Son bir senedir hayatımdaki en verimli okuma dönemimi yaşıyorum. Bu sürede 50, 60 kitap okudum. Bu anlamda dünyanın birincisi Japonlardır ve onlar bir yılda kişi başı 25 kitap falan okurlar. Japonları geçtim, hedefim Cengiz Oktay’dır ama kimse Cengiz Oktay’ı geçemez.
Okuduklarımın çoğu romandı. Zaten roman okumak 15 senedir aklımda olan bir şeydi de iki, üç sene önce ancak sıra geldi bu hobiye. Roman okumak, kurmaca olmayan eserleri okumaya göre daha kolaydır. Ayrıca roman okumak hiçbir şeye benzemez. Gencer Ergünay’la anlaşamadığımız nice konulardan biri de şeyler arasında kıyaslama yapılıp yapılamayacağıdır. Ben şeyler, olaylar ve olguların “ayrı ayrı değerli” olduklarıyla pek ilgilenmem, her şeyi kıyaslarım. Sürekli nitelik listeleri yaparım. Bunları yapmayanları “zihinsel faaliyet tembeli” ilan ederim. Roman da hiçbir sanat dalına benzemeyen bir şey. “Sınırsızlık” aranıyorsa ona en fazla yaklaşılacak yer romanlardadır. Romanın insanın hayal gücünü uyarma potansiyeli hiçbir sanat dalında yoktur. Böyle düşünüyorum ve bu saptamayı yapıyorum. “Müzik ayrı değerlidir, sinema ayrı değerlidir, şiir ayrı değerlidir.” (biri hariç hepsine bayılırım) gibi kıyaslamamazlık yapmıyorum. Kıyaslıyorum ve romana altın madalyayı veriyorum.
Elbette bir davar okuyucu olamazdım! Okumak eylemi çok özel bir eylemdir ve öylesine yapılmamalıdır. Hiçbir şey öylesine yapılmamalıdır da (bazı meslekler yapılabilir, haktır), okumak davar gibi asla yapılmamalıdır. 1800’lerde yapılabilirdi. O zaman okumaya değer eser azdı ve bir insan hayatında bunların altından kalkabilirdi. Şimdi ise başyapıt diyebileceğimiz kurmaca eserler de kurmaca olmayan eserler de hayli fazla. Davar okuyucu çok şey kaçırıyor.
Davar okuyucu olamazdım ve bir plan, program çerçevesinde okumalıydım romanları. Bu arada araya girelim aslında okumaya değer roman sayısı yukarıda yazdığım kadar çok çok değil. Okumaya değer roman sayısı taş çatlasa 300 falandır. Gerisi ortalama eserlere denk gelir ki bunlarla da vakit kaybetmemek yerinde bir seçim olur. Nasıl davar okuyucu olmadığıma nihayet gelelim: Kendime bir liste çıkardım. Mutlaka okumama gereken romanları belirledim. Eleştiri kitaplarını, internetteki Top 10, 20, 100 listelerini, Facebook üzerinden kendi yaptığım anketleri süzdüm ve mutlaka okumama gereken romanların listesini çıkardım. Nisan ayının başında yaptığım bu iş sonunda elimde 140 adet roman olduğunu gördüm. O zaman “Baran Doğan 100 Temel Eser” adıyla bir yazı yazmış ve bunları sıralamıştım. 140 tane olsa da “100 Temel Eser” klişesini kullanmıştım.
Nisandan bu yana listem gerçekten 100 esere indi an itibariyle… Şu anda okumayı planladığım 100 eser var. Pandemi sürecinde yine en ballı, börek yiyen meslek devletteki öğretmenler oldu. Kendilerine gıcık olmam artarak devam ediyor. Vasatlık anıt ağaçları, devletteki öğretmenler… Hem “evdekal”ma olanağı buldular, hem de paralarını, ekstra paralarını bile almaya devam ettiler. Devletteki öğretmenleri gömerim ama ne yapayım ben de o haklardan yararlanmak zorundayım. Yararlandım ve bu süreçte 30 roman okudum. Geriye kalan 10 romana ne oldu? Bir kere bazılarını şerefimle yarıda bıraktım. Saçma bir dik duruş var, kitap yarım bırakılmazmış! Affetmem, kitap sarmamışsa, o kitabı okumamak çok şeyden mahrum bırakacaksa beni, o kitabı okumak zorunda değilsem gözünün yaşına bakmam. Yarıda bıraktıklarım oldu. Listeden çıkarttıklarım oldu. Örneğin Hasan Ali Toptaş’ın tarzını beğenmedim, listedeki diğer kitaplarını çıkarttım. Hüseyin Rahmi’nin en önemli iki eserini okudum ve diğerlerini okumaya gerek olmadığına kanaat getirerek çıkarttım onları.
Bu şekilde 140’tan 100’e düşmüş oldum. Tabii canım Kindle’mdan bahsetmeden duramam. Normalde Kindle kurtuluş savaşımı bıraktığımı deklare etmiştim. Feysten yazılar yazarak basılı yayını devirip, Kindle’ı tek başına iktidara taşıyamayacağıma karar verdim çünkü insanlar muhafazakar. Bana neydi o zaman? 20 sene sonra kansız bir şekilde iktidara gelecek e-kitap okuyucu ve “Ben elime alıp oynamayı severim. Ben ellemeyi severim. Ben kitabı koklamayı severim. Ben onu içime sokup, sonra da ona sarılıp yatmayı severim.” diyenler kalmayacak bir gün. Bu kesin bir şey. Ee, o zamana kadar bu devrimi yapmak için neden kasayım? Bana ne? Bira bardakları kurtuluş savaşından da vazgeçmiştim. Artık hiçbir kurtuluş savaşı veremem! Sadece anti-rakı harekette varım!
