Küçük Uyanığı Ele Alan Roman

1654053_727694574032780_8108989207616692223_n

Woody Allen’ın “Small Time Crooks” adında bir filmi vardır. Yazımın başlığını bu filmin adından ilham alarak koydum. Birebir çevirisi nasıl yapılır bilemiyorum. “Crooks” sahtekar, dolandırıcı demek. “Small time” ise küçük çaplı vurgun gibi bir şey. Yani büyük bir emek gerektirmeyen, parlak zekaya ihtiyaç duyulmadan yapılan küçük sahtekarlıklar… Şu son cümleyle Türk köylüsünü anlatmaya başlamış bulunuyoruz…

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” adlı romanını okudum. Tıpkı “Kiralık Konak”ta olduğu gibi, bu romanı da bir tarihi belge olarak değerlendirdim. 1932 yılında yazılan bu roman 1918-1922 yılları arasında Eskişehir bölgesindeki bir köyde geçiyor. Romanın geçtiği dönemle, gerçekte yazılmış olduğu dönemi vurgulamak önemli. Buraya geleceğiz…

Şükrü Erbaş’ın “Köylüleri Niçin Öldürmeliyiz?” adlı bir şiiri vardır. Vurucu bir şiirdir. Köylüleri “eleştirir” mi? Hayır, onları gömer. Tıpkı bu roman gibi. Bu roman akıllara bu şiiri getiriyor. Bakalım bakalım nasıl ve neden eleştiriyor, pardon gömüyor?

Bu kitabı iki açıdan ele alacağım: Önce aydın/toplum dilemması (çelişki, ikilik) sonra da köylülük üzerinden…

Bakış açımı yazayım mı? Aydınla homo ortalamus arasındaki açı hiçbir zaman kapanmayacaktır. Bu açının kapanması için herkesin aydın yapacak bir toplumsal düzen elzemdir. Köylüleri tek tek birey olarak öldürmemek gerektiğini düşünüyorum ama “köylülüğü” öldürmek gerektiğini, ondan hiçbir halt olmayacağını; mevcut haliyle onun, güzel şeylerin oluşmasının önündeki en önemli engellerden biri olduğunu düşünüyorum. Hatta açıkça allah belasını versin köylülüğün!

O küçük uyanık (crook who is after small time scoops bu arada Woody Allen’ın bir de ‘Scoop’ adlı filmi vardır, scoop yani cukka) milletin efendisi değil milletin başının belasıdır bana göre…

AYDIN/TOPLUM ÇATIŞMASI

Ortalama ölümcüldür… Ne öne sürdük, aydın ile homo ortalamus arasında her zaman bir açı olmak zorundadır. Ve bu açı her toplumda da aynı değildir. Bazı toplumlarda bu açı daha kısadır. Batı Avrupa, Amerika, Kanada, İskandinavya, Avustralya ve Japonya kümesine bir isim bulmam lazım. Bu toplumlarda bu açı daha kısadır. Türkiye’de ise uçurum denebilecek bir fark vardır. Evet, Türkiye topluma çok niteliksizdir. Bununla birlikte, ciddi etik problemleri vardır.

Kusura bakmayın, ben riyakar olamadım. Bu benim öne sürdüğüm düşünceyi herkes yüksek sesle dile getiremez. Ona inansa bile siyasal pozisyonları itibariyle dile getiremeyecek kimseler vardır. Veya yaşama umutlarını kaybetmemek adına dile getiremeyebilirler. Anlayışlı olmak lazım o insanlara karşı, riyakar da ağır olur ama ben bu yolu tercih ediyorum ve Türkiye toplumunu hiç beğenmediğimi açık sözlülükle ifade etmek istiyorum. Tekrar ediyorum, geri bir toplum artı ciddi etik problemleri var.

HANGİ AYDIN?

Burada aydından kastedilen şey önemlidir. Genel olarak bir aydın tarifi ve tartışması yapmaya niyetim yok. Kısaca televizyonda SM’de gördüklerini yutmayan biridir aydın. Ama sadece yutmamak yetmez… Bunun arka planını oluşturabilecek kadar okumalar, zihinsel faaliyetler, sorgulamalar yapmış olmak da elzemdir bana göre. O malumatların peşine düşmüş, onlar için emek vermiş ve onları edinmiş olmayı ben önemli buluyorum. Yoksa, doğduğu aile gereği, örneğin iktidar cephesinin öne sürdüğü şeylere inanmayan, onları reddeden herkes de aydın değildir.

