Ben Liberal Oldum

*Devrim eğer şuysa devrimin imkânsız olduğunu düşünüyorum: Kısıtlı bir zaman diliminde, zor kullanarak, fakirler lehine büyük ve önemli bir iktidar değişikliği yapmak… Bu imkânsızdır. Ne yapılırsa yapılsın, ne düşünülürse düşünülsün! Somut durumun somut tahlilini yapan yüz tane toplantı da yapılsa, yer altına çekinilip ilmek ilmek kadro da oluşturulsa imkânsızdır.

*Madem liberal olduk o zaman burjuva devrimi kavramıyla kavga etmek hususunda da elimizi taşın altına koymak babında yan gelip yatamazdık. Burjuva devrimi kavramı terk edilmelidir. Sonra Türkiye’deki gençlerin kafası karışıyor. Devrim kelimesi ucuza gitmemeli. Bundan sonra sadece fakirler lehine somut, cebe para girdiren dönüşümlere devrim denilmeli. Türkiye’deki burjuvaların ne burjuva olduklarından ne devrim yaptıklarından ne de bir sermaye diktatörlüğü yürüttüklerinden haberleri var!

*Her şeye rağmen… Mevcut katastrofik duruma değil de olaya tarihsel bakıldığında… Hem dünyada hem de Türkiye’de işler iyiye gitmektedir. Tarihsel bakmak lazımdır. Yaşam koşulları, sağlık, eğitim, beslenme, hijyen… Bu konularda insanlık (kapitalizm) tarih yazmaktadır. İstatistiklerde insanlık tarihinin en iyileri belirmektedir. Her şey berbatken ayağa kalkmayan fakirler işler tıkırındayken neden kalksın? Tarihte bir iki kere kitleler halinde açlıktan öldükleri oldu ama yine isyan etmediler.

*Nüfus meselesi önemli. Dünyanın 10 milyarda Türkiye’nin de 100 milyonda sabitleneceği öngörülüyor. Düşünün… 50 insanın 50 sene boyunca oturacağı apartmanı altı ayda yapabiliyorsunuz. Şu anda 30, 40 yıllık arabalar var. Katar çok değil birkaç yıl sonra insansız hava taksisine geçiyor. Düşünün 100 sene sonrasını. Altı milyar nüfus ve bir sürü kullanılır durumda olan ev, araba, yazlık, dükkan, tarla, fabrika, okul, hastane, metro, yol, disko, kahve, kerane… İnsanlar birbirlerine benzemiş. Herkes, TR vatandaşları bile, İngilizce biliyor… Ne olacak? 100 sene sonra şöyle bir haber görürseniz şaşırmayın: “Eski ilçeler Bağcılar ve Esenler tamamıyla yıkılıp yerlerine safari park yapılacak.”

*Dünyada ne olursa olsun, hangi güzel gelişme yaşanırsa yaşansın TR’de en son kabul göreceğini akılda tutalım. Bunun tek sebebi vardır: İbnelik… Eric Hobsbawm “1980 yılında, nüfusunun %80’i köylü olan tek bir ülke vardır, o da Türkiye’dir. Üstelik buna hiç de mecbur değildir.” yazar. Güzel şeyler burada geç olur ama olur.

*TR’deki kapitalizm bile kurumsallaşmaya başladı. Çalışanlar lehine bir sürü olumlu kanun var. Biz Ak Parti karşıtı orta sınıflar, çalışanlar için cehennem gibi bir ülke olduğunu düşünüyoruz. Ama bir akrabamızdan bir olumlu bir şey duyuyoruz ve dumur oluyoruz. Siyasi konularda değil ama hayatla ilgili pratik meselelerde hukuk tamamen yok değil. Kendinize güveneceksiniz ve ısrarcı olacaksınız, yanınızda birilerini bulabilirsiniz. Mesela cumartesi çalışmamak TR’de giderek yaygınlaşmaktadır. Büyük inşaatlarda herkes kask takmaktadır mesela. Genel manzara elbette kötü ama çatlasak da patlasak da TR’de iyi şeyler olmaya devam ediyor. Tekrar edelim, şartlar iyiye doğru gitmektedir.

*Hem insanlar hem de Türkler gemileri yakmaya mesafelidirler. Partinin asla yapmadığı şey olanı yaparlar yani ortalamacılığa yüz verirler. Radikalleşmek istemezler. Bu öğrenilmiş, kültürel bir şeyden ziyade miyonlarca yıllık evrim sürecinin bir çıktısıdır. Bu şekilde var olabileceği genlerinde vardır. Devrim gibi aşırı iddialı bir şeye neden ilgi duysunlar? Hele hele 40, 50 sene sonra asgari vatandaş maaşı herkese verilmeye başlandığında neden ilgi duysunlar?

