ATATÜRK VE KOMÜNİZM

Rasih Nuri İleri’nin bu kitabı, şimdilik, bu konuda yazılmış tek kitaptır. Tek olduğu için okunmalıdır ama bana göre yüzeysel bir kitaptır.
Yazarın önsözde belirttiği üzere, kitabın yazıldığı yıl olan 1969 yılında herkes kendisine Atatürkçü diyordu.
1965 yılında kurulan Sol Yayınları, Marksist klasikleri Türkçe’ye çevirmeye başlamıştı ama bu kitaplar yoğun bir şekilde okunmuyordu. Ayrıca Marksist klasikleri, yani Marx, Engles ve Lenin’in kitaplarını okumanın; tarihi, siyaseti, insanı anlama konusunda tam olarak yeterli olup olmayacağı da başka bir yazının konusu olsun.
Böyle bir atmosferde yazıldı kitap. Politikleşen gençlerin Atatürk’e olan ilgisine tatmin edici yanıtlar vermek niyetiyle yazıldı.
Rasih Nuri İleri yazdı kitabı. TİP milletveklidir. Babası Suphi İleri Mustafa Kemal’in arkadaşıdır.
O yıllardaki herkesin bilimsel sosyalizm konusundaki eksiklikleri bence tipiktir. Bugün de 50 ve üstü yaşlardaki sosyalistlerin genelde teorik eksiklikleri vardır bana göre. Canım öğrenci gençliğin veya emekçi gençliğin de bütünlüklü ve gelişkin bir teorisi yoktur. Genelden bahsediyorum.
Kitap açıkça bir parlatma, aklama çabası çizmektedir. Neredeyse Atatürk’ü sosyalistlerin önderi yapmaya çalışıyor.
Rasih Nuri İleri bir CHP’li değil de işkence görmüş bir TKP’li olduğuna göre elbette “Atatürk komünistti” demeyecekti. Akıl var mantık var ama Atatürk “ne mutlu Türküm diyene derken Türk ‘olana’ dememiştir” dediği zaman işte o eski kuşağın kalıtımsal rahatsızlığı kendisini belli ediyor. Nasıl yani “ne mutlu Türküm diyene” etnik bir çağrışım yapmıyor? O zaman bu Kürtler deli mi? 30 senedir ölüyorlar, öldürüyorlar.
Kitap, Milli Mücadele döneminde ve sonrasında Atatürk ve çevresindekilerin solla, sosyalizmle, Marksizmle, SSCB’yle olan ilişkilerini anlatıyor. Birçok yazışma, konuşma alıntılıyor.
Bu alıntılar, kitabın başlarında ileri sürülen “Atatürk gerçekçi bir politikacıydı” teziyle uyumlu bir şekilde veriliyor. Aslında bu bir totolojidir (tekrar edilmesi saçma olan çok doğru şey). Gerçekten politika yapan herkes “gerçekçi” olmak zorundadır ve de tarihe bakılınca görülecektir ki aslında bu da yetmeyebilir. Kitap, Atatürk’ün pragmatik bir gerçekçi olduğunu söylemeliydi. Bunu yapmıyor. O gençleri tavlamak adına. Pragmatizm de kirlenmiş bir sözcüktür. Aslında gerçekten politika yapan herkes pragmatik olmak zorundadır ama bunu dile getirmek ölümcül bir günahtır.
Kemalistlerin (en büyük Kemalist de Atatürk’tür bu arada) siyasi başarı uğruna herkesle, her ideolojiyle bağlantıya geçmiş olmaları sanki yokmuş gibi ele alınıyor kitapta.
Yazarın babası “bize Harbiye’de ekonomi-politik öğretmediler ve bu, bizim en büyük eksiğimizdir” demiştir. Mustafa Kemal de bir Osmanlı paşasıdır. Ekonomi-politik bilmezdi. Marksizm bilmezdi.
Böyle bir arka planla, inisiyatif aldı ve bir siyasal mücadele başlattı. Bu mücadele hem onun kişisel damgasını taşır hem de bu damganın vurulabilceği koşulları barındırır. Mustafa Kemal, Marksizmi bilen ve işçi sınıfı perspektifli bir devrim fikrine sahip olsaydı…Bu yanlış bir soru. Bir Osmanlı aydını böyle birisi olamaz. Kendisini tutuklama emri verilmiş ve mevcut tek ordunun kumandanı olan Kazım Karabekir de bir Osmanlı aydınıydı ve o da böyle biri değildi. M. Kemal böyle biri olsaydı, Karabekir Paşa Erzurum’da kendisinin huzuruna çıkıp “ben ve ordum emrinizdedir paşam” demezdi.
Akıl var mantık var.
Mustafa Kemal, Türkiye’de çok zor bir başlıktır. Bu yazıda iki kez “akıl var mantık var” cümlesini kurdum. M. Kemal söz konusu olduğunda akıl da mantık da uçup gidebilmektedir kolaylıkla. Çünkü bu kişi, insanların hayatlarına normal, bilimsel bir yolla girmemektedir. Sevmek sevmemek ikilemiyle bile girmemektedir. Tapmak, nefret etmek ikilemiyle girmektedir.
