“Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.” Kitabın tasavvur ettiği gelecekteki mükemmel/mekanik toplumda yaşayan ve “ruh” arayan (bana göre kendisine rahat batan) adam.
Kanlı canlı, hafif kaotik, adrenalin dolu bir üçüncü dünya ülkesinde mi yaşamak daha çekici gelir size yoksa düzenli, tertipli, herkesin 9-5 çalıştığı, sokaklara çöp atılmadığı, durağan bir Kuzey şehrinde mi?
İkisinin karışımı yok mu diye sorulabilir. Soru saçma bulunabilir. Kimisi yanakları pembeleşerek birinciyi seçtiğini söyleyebilir, kimisi de donuk bir ifadeyle ikinciyi tercih edeceğini söyleyebilir…
İnsan daha ne kadar, nereye kadar “gelişecektir”? İlerleme denilen şey aslında yaşamın ruhundan bir şeyler götüren bir şey midir? Yaşamın ruhu var mıdır? Ruh diye bir şey var mıdır?
Yazıma çok soru ile başladım, farkındayım… Aldous Huxley’in “Cesur Yeni Dünya” adlı romanı insana çok soru sordurtuyor çünkü…
Bu roman bir distopya olarak kabul ediliyor. Yani gelecekte geçen ve de karanlık, depresif bir gelecek tasviri yapan romanlardan biri. İlk nesirlerden biri kabul edilen İngiliz Thomas Moore’un “Ütopya” adlı romanının ismiyle bir oynama yapılmış ve distopya kelimesi türetilmiş. Moore’un kitabı kendisinin hayatına mal oldu çünkü insanlara (halka/yönetilenlere) “zararlı” ilhamlar vereceği düşünüldü. Düzeni tehdit eden eserin yazarı ibreti alem için canını teslim etti. Temel olarak eğlenmek amacıyla bu metni yarattığı bilgisini hatırlıyorum üniversite yıllarımdan. Huxley’in romanı ise gelecekte tasvir ettiği “mükemmelleşmiş” toplumsal düzenin aslında ne kadar da “ruhsuz” olduğuna işaret ederek, verili (yani 30’lu yıllardaki verili) düzenin “nimetlerini” daha çok sevmemiz gerektiği mesajını okuyucuya iletiyordu. 30’lu yıllardaki “verili” düzenle şimdiki düzenin çok da farklı olmadığını düşünüyorum. En azından Tanrı ve şiir ölmedi… Tanrı’yı ve şiiri sevmeyenler hala “ruhsuz” kabul ediliyor!
Yazımın ana fikrini, distopya olarak etiketlenen bu romanın bazı açılardan öyle olmadığını düşünüyor olmam oluşturuyor. Romandaki gelecekte, karşımıza çıkan bazı şeylerin aslında iyi ve olması gereken şeyler olduklarını düşünüyorum. Zamanının ilerisinde bir insan mıyım, ne!
Yaşadığım zamanın neresindeyim emin değilim ama onda birçok yanlışlıklar olduğunu düşünüyorum.
Romanı teknik olarak ele almaya gerek var mı? Ortalama kitaplarla vakit kaybetmeyi doğru bulmuyorum. Bundan çok bahsettim. “Cesur Yeni Dünya” bir edebi eser olarak çok iyi. “Cesur” tabirinin de Shakespeare’in “Fırtına” adlı oyununda “Güzel” anlamında kullanıldığını da ekleyelim. Yani bu yeni dünyanın cesaretle ilgisi yok. Güzel bulunuyor. Güzel yeni dünya… Bence de öyle.
Shakespeare demişken, romanda “vahşilerin” yani eskisi gibi yaşayanların, yani bizler gibi yaşayanların/hissedenlerin bulundukları bölgede elde kalan tek metnin onun eserleri olduğunu ekleyelim. “Ruhsuzluğun” karşıtı olarak elimizde Shakespeare var. Şekspir ilk roman yazarı olabilir. Yazdıkları şiir formatında olsa da bireyin iç dünyasına, özellikle de karanlık/kaotik iç dünyasına yolculuk yapması bakımından romana ilham veren en önemli kişidir. Şekspir’in tiyatro oyunları hece ölçüsü ve kafiyeyle yazıldığı ve çoşku duygusunu harekete geçirdiği için kendisi “romantik” bulunur ama bence ele aldığı temalar, hemen hemen her oyununda görülen anti-kahramanlar, insanın karanlık dünyasına yönelmesi falan onu “romantik” olmaktan alıkoyuyor. Prens Hamlet, Yahudi faizci Shylock, siyahi kral Othello, Lady Macbeth falan nasıl insanlar öyle… Bu anlamda Şekspir’i seviyorum ve onun hiç de romantik olduğunu düşünmüyorum.
