Son yıllarda hayatıma dahil ettiğim edebiyat ve basketbol sayesinde hayatım daha da heyecanlı olmaya başladı. Şarap ve felsefeyi ise iradeyle hayatıma dahil etmiyorum. Hepsine birden yetişemem…
İnsanın hobileri olması gerekir fakat günümüzde bakıyoruz ki gencinden yaşlısına çok az insan hobilere, özel uğraşlara, özel meraklara sahip. İnsanların çoğunun emekli olmaktan neden bu kadar dehşete kapıldıklarını buradan anlayabiliriz. Çünkü hayatlarında çalışmaktan başka yapabildikleri bir şey yok. Üzgünüm. Bunlar için emekli ruhlu çalışanlar diyebiliriz. Beni yarın emekli etseler varım. Emekli olma fırsatım gelsin bir dakika bile fazladan çalışırsam kınasınlar beni… Emekliler böyleyken gençler nasıl? Onların da çoğu “yapacak bir şey bulamadıklarından” şikâyetçiler. 15 sene yalnız yaşadım, bununla birlikte beş dakika bile canımın sıkıldığını hatırlamıyorum. Yapacak, üzerine gidecek, merak edecek hep bir şeyler vardı.
Canım sıkılmadı ama yaptıklarımdan dolayı memnun muyum diye sorarsanız, 50 tane yazıda bahsettiğim üzere bugüne kadarki hayatımın %83’ünden dolayı pişmanım. Yine, o 50 yazıda belirttiğim üzere Gencer Başkan hayatının %98’inden dolayı pişmandır. Utku Kayan gibi Facebook’ta yazdıklarımdan dolayı akrabaların ne düşüneceğini takmayan birisi olsaydım buraya “Kafamı sikeyim!” yazardım fakat öyle biri olmadığım için yazmıyorum. Çevremde benim yaşlarımda olup da hayatına benim kadar çok şey sığdırmış başka birisi yok ama Utku Kayan’a mikrofonu veriyoruz tekrar: Kafamı sikeyim!
Edebiyat ve basketbol hep aklımdaydı. Bunlar, bu son bir, iki senede birden aklıma gelmiş şeyler değillerdi. İngiliz edebiyatı bölümü mezunu olduğumdan dolayı edebiyatla ne yapılması gerektiğini bilmeyen bir insan değildim. Onun ne kadar heyecan verici olduğunu da biliyordum. Bu arada araya girelim, edebiyattan kasıt romandır… Şiir veya öykü veya başka janrlar değildir. Edebiyata bu kadar geç kalmamın sorumlusu sinemadır. Neredeyse 10 senemi sadece sinemaya ayırdım. Genelde sevgilisizdim. Binlerce film izledim ve hayatımdaki en büyük 16. pişmanlığım sinemaya bu kadar vakit ayırmaktır. Kafamı seveyim… Sonra romanlar başladı ve heyecan kasırgası da başladı.
Bu arada şunu da belirteyim, sinemaya haksızlık yapmayalım. Sinema çok etkili bir sanat dalıdır. Çok dinamiktir. Popüler işler anlamında da sanatsal işler anlamında da çok yoğun bir üretim sürecine sahiptir. Edebiyat böyle değildir. Uzunca bir süredir böyle değildir hatta. Birçokları kızacak ama şiirin ölmek üzere olduğunu düşünüyorum. Öykü de… O yüzden… Önümüzdeki üç, dört senede ben bütün klasikleri veyahut da okumaya değer bütün romanları okurum ve tekrar movie-buff’lığa dönerim diye düşünüyorum. Gorki Okuryazar’ın yaptığını asla yapmam yani bir çöp okuru olmam. Hayat, ortalama kitaplar okumak için fazla kısa. Okunmaya değer kitapları okur ve tekrar movie-buff olurum. Bu arada tekrar “teori” kitapları okumaya da dönerim. Tarih de en az edebiyat kadar heyecan vericidir. Hatta bazen ondan daha heyecan vericidir.
