“Il gattopardo” (1963)


HARİKA BİR FİLM…

Filmi yorumlamadan önce, başımıza bir şey gelmeyecekse Lenin’den bir alıntı yapabilir miyiz? 

“Kim sosyalizme siyasal demokrasi dışında, başka bir yoldan varmak istiyorsa, kaçınılmaz olarak hem ekonomik, hem de siyasal anlamda saçma ve gerici sonuçlara varır.” (Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, 1905)

İtalya sinemasının en önemli yönetmenlerinden Lushio Visconti’nin “Il gattopardo/Leopar” (1963) adlı filmi İtalyan burjuva devriminin feodalitenin üzerine gittiği dönemlerde, bir yerel feodal egemenin kişiselliği üzerinden bu döneme ait toplumsal sancıları, kasılmaları ve rahatlamaları anlatmak istiyor.

Sinemada “epik film” diye bir tür vardır. Daha çok biçimsel bir türdür bu. İlk örneği “Rüzgar Gibi Geçti”dir. Ortalama üç saat süren bu filmler, belli bir tarihsel döneme dışavurumcu bir şekilde yaklaşır. Kalabalık kadrolu, kostümlü, daha çok yönetici sınıfların hayatlarının anlatıldığı etkileyici filmlerdir bunlar. Ana akım sinema arada sırada bunlardan patlatır. “Etkileyici/uyutucu” etkisi çoktur çünkü. Tarihe asla materyalist yaklaşmazlar. Bazı bireylerin akıl almaz tutkularının tarihe nasıl yön verdiğini anlatan değersiz işlerdir.

Nasıl oluyor da Marksist bakış açısına sahip bir epik film ortaya çıkıyor? Hangi yapımcı bu parayı verebiliyor? Yönetmen Vicsonti’nin İtalya’nın en zengin ailelerinden birinden geldiğini söyleyelim. Yani milyonda bir olacak şey olmuş ve bir burjuva Marksist olmuş. Bu arada acaba herhangi bir ülkede bir milyon tane burjuva var mıdır?

Visconti Marksist olduğundan dolayı tarihsel ilerlemeye bu perspektifle yaklaşıyor ve feodal döneme gerici bir nostalji duygusuyla yaklaşmayan, devrimi selamlayan bir duruşu var.

Burada Burt Lancaster’ın sinema tarihine geçecek bir performansla hayat verdiği prens karakterinin kişiselliği üzerine fazlaca gitmesi ve ondaki bazı erdemleri vurgulaması rahatsız edici olabilir. Prens altındaki zeminin kaydığını fazlasıyla hissetmektedir ve aslında aklının yatmadığı sınıfsal karakterini sorgulamaktadır. Yaklaşan devrimden heyecan da duymuyor değildir. Bunun için stratejik adımlar atar falan. Burada uyanık olma işi seyirciye kalıyor. Onun son tahlilde bir sömürücü olduğu akıldan çıkartılmamalı.

Türkiyeli seyirciler “Züğürt Ağa”yı izlerken bu uyanıklığı gösteremediler örneğin. Birçok ankette en beğenilen yerli filmlerden seçilir “Züğürt Ağa”. “Leopar”ı izlerken birçok açıdan “Züğürt Ağa”yı hatırladım. “Züğürt Ağa”nın yönetmeni Nesli Çölgeçen Marksist falan olmadığı için tarihe hikayeci/anekdotçu tarih anlayışıyla yaklaşıyordu. Şener Şen sempatikliğini sömürerek, tarihsel anlamda gerici/zalim bir karakteri neredeyse yanağından makas alınacak birine dönüştürüyordu. Bir de züğürt ağaya mağduriyet gömleği giydiriyordu ki artık bu karşı devrimci bir pozisyon oluyordu. Mağduriyet ancak züğürt ağa emekçi olduktan sonra başlayabilirdi ama üç kağıtçı maraba ve değişen koşullar züğürt ağanın eskisi gibi köylüyü gül gibi sömürmesini engellemişti. Kıyamam…

Beter olsun feodalite ve otokrasi. Cumhuriyetin değerini Türkiye şu son 12 yıllık dönemde hala anlayamadı. Cumhuriyetin mutlaka ve mutlaka sosyalist cumhuriyetle aşılması gerektiğini de. Bunun yerine duygusal davrandı. Çünkü hep kandırılmıştı.

Bu film toplumların tarihsel ilerleyişine ışık tutma adına mükemmel bir tercih olacaktır.

Alakasız iki not: 1) Tarantino’nun “Pulp Fiction/Ucuz Roman” adlı film çok ilginç bir epik filmdir. Belki de türünün tek örneği. Bir aptallık destanıdır “Pulp Fiction”. 2) Angelica rolündeki Claudia Cardinale gelmiş geçmiş en üst düzey kadınlardan biridir.

Bu yazı Devrimci sinema, İki Taktik, Il gattopardo, Lenin, Leopar, Lushino Visconti kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.