*İnsan davranışlarına bakarken biyolojisine mi bakılmalı içinde bulunduğu kültüre mi? Elbette ikisine bakılmalı. İkisi de etkilidir. Ama ben biyolojik yapısının daha etkin olduğunu savunuyorum. Şimdi “Kadınlar güçlü, sahiplenen, abartmadan kıskanan erkek sever.” desek linç yeriz. Bu linçi yapanlar politik doğruculuk adına bunu yaparlar ama içten içe de öyle erkekleri beğenmeye devam ederler.

*Emeğin başına türlü türlü işler gelecektir. Daha doğrusu bildiğimiz anlamda emek kalmayacaktır. Emek gerektiren bütün işlerin yapay zekalı robotlar tarafından yapılacağı kesindir. Bunlar şimdi bile görülmeye başlanmıştır. Üzümün zarını kesen robotlar vardır. Ee, ne olacaktır o zaman?

*Kimlik ve yaşam tarzı mücadeleleri sanıldığından daha fazla önemlidir. Şimdiki zaman için ama… İnsanlar hızlıca birbirlerine benzemektedirler. Tarihsel olarak baktığımızda uzak gelecekte kimlik ve yaşam tarzı mücadelesi kalmayacaktır büyük ihtimalle. Kimlik konusunda insanlar ya homojenleşecekler, bunu başaramıyorlarsa homojen olmayan topluluklar ayrışacaklardır. Bence de iyi olacaktır. Homojen toplulukların daha mutlu ve başarılı oldukları bir gerçektir. Yaşam tarzı mücadelesi de kalmayacaktır çünkü herkes yiyip, içip, sıçmaya başlayacaktır.

*Sınıflar ve sınıflar mücadelesi kavramlarıyla sorunlarım var. Sınıflar mücadelesinin olmadığını düşünüyorum. Marksistlere göre burjuvalar ve emekçiler dışında önemli bir sınıf yok ve bu ikisi arasında mücadele var. Bunlar iyice açılmalı. Nasıl bir mücadele? Tarihe baktığımızda ve yaşam içerisinde mücadele diye gördüğümüz şeylerin hepsinin güçlü, zengin, önemli, etkili erkeklerin arasında geçtiğini görüyoruz. Burada zenginleşmek “bir numaralı” itici güç müdür? Herkes bu soruyu kendisine sorsun. Yunanlar üç milyonluk nüfuslarıyla Batı Anadolu’yu neden geri almak istediler? Bu mücadelelerin çıktıları diğer insanlara yansıyor. Bu mücadelelerin özü burjuvaların fakirleri çalıştırarak ortaya çıkan ürüne el koymak olduğu savunuluyorsa buna karşı çıkarım. Çünkü bu… Zaten tüm insanlık tarafından içselleştirilmiş, alternatifi akla gelmeyen bir şey. Birkaç devrimci bunu akıl etti, bir mücadele başlattı ve SSCB gibi bir zirve yaptı diye tüm insanlık tarihi bunu gözden geçirmeyecek. İlerleme sayesinde zaten fakirlere de çok iyi yaşam koşulları sunulacağından dört milyonluk insanlık tarihinde 100 yıla tekabül eden bu “arızalı” durumun gelecekte şansı olmayacak. Burada ben tarafımı sunmuyorum. Tarafım SSCB yanıdır ama bunun “olabilitesi”, “yapılabilitesi”, “gerçekçiliğibilitesi” imkansız. İnsanların radikalleşmeyeceğini birkaç madde önce öğrenmiştik. Devrim radikal bir şeydir. İnsanların zincilerinden başka kaybedecekleri çoook çok şeyleri vardır artık.

*Sınıf meselesi de tartışmalı. Burjuvalar ve emekçiler… Tasnif etmek bu kadar kolay mı? Yöneticiler, güvenlik güçleri, ve halk dediğimiz içerisinde zenginin de fakirin de bulunduğu geniş bir kesim… Hepsi maaşlı çalışan olan insanların arasında uçurumlar var. Yaşam tarzı ve kimlik olarak birbirleriyle dağlar kadar yabancılaşan bu insanları bir sınıf altında birleştirmek ne kadar zor! Ayrıca psikolojik faktörler de çok önemli. “Normal tipler” ve “enteresan tipler” her kesim içerisinde varlar ve asla bir duygu, davranış bütünlüğüne erişemiyorlar. Anadolu’da sıraya girmesini bilene gey muamelesi yapılıyor. Ne olacak şimdi?

