BUNA DÖNDÜM

Bazı şeylerin gidip en adisini alabilirsiniz. Örneğin, ayda yılda bir kullanacağınız bir flash disk için gidip satıcıdan benim gibi en adisini isteyebilirsiniz. Veya askı, blok küp not kağıdı, vanilya, çekecek…Pardon çekecek demir ve uzun olmalı. Fakat asla ucuzculuk yapılmaması gereken şeyler de vardır. Örneğin çorap, hoparlör, Adana kebap, (kullananlar için) atlet, ampül…Bir de çay…

Geçen sene çay içiciliği kariyerimi anlattığım bir not yazmıştım (yorum bölümünde) ve aradığım çayı bulduğumu belirtmiştim. Çaykur’un ürettiği 42 No’lu Tirebolu Çay favorimdi. Her zaman ve her yerde bulunamıyordu bu çay. Sadece eylül ayında marketlerde olduğunu zannediyordum ve geldiğinde yağmalıyordum. Oysa ki durum farklıymış. Israr ederseniz her dönem buluyorsunuz.

Neyse efendim gel zaman git zaman çay içmeye devam ederken, bu sene doom günümde ünlü yaşam uzmanı Zahide Çolak (feysten çıktı kendisi) bana bu resimde (biliyoz fotoğraf) gördüğünüz Organik Hemşin Çayı’nı hediye etti.

Bu “organik” işlerinden sıkılmıştım ve bu işlerin büyük çoğunlukla parası olan orta sınıfları kazıklamak için uydurulduğunu düşünürdüm. Hala da öyle gerçi. Aslında organik yesen de yemesen de kapitalizm bir şekilde seni 65 sene yaşatmayı başarıyor. Ona ne kadar yaşamak denir, o ayrı mevzu ama genelde böyle. Dolayısıyla amacım organiklerin peşinden gitmek değil lezzetlerin peşinden gitmek ve kilo almamaktır artık.

Fakat bu çayın gerçekten organik olduğunu da öğrenmiş bulunmaktayım. Bu yazı yazılırken Samsun civarlarında olması beklenen ünlü çay üreticisi Halil Selimoglu nereden dönüyor dersiniz? Tabi ki memleketi Rize, Hemşin’den. Bu çayları da bizzat onlar toplayıp, işliyorlar. “Gerçekten sıfır şerefsizlik var” diyor kendisi. Organiklik durumu budur. Meraklısı not edebilir.

Benim asıl ilgilendiğim nokta olan lezzete gelirsek eğer…Nasıl desem…(Yine abartılı bir şey gelecek burada) Shakespeare bir senaryo yazsa, Stanley Kubrick onu filme çekse, asistanlığını da Joel Coen yapsa, filmin müziklerini de Çaykovski ve Neşet Ertaş beraber yapsalar ortaya böyle bir şey çıkar. Yeterince abartılı oldu mu? Abartı bir yana, gerçekten enfes bir tadı var. Isdırırsınız, yalarsınız.

Fiyatı, 24.50 TL. 400 gram.

Rize Turist Çay 1000 gramı 24, 25 lira falan.

Pahalı ama benzersiz olduğu için verilir. Tek başıma bunu iki ayda falan tüketirim. İki ayda tasarruf edilecek 12 lira beni batırmaz da çıkarmaz da. Yeri gelmişken söyleyeyim, bazı insanların tasarrufta işi abarttıklarını düşünüyorum. Mecbur olmadıkları halde her şeyin en dandiğini, en ucuzunu alıyorlar. 50 kuruş indirim için iki kilometre ilerideki markete gidiyorlar. Bunun gereksiz olduğunu düşünüyorum. Daha önemli ve büyük konularda akıllıca davranmalı ama tasarrufu bulan Yunanlı düşünürü de mezarında dört döndürmemeli. Şerefsiz mekanlara kendimizi kazıklatmamak başka bir şey. Dört liraya çay içmem! Yanındaki ufacık bisküvinin hatırına insanlıktan soğutuyorlar insanı.

Ünlü kötücül film yönetmeni Kubu Zekirdemiz “bu hayata sadece Beşiktaş ve çay sayesinde katlanabiliyorum” demişti. O kadar da değil de çayı çok seviyorum dört, beş senedir. Verdiğim paraya, harcadığım emeğe acımam.

“Yok kardeşim ben böyle alengirli çayların peşinde koşmam. Çay yani altı üstü” derseniz bir beni kırarsınız, iki Altınbaş, olmadı Filiz, olmadı, Turist lütfen. Lipton no! Doğuş no! Berk (allah belasını versin) Doğadan (gizli bahçe belki)

Son olarak çay konusunda ırkçıyım. Çayı çay gibi severim. Bergamot, yeşil, nane, kaçak, afrodisyaklı safran, sallama, poşet, meyve, oralet, elma, kabartma tozlu çay…Çay gibi çayı severim…
Not: Bu yazıyı yedi dakikada yazdım.

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.