. O seyahat esnasında Sultan Süleyman parçasını çok sevmiştim. Sabırla o şarkıyı beklemiştim. Malum önceden teyp dinlerken sevdiğiniz şarkı gelsin diye bütün parçaları dinlerdiniz. İleri sarmak sıkıcı bir şeydi ve kasetin sarması riski de vardı.

Gün de 17 Mayıs olmalı çünkü biz bayram günü gitmiştik. Fotoğrafta Naci dayımda mont var. Diğer bayram Temmuz sonunda olduğuna göre biz mutlaka Ramazan bayramında gitmiş olmalıyız.

Bu seyahatte bulunan kişilere odaklanalım. Sadece iki tanesi Facebook’ta arkadaşım değiller çünkü Facebook’ta yoklar. Deri montlu olan Naci (dayı) ve onun karşısındaki Ayfer (yenge) Feyste yoklar.

Asker, Ercan dayı. Sanırım Sakarya’da askerdi. Giderken onu ziyaret etmiştik. Bu, bayramın ilk günüydü. 17 Mayıs olmalı işte. Ercan’ın yanındaki Nusrettin ama kimse ona Nusrettin demez. Hacı derler. Lakabı bu.

Masanın karşısında, en önce elinde çiçek tutan romantik çocuk Okan Do. O zamanlar şişkoydu. Onun yanında ünlü SM fenomeni Sırma Doğan ı görüyoruz. Bence tek parça kadın kıyafeti hiç kimseye yakışmıyor…SD’nin yanında beni görüyorsunuz. Bayramlara bayılırdım çünkü iyi yiyecekler yiyebiliyorduk. Başka bir sebebi yoktu. Bayramlıklarım da vardı. Şu anda gömleğin uzun kolunu kıvırmak bana en uzak hareketlerden biridir. O gün öyle yapmışım. Masanın başında toplantı yönetir gibi duran kişi Semra Güler’dir. Ercan, kendisinin dayısı olmasına rağmen aynı yaşlardalar. Ercan, izine çıkabildiğine göre 1967 doğumlu olmalı. O da öyleyse, o esnada üniversite üçüncü veya dördüncü sınıfta olmalı.

Seyahatimiz gece dört veya beş gibi başlamıştı. Çok zor kalkmıştım. Zorla kalkınca “mal” gibi olurum. O esnada birisi gelip kalkmak yerine acısız ölüm önerse kabul ederim. Aynı öneriyi, tam yatacakken çamaşır makinesi içinde asılmayı bekleyen çamaşırlar olduğunu hatırladığımda, bir de Barcelona maçını açtığımda Messi’nin dinlendirildiğini öğrendiğimde kabul ederim.

Zor bela kalktık. İçinde karabiber barındıran patatesli bir börek yedik. Patatesli böreğe karşı olduğumu bir yerde belirtmiştim. Boşnaklar hariç kimse patatesli börek yapmasın. Böreğe en iyi kıyma yakışıyor bana göre.

Yolculuk başladı. Hava karanlıktı. Ercan’ın yanına olabildiğince erken gidip, onunla fazladan vakit geçirmek istiyorduk.

Yolculuk pikap denilen bir araçla yapıldı. Hacı arabayı sürerken, onun yanında ben ve Naci oturuyorduk. Dokuz yaşındayım bu arada. Vites atılırken sürekli bacağımı yana çekmek zorunda kalıyorum.

O sene Ankara – İstanbul arasındaki otoban yapılmamıştı. Bu arada 91 yılında ben o otobanın inşaatında çalıştım!!! Yani o şantiyede bir haftalığına bulundum. Neyse, yolculuk E5 üzerinden oluyor. Bu arada E5’in resmi adı D100 karayolu ama bin sene de geçse E5 ismi unutulacak mı?

Yol gidiş gelişli. Ankara’dan çıkıp da Kurtboğazı barajına vardığımızda baraj gölünü görmüştük. Bir keresinde “Seni görmek uzun yolda giderken denizi görmek gibi bir şey” diye şiirsel bir cümle kurmuştum ortamlarda. Elemanlar “vaay” falan demişlerdi. Bu cümleyi bu seyahatten hatırlayarak kurmuştum. Bu, hayatımda gördüğüm ilk su’lardan biriydi. Etkilenmiştim.

Sezen Aksu 88 çalıp duruyordu. O yıllarda benim için en önemli şeylerden biri de Perihan Abla adlı diziydi. Geçenlerde Kuzguncuk’ta Perihan Abla’nın evini bulmuştum da tuhaf olmuştum. Sonra Youtube’dan bir bölüm izlemiştim. Dandik ötesi bir dizi olduğunu anlamıştım ama o yıllarda sadece beni değil tüm Türkiye’yi etkiliyordu. Herkes onu konuşuyordu. Neyse, bu PA’daki esas oğlan, Şakir’in bir vosvosu vardı. Her vosvos gördüğümde “Aha Şakir’in arabası” diye bağırmıştım. Pikap halkı iyice uyuz gitmişti. Bu arada geri kalanı da pikabın arkasında oturuyordu.

Sigara içenler araçta sigara içmeme empatisi göstermemişlerdi. Önceden böyle bir şey yoktu. Şimdi dört, beş gram var ama önceden hiç yoktu. Eğer pasif içicilik zararlı bir şeyse benim üç yıl ömrüm kalmış olmalı. Pasif içicinin allahıyım.

