Bir Söyleşinin Ardından: Türkan Şoray

Geçenlerde Türkan Şoray’ın söyleşisine gittim…

Ünlü insanları görmeyi severim. Onlara bakarak içinde bulundukları meşhur anları hayal etmeye çalışırım. Zidane’ı teknik direktör olarak gördüğümde 2002 finalinde Leverkusen’e attığı inanılmaz golü düşündüm. Neşet Ertaş’ı gördüğümde, bir yazıda okuduğum üzere Rumeli Hisarı’nın üstündeki ormanlık alanda Arif Sağ ve Orhan Gencebay’la şarap içip, türkü söyledikleri anı düşündüm. Erdoğan’ı gördüğümde Altunizade Mabeyin Restoran’da Baykal’la yedikleri yemeği düşündüm. Tuncel Kurtis’i gördüğümde “Umut” filmindeki araba sahnesini düşündüm. Messi’yi gördüğümde 2008 balondor ödül töreni öncesinde aynı odada Ronaldo ve Kaka ile beklediği anı düşündüm.

Türkan Şoray’ı gördüğümde de onlarca kez seyrettiğim “Sultan” filmindeki çamur savaşını düşündüm.

Kendisine liseye falan giderken hayranlığım vardı. O yıllarda Türk sinemasına da hayranlığım vardı. Türk sinemasıyla ilgili çok kitap okudum. Türkan Şoray’la ilgili de çıkmış bütün kitapları okumuşumdur. 25 yaşımdayken falan gerçek anlamda bir sinemasever olmaya başlayınca Yeşilçam denen dönemin filmlerinin şimdiki Türk dizilerinden farksız olduklarını anladım. Elimde pek başka bir alternatif yoktu veya ben yeterince arayışçı değildim. Yeşilçam hayranlığım da geçmişimde yer alan ve pişman olduğum nice şeyden biriydi. Biraz da onunla hesaplaşmak için gittim söyleşiye.

Türkan Şoray’ın bazı söyleşilerini izlemiştim ve aslında o kadar da efsane bir karakter olmadığını anlamıştım. Çok güzel de değildi sanki. Bir tane filminin adı “Dünyanın En Güzel Kadını”dır. Dünyanın en güzel kadını değildi kesinlikle. En büyük artısı oldukça anlamlı ve güzel olan gözleriydi. Türk tipi vücut yapısıyla da Anadolu insanının fetiş objesi haline gelebilmişti.

Söyleşi çok sıkıcıydı. Zor yer buldum. Bulamayanlar oldu. Şoray’ın nasıl da Türkiye’nin ilk fenomenlerinden biri olduğunu çok net gördüm. Fenomendi ama kim için? Eski insanlar için. En son 2016’da lisede çalışıyordum ve o zaman bile lise öğrencilerinin Şener Şen’i tanımadıklarını görmüştüm. Şimdi sosyal medya sayesinde her taraf 15, 20 saniyelik video dolu. Daha iyi tanıyor olabilirler ama bu yeni insanlar için Şener Şen, Kemal Sunal, Türkan Şoray, Kadir İnanır, Tarık Akan kesinlikle bizim için ifade ettiği şeyleri etmiyor.

Söyleşi çok sıkıcıydı. Gerçekten güzel bir kadın vardı moderatör olarak. Güzel olmaktan başka hiçbir vasfı yoktu. Feministler kızacak ama kadından önce güzel olması beklenir. Beklendi 250 bin yıldır. Gelecekte de beklenecek uzunca bir süre. Çok cahildi. Şoray’a samimi olmayan övgüler düzüyordu sürekli. Elindeki kartondan okuduğu sorular da çok yüzeyseldi. Sinemaya nasıl başladınız? Yeşilçam sizin için bir okul muydu? Bu soruların cevaplarını ve çok daha fazlasını biliyordum Şoray ile ilgili. Türkiye’nin ilk fenomenini de görmüştüm. Üstelik çok da merak ettiğim bir Partizan-Real Madrid basketbol maçı vardı. 10 dakika sonra çıktım söyleşiden. Sövdüm geçmişime. Bu yanlış hayatları yaşamamak elimizde miydi? 18 yaşındayken, 40 yaşındaki gibi düşünmek mümkün müydü? 18 yaşındayken her gün üç Türk filmi izlemektense bir uyku tulumu alıp otostopla Ege bölgesini ve hatta tüm Türkiye’yi gezmesi gereken bir insandım ben. Bunu yapabilir miydim? Bu vizyona, bu cesarete, bu kararlılığa sahip olabilir miydim? Cevap evetse sövmekte haklıydım. Cevap hayırsa sövmek sadece rahatlatıcı olur…

