İşçi sınıfı sevişemiyor!


Ve sevişemeyen insan gerilimli olur.

Cinsellik denen platform çok karmaşık bir platformdur. Öyle olmayan bir platform mu var gerçi? Her şey karmaşık. Diyalektikteki zıtların birliği yasasına başvurursak aslında her şeyin alabildiğine sade olduğu sonucuna da varırız. Nedir o sadelik? Cinsellik, toplumsal alanda meydan gelen değişikliklerden, her şey gibi, birinci derecede etkilenir.

Bu yazıda “abazan” muhabbeti yapmayacağım. Geyik muhabbeti de yapmayacağım. Siyaset yapacağım her zamanki gibi ama şunu hatırlatarak: Aslında sizler de ne yapıyorsanız veya ne yapmıyorsanız, onların da mutlaka siyasi, ideolojik bir yanı-sonucu vardır.

Türkiye orta gelişkinlikte bir kapitalist ülkedir. Buna Maocular bile ikna oldular. Türkiye’de herhangi bir olgudan bahsedecekseniz, burasının kapitalist bir ülke olduğunu, sömürü düzeninin kanun olduğunu, insanların bireyci-umutsuz-soysuz olması için her türlü ortamın fazlasıyla mevcut olduğunu, hatta bunun bir sistem politikası olduğunu sürekli vurgulamanız gerekiyor. Toplumsallıktan tamamen uzakta, yerde veya gökte herhangi bir şeyin olmadığını da sürekli aklımızda tutmalıyız. Burada akla hemen “duygu ve düşünceler”, kişilerin kendi “tercihleri” falan gelebilir. Cevabım: Sistem en çok bunlara oynar ve çok güçlü araçlarla bunlar üzerinde belirleyici olur.

Şimdi cinsellikle kapitalizmin ne alakası var? Türkiye 12 Eylül 1980’den sonra büyük bir toplumsal değişime (dejenerasyona) gitti. 12 yıllık AKP iktidarı de bu sürecin hem zirve anıydı hem de aslında bu ve öncesi süreçlerden birçok başlıkta kopuşların yaşandığı bir dönem oldu. Kapitalizm daha da gelişti. Bu gelişme niteliksel olmaktan çok niceliksel bir gelişmeydi.

AKP Türkiye’sinde kırsal nüfusun hızla eridiğini gördük. Emperyalist güç odaklarının direktifleri sonucu, AKP tarım ve hayvancılığı hızla etkisizleştirdi, onları karlı bir iş olmaktan çıkarttı. Sanayi üretimi de zaten yine emperyalist odakların direktifleri doğrultusunda büyük oranda montaja dayalı. Bu montaj tesisleri çoğunlukla Marmara bölgesinde yoğunlaşmış durumda. Dolayısıyla başta Marmara bölgesi olmak üzere, metropollerde hareketli bir insan yığını oluşmaya başladı. Bu yoğunluk ve hareket 80’li, 90’lı yıllarla karşılaştırılamayacak büyüklükte. Okullaşma oranın da arttığını belirtmek gerekiyor.   

Bu dönüşümler-değişimler kadınlarla erkeklerin bir araya geliş biçimlerini, sıklığını da etkiledi.

Artık çiftler veya çift olma potansiyeli taşıyanlar daha sık yan yana gelebiliyorlar. Bir araya gelemeseler bile, sosyal medyada çok ucuz bir şekilde birbirlerini bulabiliyorlar. İletişime geçebiliyorlar. Bu tür konularda elzem bir şey olan “kendine güven” klavye başında biraz daha artabiliyor.

Sonuç olarak bütün bu toplumsal hareketliliğin doğal bir sonucu olarak işçi sınıfına ait bireyler karşı cinsle eskiye nazaran daha çok yan yana gelebilme fırsatları yakalamaya başladı. Burjuvazi, zaten hep parası ve vakti olduğu için etkileşim konusunda herhangi bir sıkıntı yaşamıyordu. Onlarla ilgilenmiyoruz zaten.

Yaşamdaki süreçler hep birbirleriyle bağlantılı ilerlerler. Bu sık ve yoğun etkileşim, kaçınılmaz olarak karşı cinse ilgi duymayı, o da kaçınılmaz olarak cinsel çekimi getiriyor. Bunu engelleyebilecek hiçbir şey yoktur. Bunu ancak toplumsallık, zorla, engelleyebilir.