Şekspir’in “güzel” yeni dünyasından neler oluyor? Zaman zaman gelecekle ilgili düşüncelere dalarım. Geleceğin toplumunun nasıl olacağını düşünürüm. Nasıl olması gerektiğini de düşünürüm ama orada biraz temkinli davranırım çünkü az bir kesime tekabül eden “erdemli” insanların gelecekle ilgili mücadelelerinin geleceği belirlemeyeceğini düşünüyorum. Nasıl olması gerektiğini düşünmenin akla bunu getirebileceği için, bu eylemin esas olarak bir tehlike teşkil ettiğini düşünüyorum. Gelecekte insanın yaşaması için gerekli olan şartlar, olanaklar, materyaller kolay bir şekilde ortaya konabilecek ve bunu o az sayıdaki “erdemli” devrimci değil yine tarih boyunca olduğu gibi güçlü ve akıllı insanlar (erkekler daha doğrusu) başaracak. Yani kolaylıkla elde edilen yaşam koşulları savaşlarla ve devrimlerle değil, tarihin ve bilimin doğal seyri içerisinde kendiliğinden ortaya konulacak. Tabii bu uzun bir sürece yayılacak. 100 sene sonra, belki de çok daha kısa bir süre sonra bütün bedensel işleri yapay zekalı robotların yapacağı kesin. Bedensel iş yapmayan, yapmak zorunda olmayan bir insan ne yapar? Ne düşünür? Nasıl yaşar? Hiç düşündünüz mü bunu? “Güzel” bir dünya açıkçası. Dünyanın ve insanlığın böyle bir durumda bütün çelişkilerini, savaşlarını, eşitsizliklerini bir kenara bırakacağını iddia etmiyorum. Buna inanmıyorum da zaten.
Ama diyorum ki insanoğlu bedensel iş yapmak zorunda kalmadığında, yaşamak için gerekli olan şeylere kolaylıkla ulaştığı anda sorunların büyük bir çoğunluğu bitmiş demektir. İnsanoğlunun çoğu basit insanlardan oluşur. Gelecekte de bu oran tersine çevrilmeyecektir. Dolayısıyla basit bir şekilde elde edilen aş, yaş, maş, iş, eş ona yeter.
İşte korkulacak derecede zalim bulunan cesur yeni dünyada, bu dünyadakinin aksine birçok “şey” kolaylıkla elde edilebilir durumda.
Cesur yeni dünyanın “güzel” bulunmamasının bir diğer sebebi de (evet bu sebeplerden gidelim en iyisi) insanların otomatik bir şekilde üremesi/üretilmesi, aile kavramının yok edilmesi ve üretilen insanların genlerine müdahale edilerek baştan asimetrik bir şekilde yani eşitsiz bir şekilde “yaratılmaları”… Alfalar, betalar var. En altta epsilonlar var. Ayak işlerini yapıyorlar. Ama hepsi günümüzden daha iyi koşullara sahip. Hepsi aş, iş ve “eşe” erişebiliyor. Hepsinin günlük soma istihkakları var. Soma yani uyuşturucu. Yani onu alıyorsun, oh senden mutlusu yok. Eşitsizlikle ilgili düşüncelerimi açıkladım birçok yazıda. Ona inanmıyorum. Onu ne gerçekçi, ne de bilimsel buluyorum. Bilimsel değil çünkü insanın beyni, bilinci o kadar karmaşık bir şey ki her birey iyi beslense ve iyi dinlense bile insanlar oldukça farklı olmaya devam edecekler. Duyguları, olgulara tepkileri, olgulara ilgileri hep farklı olacak. Bizim kanlı canlı geleceğimizde beslenme ve dinlenme sorunları hallolacağı için o zaman insanların (aynı zamanda kadınlarla erkeklerin de) nasıl da farklı farklı olmaya devam edeceklerini hep birlikte (?) göreceğiz. Şu andaki dünyada alfalar, betalar ve epsilonlar var ve epsilonlar berbat hayatlar yaşıyorlar. Korkunç bulunan cesur yeni dünyada epsilonlar iyi, kötü somaya, şuna buna erişebiliyor. Tanrı ve şiir yok. Şimdi var ama epsilonlar da sığır gibi yaşayıp, ölüyorlar…