Şoray benim ilk fenomenlerimden biriydi.

Türkiye’nin de ilk fenomenlerinden biriydi. İlk olan o değil de kimdir diye sorulsa akıllara Zeki Müren gelir herhalde. Cahide Sonku, Safiye Ayla, Zeki Müren… Yani somut şeyleriyle fenomen olanlar. Sonra Türkan Şoray gelir ve sinemada kimse onun kadar fenomen olmamıştır. Erkeklerde Yılmaz Güney ve Kemal Sunal ona yaklaşmışlardır.

Türkan Şoray liseye giden bir kızken Panter Emel tarafından sete götürülmüş ve orada Türker İnanoğlu’nun dikkatini çekerek direkt başrol teklifi almıştır. Panter Emel yani 90’lı yıllarda televizyonda hayvan hakları için mücadele veren ÖDP’li Emel Yıldız… İlk filmlerinde kaşları birleşiktir ve burnu da estetiksizdir. Gözleri hep aynı şekilde büyük ve etkileyici. Close-up’ı (yakın çekim= çağıran gözler. Vücut yapısı Anadolu insanının beğenisine uyacak şekilde kalın ve yapılı.

Hem bizden olan hem de ulaşılmaz olmayı başarmış bir kadındır Türkan Şoray. Tıpkı Yılmaz Güney gibi. Sinema sanatı yapısı gereği perdede görülen insanı biraz kültleştiren bir sanat. Bunu yaptı Şoray için ama her şeyiyle bizden biri gibiydi. Bu iki şey birleşince fenomenlik oldu. Diğerleri yani Filiz Akın, Hülya Koçyiğit ve Fatma Girik Avrupai tipliydiler.

Türkan Şoray aynı zamanda bir de fetiş objeye dönüşmüştür. Bu hikaye hep ironik bulmuşumdur.

Oyunculuğunun ilk yıllarında öpüşmüştür ve işin kuralı gereği frikik vermiştir Türkan Şoray. Ama birkaç yıl sonra adeta bir rahibe Teresa’ya dönüşmüştür. Meşhur Türkan Şoray Kanunları devreye girmiştir. Yani Sultan perdede öpüşmeyecektir, sevişmeyecektir, filmin sonunda erkek ona dönecektir vs. Gerçekten de bu kurallar o yıllarda film yapımcılarına sunulmuştur.

Peki, bu kuralları kim koymuştur? Rüçhan Adlı

Türkan Şoray’la onun kariyerinin ilk yıllarında tanışan zengin ve yaşlı adam Rüçhan Adlı aslında evlidir. Evliliğini hiç sonlandırmadan Şoray’la yaklaşık 20 sene birlikte olmuştur. Bu kuralları o koydurtmuştur. Bu hikaye neden ironik? Normalde Anadolu insanının asla onaylamayacağı bir şey olan “evli adamla dost hayatı yaşamak” eylemini gerçekleştiren Türkan Şoray filmlerinde namus timsali olarak gözüktüğü için adeta bir milli fetiş obje olmuştur. Herkes ona aşıktır ama o dokunulmazdır, kutsaldır. Çelişkili değil mi? Adlı’ya karşı neler hissettiğini bilemeyiz ama ben o ilişkinin Şoray için biraz kapan gibi bir şey olduğunu düşünüyorum. Bunu ima eden bir kitap da var aslında: Atilla Dorsay’ın “Sümbül Sokağın Tutsak Kadını” iyi bir kitaptır ve bu mapusluğu ima eder. Kitapta da bununla ilgili bölümler vardır. Sümbül Sokak Levent’tedir ve orada bahçeli, duvarlı bir evde Adlı ve Şoray yaşamaktadırlar. Hatta Adlı ölünce ailesi Şoray’ı oradan çıkartmaya çalışmıştır…

