Bu yazı; filmi izlememiş olanlar için, filmi sağlıklı bir şekilde izlemelerini engelleyecek bilgiler içerebilir.
Hans Weingartner’in “Die fetten Jahre sind vorbei” adlı filmi uluslararası alanda “The Edukators/Eğitmenler” olarak biliniyor. Luther’in İncil’inde yer alan ve “şişko yıllarınız bitti” şeklinde tercüme edilebilecek bir ifade ama İngilizce alt yazıda “bitmez sandığınız günleriniz sayılı” gibi bir anlamı var.
Geçtiğimiz sezonda Türkiye’de “Aşk ve Devrim” adlı bir film vizyona girdi. Toplumsal mücadelede filizlenen aşkı göz önünde bulundurursak o filme benzer bir yanı var “Die fetten Jahre sind vorbei”nin ama biçim olarak ve özellikle de içerik olarak ondan çok üstün bir film “Die..”.
“Good Bye Lenin!/Elveda Lenin” filminden tanıdığımız Daniel Brühl ve diğer bütün oyuncuların üstün bir performans gösterdiği film, özellikle birinci bölümde Hitchcock gerilimleri gibi insanı diken üstünde tutmayı başarıyor. Bir sonraki sahneyi ölesiye merak ediyorsunuz ve işler birbirine dolanmasın diye tırnaklarınızı yiyorsunuz. Bu anlamda oldukça başarılı bir film. Zaten çok fazla örneğini bildiğimiz son dönem Alman sinemasının dinamizmi ve gerçekçiliği bu filmde de mevcut. Fatih Akın’ın da dahil olduğu bu akım parlak filmlere sahip ve “Die” kesinlikle onlardan biri.
Film, sınıf kini üzerine kurulmuş. Bu anlamda çölde vaha gibi bir şey. Üç karakterde şekillenen kapitalizm nefreti ve bu nefretin açığa çıkma şekli filmin omurgası. Nedir bu açığa çıkma şekli? Kendilerine eğitmenler adını takan iki genç var. Bunlardan biri bayağı sığ birisi ve diğeri Daniel Brühl de zeki ve bilinçli olan tarafı temsil ediyor. Sonra bu ikiliye Jule adlı genç bir kadın dahil oluyor. Eğitmenler, burjuva ailelerin villalarına girip eşyaların yerlerini değiştiriyorlar ve “eğitmenler” rumuzuyla filmin başlığını teşkil eden notu bir yerlere bırakıyorlar. Hiçbir şey çalmıyorlar. Amaçları spekülasyon yaratmak ve burjuva ailelere korku salmak. Bu anlamda özgün bir eylem tarzları olduğunu kabul etmemiz lazım. Bu eylem tarzını hümanist bulmayanlar olacaktır elbette. Bu konu elbette tartışmalıdır ama bu tartışmanın zemininde burjuvazinin hiç de hümanist olmayan hatta barbarca diye nitelendirebileceğimiz sömürü düzenini işçi sınıfına dayatması olmalıdır. Bu nesnelliği kabul etmeyen insanlarla, bu eylem tarzının boyutlarını tartışmak anlamsız olacaktır kanımca. Filmde oldukça isabetli bir mesaj da burjuvaziye hiçbir zaman güvenilmemesi gerektiğinin altının çizilmesi. Türkiye solunda bazı aşamacı grupların boncuk arar gibi aradıkları burjuvazi içerisinde yer alan “vicdanlı” kesimlerden biri gibi görünen bir karakter “Die”de mevcut. Elbette böyle insanlar olabilir, tarihte görülmüştür ama bırakın onlar gelsin sizi bulsunlar ve kanıtlasınlar sizden taraf olduklarını. Bunu da maddi kaynaklarını size aktararak yapabilirler en iyi. Sonuçta bu bir sınıf savaşı ve taraflar oldukça net. Ne diyorduk, filmde vicdanlı gibi görünen bir burjuva var. 68 kuşağına dahilmiş. Bu kuşak da hep yanlış değerlendirilmiştir. Sosyalist bir iktidar perspektiği pek olmayan ve içeriği çok net olmayan bir özgürlük talebinde olmuşlardır ve filmdeki Hardenberg de bunu çok açık dile getiriyor zaten. Bu iki sınıfa ait insanların bir dağ evinde yaşadıkları, paylaşımları ve nihayetinde sanki bir ortak sinerji yaşamış gibi görünmeleri filmin başarısı. Fakat sonunda safların netleşmesi ve ak g*tün ve kara g*tün belli olması da filmin diğer bir başarısı. Gördüğünüz gibi filmi çok övdüm. Gerçekten çok iyi alt metinler barındırıyor ve bunu çok başarılı bir biçimle sunuyor. Daha ne olsun?