En iyi futbol filmi hangisidir? Bu soruya cevap arayan anketler sağda, solda mevcuttur. Bu listelerde iki filmin sıkça kendilerine yer bulabildiklerini görüyoruz. Bunlardan biri Amerikan yapımı “Escape to Victory/Zafere Kaçış” (1981) diğeri de Macar yapımı “Two Half-Times in Hell/Cehennemde İki Devre”dir (1963). Egemen sinema dünyanın çeşitli yerlerinde çekilen nitelikli filmleri, Amerikalılar alt yazı okuma tembeli oldukları için, kendi diline ve ideolojisine uyarlayarak yeniden çeker. “Zafere Kaçış”ı da “Cehennemde İki Devre”nin bire bir yeniden çevrimi değil ama bir tür asalağı olarak değerlendirebiliriz. Bu filmler 9 Ağustos 1942’de Ukrayna’nın Kiew şehrinde yapılan bir maçtan esinlenerek çekilmişlerdir.
Sovyet vatandaşlarının “Anayurt Savunması” adını verdikleri 2. Dünya Savaşı esnasında, faşistlerin işgal ettiği Kiew kentinde bazı eski Dinamo Kiewli tutsak futbolcuların oluşturduğu bir takım ortaya çıkar. FC Start adındaki bu takım yine bazı toplama takımlar karşısında seri galibiyetler almaya başlar ve Kiew halkına moral verir ama -kıyamam- faşistler de insandır ve onların da morale ihtiyacı vardır. Nazi subaylarından oluşan bir futbol takımı Start’ın karşısına dikilir. Yenilmeleri konusunda aldıkları uyarıya rağmen maçı kazanan komünistler bu galibiyetin bedelini hayatlarıyla öderler. İşte bu iki film bu olaydan esinlenerek çekilmiştir. Daha doğrusu “Cehennemde İki Devre” bu olaydan esinlenerek çekilmiştir, “Zafer Kaçış” ise “Cehennemde İki Devre”den esinlenip üstüne para kazanmak bir de ideoloji pompalamak istemiştir.
Önce dandik olanından başlayalım. Amerikalı yönetmen John Huston, tür sinemasının önemli temsilcilerinden biridir ve seyirciyi avucunun içine almayı iyi bilir. Filmografisindeki nice kıvrak filmlerden biridir “Zafere Kaçış”. Sylvester Stallone, Michale Caine gibi sinema yıldızlarının boy gösterdiği filmde başta Pele olmak üzere birçok emekli futbol yıldızı da rol alır. Huston’ın filmi Sovyetler’de geçip, faşistlerin komünizm düşmanlığını işleyemezdi elbette. Olay dost ve de mağdur bir ülke olan Fransa’ya uyarlanır. Oyuncular da tutsak İngiliz, Amerikan askerleri oluverirler. Film sıradan bir hapishaneden kaçış veya İkinci Dünya Savaşı (!) filmine döner. Filmin, gerçek olayın ruhuyla uzaktan yakından alakası yoktur. Futbolun ruhuyla da pek alakalı olduğu söylenemez. Yönetmen, Amerikalı star Stallone’yi kalecilerin penaltı atmasının çok nadir görülen bir şey olduğuna ikna etmeye çalışmıştır.
“Cehennemde İki Devre” ise, sosyalizmin yaratıcılığı öldürdüğünü üfleyen kişilere izlettirilmesi gereken nice başyapıttan biridir. Destansı bir havası, olağanüstü bir sinematografisi ve dürüst bir bakış açısı vardır. Birinci filmin eksik kaldığı şey olan gerçek olayın ruhunu yansıtmanın hakkından gelebildiği gibi üstüne bir de o ruhu çağırır. Filmi izlerken o ruhu yanı başınızda hissediyorsunuz. Basit bir futbol maçının halklar için ve halk düşmanları için ne anlama gelebileceğini şaşırarak anlıyorsunuz. “Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik!” diye bağıran taraftarlar geliyor aklınıza. Bir insanın nasıl da gerçek anlamda “ölümüne” top oynayabildiğini görüyorsunuz. Aynı kampın iki ayrı tetikçisi olan endüstriyel futbol ve egemen sinema arasındaki kirli bağı teşhis edebiliyorsunuz.