“Seni Maltepe Parkı’na götüreyim,” dedi “yürüyüş yaparız.” Beni evden alıp parka götürecekti sonra da eve bırakacaktı. Yürüyüş yapmayı, özellikle de Maltepe Parkı’nda yürüyüş yapmayı çok sevdiğim için kabul ettim. Daha önce böyle bir park görmemiştim çünkü. Deniz kenarında, düz, gerekli tesislerin hepsine sahip ve son zamanlarda ağaçların büyümesiyle de göz kamaştırıcı bir hal alan bir parktı. Üstelik modern Avrupa şehirlerindeki parklarda olduğu gibi isteyen içki de içebiliyordu. Aklıma, Halkın Mühendisleri İnisiyatifi’nin bu park açılırken yaptığı açıklama geldi. Bu İnisiyatif, Maltepe Parkı’nın bir kent suçu olduğunu tüm basına açıklamıştı. Açıklamayı değil Fox TV, Halk TV bile yayınlamamıştı. Sadece Youtube üzerinden ara ara videolar yayınlayan Derman TV yayınlamıştı açıklamayı. Üstelik de İnisiyatif’in ismini yanlış yazarak. Halkın Mühendisleri İnisiyatifi yerine Halkın İnşaat Mühendisleri İnisiyatifi yazmışlardı ekrana. Ayrıca inisiyatif kelimesini de “insiyatif” şeklinde yazmışlardı.
Yarım saat sonra telefonum çaldı. Ancak 2000’li yıllardaki gibi “Seni düşünüyorum” anlamına gelen, bir seferlik çalma gibi bir çalmaydı. Diğer adıyla çağrı atmak olan şey gerçekleşmişti. O anda benim de cevap olarak çağrı atıp atmamam gerektiğini belirleyemedim. Hazırdım ve hemen çıkacaktım, dolayısıyla benim de “Seni düşünüyorum” çağrısından atmama gerek olmadığını düşündüm.
Tam apartmandan çıkarken arkadaşım bir daha aradı. Bu sefer tek seferlik çalma değildi. Açtım. “Apartmanın önündeyim” dedi. “Tamam, geliyorum ben de. Aramanı duymuştum zaten” dedim. “Ha! Duymadın zannettim” dedi. Hem 2000’li yılların çağrısından atmıştı hem de o hareketine güvenmeyip tekrar aramıştı. Tutarsız davranmıştı arkadaşım ama zaten genelde tutarsız biriydi. Bir önceki hafta sitede tuttuğu evde bunu iyice gözlemlemiştim. Daha önce evliydi ve evi hep eski karısı sayesinde düzenliydi. Kadınların evle erkeklerden daha çok ilgilendiklerini düşünürdüm. Erkeklerin demokrat olmaya çalışıp ev işleriyle uğraşmak isteseler bile kadınlardan direnç yediklerini çok kez gözlemlemiştim. Tanıştığımızdan beri onu tek başına ilk defa o sitedeki evinde görmüştüm ve o kaotik ortamda yaşamını sürdürebilen bir insanın tutarlı olamayacağı yargısına hemen ulaşmıştım.
“Neler düşünüyorum ben” diyerek arabaya doğru hareketlendim. Arkadaşımı tüm tutarsızlığı ve dağınıklığıyla seviyordum. Ben de bir tutarlılık abidesi değildim. Dağınık değildim yalnız. Sehpanın üzerinde olmaması gereken bir objeyi fark etmişsem derhal onu ait olduğu yere götürürdüm. O evde her yerde, olmaması gereken objeler vardı. Arabayı görünce aklıma o ev ve pejmürde hali geldi.
Arabayı görmüştüm. Sonradan öğreneceğim üzere 1999 model bir Hyundai Accent idi. Mevcut rengine bakınca orijinal renginin kırmızı olduğunu düşündüm önce. Mavi de olup olamayacağını çok kısa bir süreliğine aklımdan geçirmedim değil. Arabanın kaputu üzerinde boyayla neredeyse bütünleşmiş olan kuş dışkısı dikkatimi çekti önce. Bunlardan iki, üç tane vardı kaputun üzerinde. Kuş dışkılarında bulunan bir maddenin araba boyalarına zarar verdiklerini, hatta onları söktüklerini okumuştum bir yerlerde. Sanki bu dışkılar boyayı söküp boyanın altındaki zeminle bütünlemiş gibiydiler.