Kızılcahamam’a gelince bitki örtüsü inanılmaz bir şekilde değişmişti. Hayatım boyunca böyle ağaçlar görmemiştim. Pikap, E5’in üstünde, şehirlerin içinden geçe geçe gidiyordu. Bolu’ya gelmiştik. Yıllar sonra dört sene kalacağım yere gelmiştim. Bolu derken Bolu Dağı’na gelmiştik. Hava açıktı. Bolu Dağı’nın muhteşem bir manzarası vardır. Acıkıyorduk. Arkadan hamur işleri yağıyordu. Arkadaki kadınlar Okan Do’yu sırayla kucaklarına alıyorlardı ve en fazla 21 dakika dayanabiliyorlardı.

Bir yokuşu tırmanırken Hacı’nın sollama yaptığını ve gereksiz bir adrenalin yaşattığını hatırlıyorum. Kocaeli’nde İsmet Paşa stadının oradan geçerken kale arkasındaki meşhur top heykelini görmedik elbette çünkü onu otobandan görebilirdik. Beş sene sonraki İstanbul seyahatinde olmuştu o iş.

Ercan’ı ziyarete ulaştık. Kendisini çıkardık ve fotoğrafın çekildiği çay bahçesine gittik. İlk defa tost yemiştim ve bayılmıştım. Pardon daha önce Semra Güler’lerin evlerinde tost yemiştim ama o tost beyaz peynirdendi. Karışık tostu ilk defa yemiştim ve hayatta bundan daha güzel ne olabilir diye düşünmüştüm. Ondan güzel bir tek yumurtalı patates olduğunu o çocuk aklımla kavrayamamıştım.

Oraya gelmeden Kocaeli civarlarında ilk defa denizi gördüğüm anı unutamam. Bu nasıl bir şeydi? Sonra denize o kadar düşkün olmadım ama o ilk gördüğüm anda beynimden vurulmuştum.

İstanbul yaklaşıyordu. Filmlerden tanıdığım şehir yaklaşıyordu işte. O yıllarda hayatımdaki en önemli şeylerden ikisi de TV ve Galatasaray’dı. Ve bu ikisi İstanbul demekti.

BOĞAZ KÖPRÜSÜ

Boğaz Köprüsü’nden geçmek rüyalarıma giriyordu. Hala üzerinden geçerken heyecanlanırım. Çamlıca civarlarında trafik vardı. Köprünün kulakları görünüyordu ama kendisi bir türlü gelmiyordu. İyi demiştim. Köprünün üzerinde de trafik olur, etrafa baka baka gideriz diye düşünmüştüm. Oysa tersi oldu. Köprüye girdiğimizde araba ya gibi akmaya başladı. O 50 saniye uzun yıllar en unutamadığım an oldu. Birden başladı ve bitti. Tüplü çokokrem gibi…Köprüden geçerken sağımı ve solumu gözlerimle yağmaladım. Kız Kulesi o zaman beyazdı. Kireçle badana yapılmış gibiydi. Sağ tarafta bir numara yok gibi geldi o zaman. Sol taraf muazzamdı. Galata Kulesi’ne bitmiştim. 12 saniyemi ona vermiştim. Tarihi yarımada üstünde camiler ve minareleri güneşin önünde çok etkileyici görünüyordu. Öyle etkilenmiştim ki lise bitene kadar resim dersinde aynı manzarayı çizdim.

Sonra köprü bitti ve benim için ilgi çekici bir şey kalmadı. Aslında az sonra ilerimizde Ali Sami Yen Stadı’nın önünden geçtik ama ben o esnada sağa bakıyor olmalıyım ki göremedim. Benim için beytullah gibi bir şeydi o zaman o. 2007 yılında sırf onu görmek için Bolu’dan İstanbul’a gelmiştim.

Sonra kalacağımız yer olan teyzemlere geldik. Bahçelievler semtine gelmiştik. Çok yorgunduk. Araç konforsuz ve dardı çünkü. Neredeyse akşam olacaktı. O evde bulunan Hüseyin Doğan’ın odasında Ali Sami Yen tribünün resmi vardı. Bir sezon önce GS 14 yıl sonra (şikeyle) şampiyon olmuştu. Şampiyonluk maçının tribün fotosu vardı. Bir de Seni Sevmeyen Ölsün şarkısı GS’ye uyarlanmıştı. Ben de öyle düşünüyordum. GS’yi sevmeyen ölmeliydi!

Ertesi gün kaldık mı kalmadık mı hatırlamıyorum. Çünkü Hacı’nın yaptığı işte tatil diye bir şey yoktu. Bir gün daha kalmış olmalıyız.

Bayramın üçüncü günü dönüş yolculuğu başladı. Dönüş yolculuklarını sevmemeye o zaman başladım. Çok sıkıcı…Yolculuk ve tatil bitecek gerçeklik başlayacak…

Neyse ki Boğaz Köprüsü’nden bir daha geçecektik. Fakat o da ne? Sis!

Hay!..

Hiçbir şey göremeden, geçtik geldik.

Ve geldik…

İstanbul bitmişti ve Ankara başlamıştı yine…

Göz yaşı döken smayli…

Sezen Aksu 88 albümündeki bir parçada dediği gibi “Hep Karanlık”

İyi günler.

Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim…

Bu yazı nitelikli goygoy, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.