*Aslında ben kendisine has bir liberal oldum. Herhangi bir konuda çevremdeki topluluktan farklı düşünebilirim. Bazı konularda da aynı düşünebilirim. Mesela bir liberal tek adamcılığa şiddetle karşı çıkar ama ben çıkmıyorum. Tek adamcılığın insanlık tarihinin ve hatta hayvanlık tarihinin özeti olduğunu düşünüyorum. Dün birisi Twitter’da Atatürk’ü özlemesini günümüzde cumhurbaşkanının onayı olmadan gazete haberi bile yapılamamasına bağlamış… Muhaliflere baskı, tek ses, kafadaki projenin dayatılması gibi şeyler ele alındığında Atatürk bırakın Tayyip’i Abdülhamit’ten bile daha ileridedir. Ben oraya bakmıyorum. Tek adam olacak. Bunu şerefimle kabul ettim. Önemli olan tek adamın kim olduğu… Demokrasi hikayedir. Geleceğin homojen ve refah toplumuna en çok benzeyen İsveç gibi bir ülkede örneğin, parlamentolar gündem olmadığı için toplantı iptal ediyorlar. Seçimleri kimse siklemiyor. Geleceğin “kapitalist” ama homojen ve refah toplumlarında da böyle olacak. TR bile böyle olacak. Ama en son böyle olan ülke olacak. Sebebi de ibnelik, demiştik.

*Toplumsal cinsiyet kavramını geride bıraktım. Yani şöyle: Elbette toplumun kadınlara bakış açısı yüzünden, özellikle de İslam toplumlarının, bir sürü sorunlar yaşanmaktadır. Bunlara karşı mücadele edilmelidir. Önemli kazanımlar elde edilince çok iyi olur. Fakat kadınlarla erkeklerin “öncelikle” kadın ve erkek olduklarını düşünüyorum. Saçma bir cümle gibi gelebilir. Uzun yıllar boyunca yaptığım gözlemler sonucunda bazı düşüncelere ulaşmıştım. Takipçilerimin bildiği üzere kadın ve erkek beyinlerini inceleyip davranış kalıplarını yorumlamaya çalışan insanların yazdıkları kitapları okudum ve bütün gözlemlerimin orada doğrulandıklarını gördüm. En demokratik ve ileri toplumu kursanız bile kadınların ve erkeklerin bazı klişe davranışlar geliştirmekten geri durmayacaklarına inanıyorum. Farklı şeylere farklı tepkiler vermeye, farklı hissetmeye, farklı şeylere ilgi duymaya devam edecekler. Prestijli işler adını koyduğum siyaset, sanat, spor, bilim, din, savaş, seyahat, mucitlik, mekanik vs. işlere erkekler “daha çok” ilgi göstermeye devam edecekler. Çünkü erkek beyni merak etmeye, keşfetmeye ve diğer erkeklere statü koymaya programlanmışlardır. İstisnaları olmakla birlikte kadınlara başka başka şeyler daha ilgi çekici gelmektedir. Neyse 100 sene sonra bana hak vereceksiniz.

*Hayatın anlam ve anlamsızlığı üzerine de bir şeyler söylemek istiyorum. Biz “küçük” insanlığı çok abartmamak lazım. Ne yaşamayı ne de ölmeyi abartmamak lazım. Milyarlarca yıllık ömrü olan evrende, dört milyon yıldır insan olarak yaşayan, 190 milyar atası yaşamış ve ölmüş, ortalama 70 yıl yaşayan canlılarız. Bunları düşündüğümüzde hayatımızın kıytırık bir ayrıntıdan öte olmadığını görüyoruz. Buna rağmen, öbür dünyaya inanmasak bile, hayatı yaşarken “yaşamak sorumluluğunu” ihmal etmemiz lazım. Nedir o yaşamak sorumluluğu? Devrim yapmak değildir tek başına. Çünkü bunun için çalışmamanın da anlamsız olduğuna inananlar var. Benim gibi devrimi aklın kesmiyorsa veya cesaretin yoksa da hayatın anlamsız olmaz. Kimseye büyük bir zarar vermezsin, yaşadığın sürece de “namuslu hedonizm” yaparsın, şerefinle yaşar ve bu dünyadan siktir olup gidersin. Büyük ihtimalle ünlü ve önemli biri olmayacaksın dolayısıyla 50 sene sonra kimse seni hatırlamaz. O insanların senin gündemlerinden bambaşka gündemleri olur. Böyle bakınca da abartmamak lazımdır.

*Son olarak “namuslu hedonizm”den de bahsetmek istiyorum. Bunun için ayrı bir yazı yazılabilir. Namuslu hedonizm nedir? Sığır gibi yumurtayı cezveye koyup, onu orada unutarak, yumurtanın sarısının yeşil bir renk almasına sebep olmak yerine; 60 liraya bir Sinbo marka yumurta haşlama makinesi alıp rafadan kıvamı tutturarak yiyeceğin haşlanmış yumurtadan keyif almaktır. Bundan dolayı mutlu olmaktan, bunu paylaşmaktan utanmamaktır. Buna benzer bir şeydir. “Anadolu garibanizmi”nin tam tersidir.

Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

İyi günler…

Bu yazı siyaset kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.