Arkadaşım arabanın içinde duruyordu. Telefonuyla ilgileniyordu. Geldiğimi görmedi. Kapıyı açarak içeri girmek istedim. Kapı açılmadı. Kapıyı açmaya çalışınca arkadaşım geldiğimi fark etti ve arabayı durdurdu. Ne yapacağını merak ederek kendisini izlemeye başladım ki arabanın anahtarını yerinden çıkartıp uzaktan kumandayla kapıyı açtı. Ne düşüneceğimi bilemiyordum. O halde kapıyı açtım ve içeri girdim. Kapının ancak o şekilde açıldığını söyledi önce ve sonra tokalaştık.
Yüzeysel bir hal hatır sorma diyalogu yaşadık. Bu diyaloglar bana hep yüzeysel gelirdi. Bir sorun olduğu ve o buluşma o sorunu konuşmak üzere kesildiği zaman hal hatır sorma diyalogları alabildiğine samimi oluyordu. O anlarda kimse hal hatır sorma diyalogunu uzatmayıp direkt konuya giriyordu. Sorunların konuşulmayacağı diyaloglarda hal hatır sormalar yasaklansa işime gelirdi. Öyle bir dünyada yaşamadığımız için o diyaloga girdik ve arkadaşım Maltepe Parkı’na doğru arabayı hareket ettirdi.
Arabanın içinde dikkatimi ilk çeken şey vites kolunun başı oldu. Orada her zaman görmeye alışık olduğumuz o yuvarlak nesne yoktu. Onun yerine arkadaşım bir tuvalet kâğıdı rulosunu oraya iliştirmiş ve etrafını koli bandıyla sarmalamıştı. Arkadaşımın elinin terinden olsa gerek adını o anda koyamadığım o şey de epeyce bir yıpranmış görünüyordu. Vites kolunun hemen önünde bir boş alan vardı. Orası çeşitli kâğıtlarla ve nesnelerle doluydu. İlerleyen dakikalarda o kâğıtların ne olduklarına bakabilecek fırsatı bulabilecektim. Ufak detaylarla ilgileniyordum çünkü! Hatta bu, bir ilgiden ziyade bir rahatsızlık gibiydi. Kâğıtların içerisinde neler yoktu ki! 2018 yılına ait bir benzinci faturası vardı örneğin. En eskisi o olduğu için dikkatimi çekmişti, zira oldukça fazla benzinci faturası vardı. Tuborg marka biranın şişesinin üzerinde yer alan etiketler vardı sonra… Çok soğuk olan bira şişesinin üzerinden büyük bir keyifle, tek hamlede çıkartılmış ve oraya bırakılmış olmalıydılar. Üzerinde kafiyeyle yazılmış ve gelmiş geçmiş en kötü şiirin olduğu bir sakız kabı vardı sonra… Dondurma çubuğunun üzerindeki çikolata kalıntıları ben onu elime alır almaz döküldüler. Arkasına tükenmez kalemle bir şeyler çizilmiş bir kartvizit elime geçti sonra. Eskiden kartvizitlerin arkalarına birtakım cümleler yazılıp sahte imzayla kartvizitin sahibine birtakım hukuki yaptırımlar yapılabiliyordu. Bir terslik vardı bu işte! Bu olay 90’lı yıllarda görülen şeylerdendi. Yani o kartvizit en az 20 yıldır ve hatta neredeyse araba alındığından beri orada olmalıydı. Ruj silinmiş bir peçete, spor bahis kuponları, “Sofi’nin Dünyası” reklamlı kitap ayracı, kaskatı kesilmiş bir sakız, dolma kalem ucu, arkadaşımın düğün davetiyesi… O bölgede bulunan en enteresan şey bir adet torpildi. Evet, çocukluğumuzda patlattığımız torpillerden. Onu çakmakla yakıp arabanın arka koltuğuna atarak bir eşek şakası yapmayı düşündüm ama sonra torpilin arabayı havaya uçurabileceğini aklıma getirerek bu fikirden vazgeçtim.