Romanlarda “godoşluk” temasının çok ele alındığını görüyoruz. Bir nevi okuyucuyu köşeye sıkıştırmak için yapılıyor bu çünkü insanların en hassas noktası burasıdır. Godoşluk varsa as koz gibi diğer bütün temaları etkisiz hale getirir. Türk romanları içerisinde “solculuk” temalı romanlarda da çok ele alınır “godoşluk”. Örneğin Adalet Ağaoğlu’nun “Hayır”ını ele alalım. Oradaki erkek karakterin “godoşluğu”, kadın karakterin yaşamı boyunca hissettiklerinden rol çalar… Yazar bunu öngörmemiştir yalnız. Yazar kadın olduğu için bu meselenin erkekler nazarında ne kadar büyük bir mesele olduğunu tam olarak kavrayamaz ve solcu ahlakçılığının basit bir çıktısı olarak gördüğü ve kullanmak istediği bu ögenin biriktirdiği güce şaşırır. Yani belki şaşırmıştır…
Cesur yeni dünyada kadın erkek ilişkilerinin sıradanlığı, okuyucunun mevcut dünyamızı sevmesi yolunda adeta bir silah gibi kullanılır. Bizler bu toplumun ürünleriyiz, bu toplumun ahlak öğretilerine maruz kaldık. Herkesin isteyen herkesle yatabildiği bir düzen bize çok yabancı gelebilir, onun nasıl bir şey olduğunu tasavvur edemeyebilir ve doğal olarak ondan ürkebiliriz ama belki de bu düzenin ahlak anlayışında da bazı yükler, bazı arızalar vardır… Bu düzendeki aile anlayışında da bazı yanlışlıklar vardır belki… Ki bence var! Bu düzendeki kadın erkek ilişkilerinde de aile anlayışında da bazı yanlışlıklar var. Bu şeyler sahip olması gereken voltaj geriliminden hayli yüksek bir voltaj gerilimine sahipler… Bu yanlışlıklara işaret ettiğiniz zaman size hemen alternatif olarak cesur yeni dünyanın godoşluğu sunulmasın. Ayrıca ben, mecbur kalınsa, onu buna tercih edeceklerin de epeyce fazla olduğunu düşünüyorum.
Faşizm! Yani birilerine bir şeyi zorla yaptırmak… Cesur yeni dünyada insanlara bir şeyler direkt dayakla olmasa da çeşitli aygıtlar aracılığıyla yapılıyor. Aaa! Ne tuhaf! Ne zalimce! Şimdi de öyle yaptırılıyor. Arkadaşlar kurumlar denen şeyler vardır. Kurum demek sadece binası, websitesi ve adresi olan bir şey değildir. İnsanlara çeşitli davranış kalıpları sağlamada işlev görürler kurumlar. Okuldan ziyade eğitimi bir kurum olarak değerlendirsek daha iyi olur. Eğitim, aile, erdemlilik, din, ahlak, töre, vatan milliyet bilinci, görgü kuralları, akrabalar, mahalle, sosyal ortamlar, flört vs… İnsanlar başıboş bırakılmalı demiyorum. Kurumlar illa ki olacak… Önemli olan bu kurumların kimlerin denetiminde olduğu. (Bana göre) iyi ve akıllı insanların denetimindeyse kurumlar, yeri geldiğinde dayakla bile insan şekillendirebilirler. Bunları aşalı çok oldu. Demokrasi, ikna… Bunlara inanmıyorum. Zorla tepesine bineceksin. O esnada birileri incinebilir ama ilerideki nesilleri bazı yüklerden kurtarmış olursunuz. İlerideki nesilleri de geçiniz, kendi yaşamınız için konfor alanlarını genişletirsiniz. Zalimce, faşistçe gelebilir ama dünya, insanoğlu böyle yürüyor.
Güzel bir roman. Distopya olarak anılıyor ama tekrar altını çizeyim: Ben başbakan olsam bu düzeni değiştirirdim ve bana göre gayet iyi bir düzen yaratırdım. Ve bu düzen Cesur Yeni Dünya romanından izler barındırırdı…