“MİNE” FİLMİ

Bu yazıyı buraya kadar okuduysanız, Şoray’ın hayatı ilginizi çekiyorsa 1982 tarihli “Mine” filmini izlemelisiniz. Her Yeşilçam filmi gibi kötü bir film ama ilgi çekici. Youtube’da var.1,5 X’le izleyebilirsiniz. Bu film önemlidir. Bu filmde Şoray adeta kendisini oynamaktadır. Kasabadaki yaşlı ve ruhsuz tren şefinin karısı Mine herkesin arzu ettiği bir kadındır. Herkes onunla yatmak istemektedir. Mine ise kocasının onu anlamayan kaba saba tavırlarından dolayı bunalmaktadır hali hazırda. 12 Eylül’den kaçtığı ima edilen bir adam, yani öğretmenin abisi kasabaya gelir. Yazardır, duyarlıdır, empatik becerileri gelişkindir. Cihan Ünal ne kadar yakılışlıysa o kadar yakışılıdır. Bu adamla Mine’nin dostane bir diyalogu gelişir (yazıyı okuyan erkeklerin kıs kıs güldüğünü hissedebiliyorum.) Adam Mine’ye kitaplar verir. Onunla konuşur, onu dinler. Kadınların bayıldıkları şeyler bunlar. Kasabada dedikodular artık çok ağır basmaya başlar. Sonra Mine adamın evine gider ve “herkes bizim yatmamızı bekliyor, hadi yatalım” der. Ve Şoray 20 sene sonra öpüşür, sevişir. Dünya yakılıp, yıkılmamıştır. Yer yerinde oynamamıştır. Belki de bunlar olmuştur… Film çekilirken Adlı’yla birlikte olan ve aslında ona karşı gelen Şoray kısa süre sonra kendisinden ayrılıp Cihan Ünal’la evlenmiştir. Yani hayatını aynen Mine’de yaşamıştır veya Mine’dekini hayatına transfer etmiştir.

Bütün bunların arkasında Müjde Ar’ın “devrimcliği” vardır aslında. 80’li yıllarda siyasi filmler yapmak yasak olduğu için sosyal içeriğe yönelmek isteyen sinemacılar kadın sorunlarına eğilen filmler yapmışlardır ve Müjde Ar da bu filmlerde boy göstermiştir. Ekranda her naneyi yemiştir. Başta Şoray olmak üzere eskinin namus timsali başrol kadın oyuncuları birer birer filmlerde naneler yemeye başlamışlardır.

Fakat artık geçtir biraz. Hem Şoray yaşlanmaya başlamıştır hem de Yeşilçam adeta bir yok olma sürecine girmiştir. 70’li yıllarda yılda 200-250 film çeken sektör 80’lerin sonlarında 15-20’ye düşmüştür. 80’lerin ikinci yarısıyla beraber Türkan Şoray’ın artık bir fenomen, bir milli fetiş olmadığını görüyoruz.

Benim bir tezim vardı: Çok az sanatçı (şov dünyası elemanı) 20 yıldan fazla üst seviyede kalabilir. Türkan Şoray da onlardan biri değildi. 20 sene zirvedeydi. Anadolu insanının hayallerini, gizli saklı fantezilerini, düşlerini süsledi. Lenin’in kullandığı bir “zorunlu tesadüf” kavramı vardır, zorunlu tesadüf onu bize armağan etti, biz de onun etinden, sütünden, yününden, derisinden faydalandık…

Tarihte yer almaktadır. 222 başrol ile dünya sinemasında bir rekorun sahibidir. Rekor sayıda Anadolu insanının da fenomenidir. Bir dönemler ben de o insanlardan biriydim. Uzun zamandır değilim ama onu görmek istedim işte… Türkiye’nin hemen hemen her şeyi vasat… Fenomeni de fenomeni fenomen yapanları da vasat…

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.