Gözlerimi arabanın içinde gezdirmeye devam ettim. Bu esnada arabanın dışında yani camın üstünde, tam da benim önümde sileceğin olması gereken yerde değil de camın ortasında öylece durduğunu fark ettim. Arkadaşıma o durumun ne olduğunu sormadım çünkü bazı bazı durumların ne olduklarını soracak olsaydım yürüyüşü yapamayacaktık. Oto teyp dikkatimi çekti. Bunlardan görmeyeli yıllar oluyordu. Bir kaset vardı üzerinde. Çekip baktım ve Bulutsuzluk Özlemi’nin 2001 tarihli “Best Of” kaseti olduğunu gördüm. Bu grup her beş senede bir “Best Of” albümü yayınlıyordu ve bildik üç, dört parçayı o albüme okuyordu. Kaseti ittim ve “Hiçbir kere hayat bayram olmadı” diye başlayan şarkı sözlerini işittim. Hiçbir kelimesindeki R harfini telaffuz etmeye kalkışınca parçayı söylemenin zorlaştığını o anda fark ettim. Bu parçada, Karadeniz türkülerindeki ses yutmalarına benzer bir olay olduğunu ilk kez görüyordum.
Direksiyon simidi üzerinde piton derisi bir kılıf vardı ve yer yer yırtılmıştı. Piton derisinden direksiyon kılıfı yapmak fikrinin ilk kez kimin, nerede, hangi durumda aklına gelmiş olduğunu düşündüm kısa bir süreliğine. Sonra gözlemlerime devam ettim. Kapıların üstlerinde bulunan saklama alanlarında boş su şişeleri olduğundan emindim. Gözlerimi oraya çevirdim ve buruşturulmuş çok sayıda su şişesinin orada olduğunu gördüm. Muhtemelen alan kazanmak amacıyla yapılmıştı buruşturma işi. Cips kapağı, dondurma kâğıdı, yaz aylarında olmamıza rağmen kurumuş mandalina kabuğu da seçilebiliyordu yığın içerisinde. Çok derinlerde bir nesne dikkatimi çekti. Kısa bir anlığına onun bir kadın pedi olduğunu düşünmedim değil! Diğer nesneleri yerlerinden ederek onun tam olarak ne olduğuna bakmaya üşendim.
Bu esnada arkadan belli belirsiz sesler geldiğini duydum. “Bu ses ne” diye sorduğumda oğlanın hamstırının arka koltukta olduğunu söyledi. Oğlana hemstır almak konusunda söz verdiğini ama o annesine gidince evde onun bulunmasından hoşlanmadığı için hemstırı arabada tuttuğunu söyledi. Hemstır evde bulunmaktan hoşnut olur muydu acaba. Hamsterın arkada olduğunu söylerken acaba kafesinin içinde olduğunu mu kastediyordu? Bunu düşünerek yola bakıyordum ki birden bir ambülans sesi duydum. Ses klasik bir ambülans sesinden ziyade popüler şarkılara atılan remix ritimleriyle çalan bir ambülans sesiydi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Etrafıma bakındım. Ses çok yakından geliyordu. Arkadaşım “Hay bin kunduz” dedi ve arabayı kenara çekti. Arabadan çıkmamı rica etti, ben de arabadan çıktım. Sesin alarm olduğunu o anda anladım. Arkadaşım uzaktan kumandayla arabanın kapısını kapatmaya çalışıyordu ama bir türlü kapı kapanmıyordu. Bu bozuk alarm yüzünden çok defa şikâyet edildiğini ama gittiği ustaların alarmı sökmeyi başarmadıklarını anlattı. Alarmı nasıl oluyor da sökemediler diye düşündüm. Arkadaşım tek bir çare olduğunu söyledi. Krikoyla arabayı yukarı kaldırınca alarmın susacağını söyledi. İşe giriştik. Arabayı kaldırdık ve alarm sustu. Etrafta bizi videoya çeken insanlar vardı. Yolculuğumuz kaldığı yerden devam etti.
İçeri girdiğimizde ortamın çok sıcak olduğunu gördüm. “Ne oldu böyle” diye sorduğumda arabayı durdurunca motor sıcaklığının olduğu gibi içeriye verildiğini söyledi bana. Bu soruna da bir türlü çözüm bulamadığını anlattı. Maltepe’ye varmak üzereydik. Çok ilginç bir deneyim oluyordu benim için bu yolculuk.
Nihayet Maltepe Parkı’na vardık. Arabayı otoparka çekmek üzere otopark gişesine doğru yanaştık. Birden bir bomba atılmış gibi bir ses geldi. Epeyce ürkmüştüm. Korku dolu bakışlarla arkadaşıma baktım ve “Yine ne oldu” diye sordum. El frenini erkeklere özgü bir şekilde sertçe çekti ve “Hiçbi’ şey” dedi. İndi.