Bu bireyler karşı cinsle yakınlaşmak istiyorlar fakat bunun için uygun ortam ve koşulları yaratmakta zorlanıyorlar. Bir kere her şeyden önce paraları yok. Aileleriyle birlikte yaşamak zorundalar. Otele falan verecek para da bulamıyorlar. Park köşelerinde, telaşlı bir şekilde yakınlaşmaya çalışan çiftleri bu yüzden sık görüyoruz. Buna argoda “yiyişmek” deniyor. Bu kişiler biraz para bulabilirlerse bir mekana gidip oturma ve o esnada yakınlaşma fırsatlarını da yaratmaya çalışıyorlar bazen. Bir kafede, bir pastanede hatta bir kır pidecisinde bile bu manzaralar karşınıza çıkabilir. Bazı haber bültenlerinde, güvenli ve tenha olduğu için mezarlıkta bile yakınlaşanların olduğunu izlemiştik. 

Bunları küçümseme niyetiyle yazmadığımı belirtmeme gerek yok diye düşünüyorum. Bunlar oldukça nesnel, gözlemlenebilir, tahlil edilebilir şeyler. 

Sanırım toplumsal alanda yaşanan dönüşümlerin kadınlar üzerindeki etkilerine bir parantez açmak yersiz olmayacaktır. Kapitalizmin gelişmesiyle, kadınlar daha fazla oranlarda istihdam edilmeye başlandılar. Fakat bu oranın halen “acıklı” olduğunu belirtmek gerekir. Her gün evden çıkabilen genç kadın, her gün bir sürü akranı erkekle iletişime geçebilen genç kadın elbette ki 80’lerin, 90’ların Rahibe Teresa’larından daha “namussuz” oluyor. Berbat yaşam koşulları arasında bir erkekle yakınlaşmak, flört etmek onlar için çölde vaha işlevi görebiliyor çoğu zaman. 

Kapitalizmin gelişmesi demişken giyim kuşam ve makyaj malzemelerinde yaşanan “devrime” de bakmak lazım. Artık çok çok ucuza makyaj malzemeleri var. Çok ucuza “abiye” kıyafetler, topuklu ayakkabılar var. Saçlara şekil vermek çok daha ucuz ve pratik. Dolayısıyla sokağa bakan bir kişi Türkiye kadınlarının daha da güzelleştiğini sanabilir. 80’li yılların düğün kasetlerine bakıyorum, teyzeler mutfaktan çıktığı gibi salona gelmişler ama şimdi 80 liraya bir afet-i devrana dönüşebiliyorsunuz. Bu durum kadınların şansı mı şanssızlığı mı iyi düşünmek gerekir. AKP’nin sahte büyüme rakamlarını hatırlatmak isterim. 

Gerçek bir güzelleşme anlamına gelen kadın mücadelesindeki yükselişi, kadının siyasallaşmasını bununla karıştırmamak gerekir. 

AKP iktidarıyla artan muhafazakarlaşmaya ise sadece gülüp geçiyorum. Çok tehlikeli, küçümsememek lazım. Hatta kadının çalışmasını kıyamet alametlerinden sayan bir dinden bahsediyoruz. Kadınla erkek yan yana gelince onlara şeytan eşlik eder diyen bir din. Okullarda kantinleri ayırıyorlar falan ama bu muhafazakarlık bu kapitalizmin uşağı olabilir ancak. Ben kapitalizmin ihtiyaçlarıyla çelişen ayet ve hadislerin imha-revize edilebileceğini de düşünüyorum. Sermaye kadınlarla erkekleri bir araya getirmeye mecbursa, muhafazakarlık o “namusu” kurtaramaz. Geçmiş olsun. 

Bütün bu dönüşümler, toplumun örgütlenme modelinde yaşanan değişimler kadın-erkek ilişkilerini birinci dereceden etkiledi. Binlerce yıldır hep böyle oldu zaten. Engels’in “Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” (kime tavsiye ettiysem eşinden boşandı) adlı kitabında anlattığı grup tipi evlilikler tarihte bir dönem bir coğrafyada nasıl toplumsallığın bir yansıması olabilmişlerse bugün de kır pidecide, mezarlıkta “yiyişenlerin”, sevişemeyenlerin veya eskisine göre çok daha büyük oranda sevişenlerin olması da aynı şekilde toplumsallığın yansımasıdır ve başka türlüsü de mümkün değildir.  

Not: Bu yazıda eşcinselleri ele almadım çünkü o platformla ilgili bir bilgim yok. Ayrıca onların yaşadıkları çok daha fazla karmaşık faktörün etkisiyle şekilleniyor. Yoksa saygısızlığımdan değil.  
Bu yazı Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, cinsellik, Freidrich Engels, işçi sınıfı sevişemiyor kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.