Sinemaya dönünce de ana akım film izlemem. “Sanat filmleri” izlerim. Uğraşamam ana akım filmlerle. Zaten bir filmin veya bir romanın her şeyden önce “sürükleyici” olması gerektiği düşüncesine hiç katılmıyorum. Ana akım filmler, popüler romanlar sürükleyici işte. İstiyorsanız tüketin onları ama size hiçbir şey katmayacaklardır.
Basketbola gelince. Yıllar sonra ilk basket maçımı Bursa otogarında otobüs beklerken izledim. 2017 Euroleague finaliydi. Maçkolik’e bakıyoruz, 21 Mayıs 2017 imiş. Bursa’da güzel bir gün geçirmiştim ve otobüsümü beklerken final maçını izledim. Çok heyecanlandım. Sonraki sene izlemedim ama geçen sene tekrar izlemeye başladım. Çocukluk aşkım Efes Pilsen çok başarılıydı. Shane Larkin adlı adamı izlemesi çok keyifliydi. Basketbol çok heyecanlı geçiyor. Denk takımların maçları inanılmaz keyifli. Heyecandan ölüyorum. Karımın belirttiğine göre maçı izlerken kendimden geçip, küfürler falan ediyormuşum. Futbol izlerken küfür etmem mesela. Basketbol da hayatıma heyecan katmaya devam edecek bundan sonra. Elbette futbola haksızlık etmeyelim. 20 senelik üst düzey futbol takipçiliği kariyerimden dolayı pişman değilim kesinlikle. İyi ki futbol var. İşkence masasında olsam ve birini seçmemi zorlasalar da futbolu seçerdim.
Şarabı ve felsefeyi hayatıma iradeyle sokmuyorum. Hiçbir içki şarap kadar sürprizler vadedemez insana. Bir deniz değil bir okyanus o… Biralar gibi denemeler yapmaya kalksam ömrüm yetmez. Vedat Milor 10 bin farklı şarap tatmıştır. Özellikle yemekle çok iyi gitmesi açısından da çok çekici. Fransa’da gördüğüm gibi keşke marketlerde meyve suyu kutularına benzer kutularda satılan bin çeşit şarap olsaydı. Her gün birini denerdim. Şimdi almaya kalksan bir şişe, açınca da tüketmek lazım, alkolik oluruz vesselam. Yine burada da biralara haksızlık yapmayalım. Bugüne kadar 150 tane falan bira denedim ve bundan dolayı da pişman değilim. Piyasadaki kitle biraları bir yana biralar da çok farklı lezzetler sunabilir insana. Türkiye de bira yönünden çok fakir bir ülkedir. Gerçi 2014-2018 yılları arasında bir altın çağ yaşandı. Metro Grossmarket’lerde hiçbiri şimdi olmayan 50 çeşit bira denemişimdir. Bunlardan bazıları sanat eseriydi fakat döviz krizinden sonra artık bunlar yok. Mekanlarda çok pahalıya var bazıları. Neyse ki dünyanın en iyi birası Weihenstephaner’in fıçısı mekanlarda var, marketlerde de Leffe ve Duvel var. Bunların başlarına bir şeyler gelse şaşırmam yalnız… Yalnız ve çirkin ülkem…
Böyle işte… Hayat güzel ve anlamlıdır. Bunun için zengin olmamız da şart değildir. Hele hele devlette öğretmenler isterlerse (ki istemiyorlar) iyi bir hedonizm takibi yapabilirler fakat onlar birinci ev, ikinci ev, (50 sene sonra prim yapacak olan) birinci arsa, (70 sene sonra prim yapacak olan) ikinci arsa falan kafasındalar…
Bu bahsettiklerim çalışarak geliştirilecek şeyler değildir. Küçük şeyler de insanı mutlu edebilir. 50 TL Digiturk aidatı hayatınızı çok güzel kılabilir. Hepinizin her sene 5000 TL’ye yaptığı Antalya tatili yerine çok daha ufuk açıcı şeyler yapabilirsiniz… Neyse bana ne ya ?Ne haliniz varsa görün ? İyi günler ??♂️