140’tan 100’e düştüm. Peki, sonra ne olacak? Eskiden yapmak istediğim meslek olarak film yönetmenliğini öne sürerdim çünkü en sevdiğim şey sinemaydı. Şimdi en sevdiğim şey edebiyat. O zaman? Roman yazarı olmayı öne sürmem gerekiyor. Sürüyorum da… En çok yapmak istediğim şey roman veya romanlar yazmak. İşte bu 100 eseri bitirince bu işe başlayabileceğimi düşünüyordum. Oysa o kadar da beklememe gerek olmadığına kanaat getirdim. Yaklaşık bir yedi, sekiz roman sonra Türk edebiyatındaki bütün önemli isimlerin bir veya birkaç en önemli eserini okumuş olacağım. Bu iş bitince roman çalışmama başlayabilirim diye düşünüyorum. Zaten genel olarak ne yapacağım kafamda belirli. Geriye kalan oturup disiplinli bir şekilde ayrıntılara odaklanmak. Film yönetmenliği ütopikti. Ayrıca kolektif bir iş olduğu için o kadar keyif de almazdım o işten. Kolektif işleri hiç sevmem zira… Roman yazmak ütopik değil. Yazarım, bazı dostlarımdan yardım isterim. Yayınlatamazsam kitapyurdu sitesinin herkese açık olan, sipariş verildikçe basılan sistemine yüklerim romanımı. Zaten yığınlar halinde okunacak ve beğenilecek bir eser olmayacak. Bu kesin fakat ben en sevdiğim şeyi yapmış olacağım. Yoksa bir Max Brod mu bulsam…
Bakalım bu 100 esere:
Aşk-ı Memnu |
Mai ve Siyah |
Ayaşlı ve Kiracıları |
Sinekli Bakkal |
Üç İstanbul |
Hüküm Gecesi |
Ankara |
Bir Sürgün |
Çingeneler |
Sultan Hamid Düşerken |
Sözde Kızlar |
Bir Tereddütün Romanı |
Yorgun Savaşçı |
Esir Şehrin İnsanları |
Esir Şehrin Mahpusu |
Yol Ayrımı |
Avare Yıllar |
Baba Evi |
Osmancık |
Küçük Ağa |
Mavi Karanlık |
Güven |
Tek Kişilik Ölüm |
İnce Memed |
Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana |
Büyük Gözaltı |
Bir Düğün Gecesi |
Ölmeye Yatmak |
Hayır |
Üç Beş Kişi |
Kaplumbağalar |
Tırpan |
Vatandaş |
Tehlikeli Oyunlar |
Korkuyu Beklerken |
Bir Bilim Adamının Romanı |
Gülünün Solduğu Akşam |
Tante Rosa |
Yürümek |
Her Gece Bodrum |
Kar |
Kafamda Bir Tuhaflık |
Sahnenin Dışındakiler |
Mahur Beste |
Aydaki Kadın |
Suskunlar |
Efrasiyabın Hikayeleri |
Gece |
Kinyas ve Kayra |
Daha |
Yalan |
Hababam Sınıfı |
Don Qıixote |
Pilgrim Progress |
Gulliver’s Travels |
Ulysses |
Brave New World |
The Sound and the Fury |
In Search of Lost Time |
Moby Dick |
War and Peace |
The Divine Comedy |
The Adventures of Huckleberry Finn |
Alice’s Adventures in Wonderland |
Pride and Prejudice |
To the Lighthouse |
Catch-22 |
Nineteeen Eighty Four |
Anna Karenina |
The Grapes of Wrath |
To Kill a Mockingbird |
Great Expectations |
A Tale of Two Cities |
Jane Eyre |
The Red and the Black |
For Whom the Bell Tolls |
David Copperfield |
Les Misearables |
The Portrait of a Lady |
The Idiot |
Lord of the Flies |
Emma |
A Farewell to Arms |
The Castle |
A Clockwork Orange |
Sons and Lovers |
Fathers and Son |
Oblomov |
The Count of Monte Cristo |
The Epic of Gilgamesh |
The Odyssey |
Zorba the Greek |
Blindness |
Seeing |
Invisible Man |
The Master and Margarite |
And Quiet Flows the Don |
The Gambler |
Mother |
Resurrection |
Nisandan beri okuduğum romanlar içerisinde en çok; Masumiyet Müzesi, Hakkari’de Bir Mevsim, Yenişehir’de Bir Öğle Vakti, Peygamberin Son Beş Günü, Eylül, Puslu Kıtalar Atlası, Kürk Mantolu Madonna, Cevdet Bey ve Oğulları ve Benim Adım Kırmızı’dan etkilendim…
Şu anda roman Top 10’um da şu şekildedir:
Aylak Adam
Huzur
Yeraltından Notlar
Kara Kitap
İçimizdeki Şeytan
Anayurt Oteli
Masumiyet Müzesi
Kırmızı Pazartesi
Suç ve Ceza
İnce Memed
şeklindedir…
Görüşürüz…