Ona tapanlar mı ondan ölesiye nefret edenler mi bilimsel metottan daha uzak karar veremiyorum.
Bunda, okullarda okutulan ve tarih, bilim dışı derslerin etkisi çok büyüktür. Ayrıca 1960’larda DP’nin riyakar kişilik kültü yaratma çabaları da etkilidir. Ondan sonra gelen iktidarlar bu kişilik kültünün oldukça işlevsel olduklarını görmüşlerdir. 12 Eylül faşizmi de Atatürkçüdür, Demirel de Özal da.
Yani Mustafa Kemal veya Kemalizm veya Atatürkçülük tarif edilebilecek, net şeyler değildir ve herkes bunları kendisine göre tarif eder. İki dakika sonra da ya ona tapar ya da ondan ölesiye nefret eder.
Atatürk’ün mutlak bir sınıfsal karakteri olmalıdır. Bunun peşine düşmek gerekir öncelikle. Orada elde edilen sonuca darılmaca, gücenmece olmamalıdır ama.
O sonuç akılda tutularak yaptıkları, başardıkları veya gerçekleştirdiği fena işler daha sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilir bana göre.
Bana göre ne bir “faşistti” ne de adamın dibi.
Çok etkin ve iradeli bir kişilikti. Başka türlü tarihe yön verilemez.
Yaptığı iş, çürümüş ve arkaik kalmış bir toplumsal düzenden başka bir toplumsal düzene geçmekti. Bunu yaparken çok önemli ve değerli işler de yapmıştır ama fena işler de yapmıştır.
Kitapta bunlar pek yok. Atatürk’ün siyasi mücadelesinde çok önemli olan iki olay İnönü zaferi ve İzmir İktisat Kongresi hakkıyla ele alınmıyor. Atatürk ve Türkiye’sinin olacağı ve nasıl olacağı bu iki olay sonucunda belirmiştir çoğunlukla. Bu süre boyunca Sovyetler Birliği ile ilgili olan ilişkiler ve dolayısıyla komünizmle olan ilişkiler dikkatli okunmalıdır.
Lenin’den direkt olarak cephane isteyen de Atatürk’tür, 1929 Buhranı’ndan sonra başbakanını Amerika’ya kredi bulmaya gönderen de Atatürk’tür. Hiçbir şey aynı kalmaz. Hiçbir şey aynı kalmaz.
Bir de şu var: Ekim Devrimi olmasaydı, Türkiye Cumhuriyeti bu haliyle kurulamazdı kesinlikle. Sovyetlerin desteği ve Ekim Devrimi’nin dünyada açtığı siyasi iklim Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ölümcül derecede etkilidir. Ekim Devrimi olmasaydı, Rusya ve İngiltere, İstanbul’da Anadolu’yu ne yapacaklarını tartışacaklardı ve kişisel düşüncem, bir Allahın kulu da onlara itiraz edemezdi. Siz ne yapıyorsunuz diyemezdi. 1950’lerde ulusal kurtuluş mücadelesi veren bir bölge olurdu burası.
Bir de şu var: Atatürk’ü dinle barıştırmaya çalışanlar var. Tam bir esnaf inançlıydı. Hiçbir kaidesini iplemezdi ama dinin toplumsal alandaki etkinliğini kullanmaktan da geri durmazdı ve bunu Türkiye’nin dindarları çok iyi biliyorlar. Yani onları buradan tavlamak olmayacak duaya amin demektir.
Bir de şu var: Mustafa Suphi ve suikasti ile ilgili her şeyi bilmemiz mümkün değil. O dönem siyasi çalkantıların en üst seviyede olduğu bir dönemdir. Anadolu ve dünya kaynamaktadır. Her bölgede kimin güçlü ve söz sahibi olduğunu anlamaya çalışan gruplar vardır. Bu da açıkça belli değildir. Tüm bunlar, Kemalistlerin komünistlerin güçlenmelerini kesinlikle istemediklerini, onlara ilk ve her fırsatta baskı uyguladıklarını, işçi sınıfının bir sınıf olarak siyaset yapmasını kesinlikle istemediklerini unutturmasın ama. 
Bir de şu var: Mustafa Kemal milliyetçidir. Bir Osmanlı aydını başka türlü düşünemez çünkü. Hatta 1930’lu yıllarda saçmalık derecesinde işler yapmıştır. Yani Kürtlerin kendisine Türklerinkine benzer duygular hissetmesi mümküniyet sınırları içerisinde değildir. 
Sonuç olarak, Atatürk sosyalistti demiyoruz kesinlikle. Şartlar uygun değildi de demiyoruz. Burjuva dünya görüşüne sahip bir insandı. O dönemdeki bazı diğer siyasal odaklardan daha ileri bir toplumsal düzen hayal etti. O kadar ama fazlası yok.
Bu yazı da aynı Kemalizm gibi oldu. Bütünlüklü ve net değil. Öyle işte.
İyi günler.   

  
Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.