Herkesin düşüncesine saygı…Duymuyorum!

“Ne olursan ol, yine gel.” Mevlana

“Cezalandırma isteği olana güvenmeyin.” Friedrich Nietzsche

“Allah bana bildirdi: Hepiniz alçakgönüllü olmalısınız ki kimse kimseye baskı yapmasın.” İslam peygamberi Muhammed

“Uygarlık farklılıkların teşvikidir. Uygarlık bu yüzden demokrasiyle eş anlamlıdır. Kaba kuvvet, baskı, şiddet veya belli bir modeli herkese zorlama uydurmak hem uygar değildir, hem demokratik değildir.” Gandhi

“Fikirlerin ve inanışların başka başka olmasından şikayet etmemek gerekir. Çünkü bütün fikirler ve inanışlar bir noktada birleşirse bu hareketsizlik ve ölüm belirtisidir.” Mustafa Kemal 

“İnsanlar arasında bu kadar farklılık varken hoşgörü bir erdem değil, hayatta kalmak için bir gereklilik.” Rene Dubos

Favorim şu: 

Benim ne ırk önyargım var, ne sınıf önyargım var, ne de din önyargım var. Tek umursadığım, kişinin insan olması ve bu benim için yeterli; kimse bundan daha kötü olamaz.” Mark Twain

Bunların hepsine “oldu gözlerim doldu” diyorum ve yazıya başlıyorum.  

Eğer sistemi değiştirmek gibi bir niyetiniz varsa, işiniz zor. Ne demek “herkesin düşüncesine saygı duymuyorum”? Bu kadar iddialı bir laf edilir mi? Hemen sizin her şeyi bilen bir “elitist” olduğunuzu düşünenler çıkıyor. Sistemi değiştirmek devrimci bir eylemdir. Ve maalesef bunu insanların “sadece duymak istediklerini” söyleyerek asla yapamazsınız. Halkın sürekli hoşuna gidecek şeyler söyleyerek sistemle asla hesaplaşamazsanız. Taraf olmak zorundasınız. Karşıtınızı belirleyip onunla her alanda mücadele etmeniz gerekir. Devrimcilik gidip polisten gaz yemeye indirgenmemelidir. Devrimcilik üstüne gitmektir. Meydan okumaktır. Sistem ve “yanlış” düşüncelerle hesaplaşmaktır. “Kime göre neye göre” diyenlere kulak asılmamalı. Sol siyasete göre. Bu çok zor bir şeydir.

 Tekrar soralım: Ne demek herkesin düşüncesine saygı duymuyorum? Yukarıda bazı örnekleri verilen bir ton özlü söz var bu konuda. Bu konuyla ilgili MP3 Player hediyeli bir sürü kompozisyon yarışması yaptırılıyor okullarda. Yani kısacası halk, herkesin düşüncesine saygı duyulması gerektiği konusunda ikna edilmiş. 

Bu konuyla ilgili tutum alırken hayatı ne olarak algıladığınız çok önemli. Sahi, nedir hayat? Bir imtihan mı? Evlenip, çoluk çocuğa karışıp, kendini ailene adamak mı? Veya eşek gibi çalışmak mı? Zevk alınması, dalgasına bakılması gereken bir şey mi? Hayat, bu veya benzer şekillerde algılanıyorsa “herkesin düşüncesine saygı duymak” konusunda kolay kolay yüksek sesle itiraz edilemez. 

Oysa hayat bir kavgadır. Bir mücadeledir. Bir iktidar mücadelesidir. Alabildiğine somuttur bu. İki temel toplumsal sınıf arasındaki iktidar mücadelesidir hayatın özü. Şimdi biz sınıflar mücadelesi deyince bir meydanda toplanan burjuvalar ve işçilerin taşla sopayla birbirlerine girmesi anlaşılıyor bazıları tarafından. Böyle değil. İşçi sınıfı bu mücadelenin öznesi olduğunun farkında değil şu anda. Ancak burjuvazi yani iktidarı elinde tutan sınıf bu mücadeleyi ölümüne yürütüyor. İşçi sınıfının bilinçlenip bu iktidar mücadelesinde taraf olduğunu anlamaması için her türlü aygıtla saldırıyor. İşte bizim hayat dediğimiz şey büyük oranda bu sınıfın bu konuda attığı adımlar ve o adımların kabullenilmesi veya reddedilmesi dersek abartmış olmayız. Gece yarısı torba yasa çıkarıyor, 4+4+4 yasası çıkarıyor, gazeteci kovuyor, AB’yi kuruyor, Mali’ye NATO müdahalesi yapıyor, hareket eden her şeyden tahrik olacak insanlar üretiyor, boktan filme fon veriyor, boktan kitabın tanıtımını yapıyor, siyasi partilere maddi yardım yapıyor, 100.000 kişilik stadyum inşa ediyor, HES kuruyor, tüketim kültürü yaratıyor, çalışma saatlerini arttırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor, biber gazı sıkıyor, ahlak kuralları belirliyor, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası yapmak istiyor, nişasta bazlı şekerin kotasını kaldırmak istiyor, borsa kuruyor, işsiz ordusunu sürekli canlı tutuyor ve bunun gibi bin türlü araçla bin türlü siyasi adımlar atıyor. 

Bunun böyle olduğunu bilmeyen veya bilmemezlikten gelen birisi, koskoca yazar Mark Twain olabiliyor da çıkıp “benim sınıf önyargım yok” diye bir cümle kurabiliyor. Birisi, milyarlarca insana yukarıda saydığım şerleri yaratan sınıfa ait olacak, sonra da “ben insanım” diyecek. “Oturmasını kalkmasını bilen kibar bir insanım ama Asgari Ücret Belirleme Komisyonu’nda sözüm var” diyecek. Şimdi durum böyleyken ne saygısı dostlar? Ne empatisi? Ne ötekileştirmesi? Ne demokrasisi? İktidarı elinde tutan sınıf toplumu kendi çıkarı doğrultusunda şekillendirmişken her düşünceye saygı mı duyacağız? Yok ya! Halkın düşünce diye geliştirdiği birçok şey son tahlilde bu sınıf tarafından müdahaleyle ortaya çıkmıştır. Bu “düşünceler” bu sınıfın çıkarına hizmet ederken, bizleri de karanlığa, sömürüye daha fazla batırırken onlara saygı mı duyacağız? 

Burada yapılması gereken şey çok net, basit, sade, somut. Tarafınızı belirleyeceksiniz. Yani aslında bal gibi bir tarafımız var. Onu kendi kendimize ilan edeceğiz ve herhangi bir kişi, kurum veya düşünceyle  ilgili tutum geliştirirken ona göre davranacağız. Ya işçi sınıfının tarafındasınız ya da akademisyen Korkut Boratav’ın yaptığı araştırmaya göre Türkiye’de 200.000 kişi olduğu düşünülen ama ülkenin ürettiği değeri tek başına gasp eden burjuva sınıfının tarafındasınız. Karşımızdaki sınıf bize gram saygı duymuyor. Durum böyleyken burjuva sınıfına ve onun uşağı kişi, kurum ve düşüncelere “sen gelme ulan ayı” diyoruz.    

Bizim için “tektipleştirmeci” diye düşünenlere şunu söylemek isteriz: Burjuva ideolojisi yani kapitalizm tektipleştirmenin allahıdır.     

Bu yazı 4+4+4, AB, burjuva ideolojisi, burjuvazi, Emperyalizm, Gezi Parkı Direnişi, işçi sınıfı, Korkut Boratav, Mark Twain, proletarya, sınıflar mücadelesi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.