Bu kitaba odaklanırsak, kitabın kahramanı Ahmet Celal ve yazar Yakup Kadri’nin nasıl bir aydın olduklarını incelememiz gerekecek. Bunlara ben “maaşlı aydın” diyorum. 1908 yılından beri ülke yönetiminde söz sahibi dahası iktidar olmuş, kafalarındaki Batılılaşma projesini hayata geçirmek için devlet aygıtına erişebilmiş insanlardır bunlar. Suçtur anlamında söylemiyorum ama bu ayrımın önemli olduğunu düşünüyorum. Kimilerine göre Marksist olmamaları ve emek eksenli bir dönüşüm düşünmemeleri bir eksiklik olabilir ve bu sebeple tam olarak aydın kavramına oturmayabilirler… Fakat bunlar halk ortalamasından çok daha fazla bir “malumata” ve estetik beğeni seviyesine sahiplerdir. Dahası halkta olmayan şeye sahiplerdir yani bir “düşünceye”… Bu yüzden “aydınlardır”. Aslında “elit” tabiri daha iyi oturuyor. Bir projeleri vardır ve belirttiğim üzere bu projeyi hayata geçirmek üzere devlet aygıtına erişebilmişlerdir. Marksist olanları ise devletin zor aygıtlarına “erişmişlerdir”.

Yani hangi aydın, devlet olan aydın… Gelenekselci olanlarıyla iki yüz yıldır bir kavgaya tutuşmuş ve onlarla sırayla halkı peşlerinden sürüklemiş olan aydınlar… Şu anda sıra gelenekselci olanlarında… Zaten, birazdan göreceğiz, değişime en büyük direnci gösteren Türk köylüsü (artık halkı) doğal olarak gelenekselcilerin çantada keklikleridir.

Üretim ve paylaşım ilişkilerinde radikal dönüşümler yapmayı arzu etmeyen daha doğrusu böyle bir formasyonu olmayan bu “aydının” en büyük derdi yaşam tarzıdır. Üstyapısal dönüşümler diyebileceğimiz kamusal alanın kurgusu üzerine tasarlanan bu değişiklikler Türk köylüsü tarafından direnç yemiştir. Not: Her değişim onun tarafından direnç görür.

1932 yılında Mustafa Kemal önderliğindeki bu aydın grubuna dahil olan Yakup Kadri’ye “Yaban” romanı yazma görevi verilmiş. Kısa bir süre önce yapılmaya başlanan az sonra da biraz sertleşecek olan şeyler için bir “bahane” olması amacıyla bu roman yazılmıştır. “Türk köylüsünün durumu budur ve bunları döve döve dönüştürmekten başka elimizden bir şey gelmiyor.” denmek istemektedir. Bu anlamda temel ilke olarak katıldığım ve hepsini değilse de bir bölümünü desteklediğim bir konumlanıştır bu…

Bugüne kadar okuduğum, yazdığım şeyler, tanık olduğun olaylar, tarih okumalarım, gezip gördüğüm yerler bende bu düşünceyi ortaya çıkardı: Demokrasi hikayedir, büyük ve önemli dönüşümler için halka sorulmamalıdır. Gücü elinde bulan kişi onu döve döve bunları hayata geçirmelidir.

Kusura bakmayın, riyakarlık yapamadım. Böyle düşünüyorum.

KÜÇÜK UYANIK

Gelelim “small time crook”a…

Yakup Kadri de tıpkı Şükrü Erbaş gibi köylülüğü iki yönden eleştiriyor, pardon gömüyor diyecektik değil mi?

Birinci eleştiri onun oturmasına, kalkmasına, kılığına, kıyafetine, yeme içmesine, tipine, kaşına, gözüne, boyuna, posuna, eline, ayağına… Bu konularda biraz abartı var. Ama tekrar söylüyorum biraz var. Gerçeklik boyutu da yok değil. Türk köylüsünde estetik yoktur. Hijyen yoktur. Kabadır o. Kültüre sanata ilgi yoktur, bunun yerine bunlarla uğraşan bir avuç insanı küçümseme, dışlama vardır. Türk mutfağı sanıldığı gibi dünyanın en iyi mutfaklarından biri değildir. En kötü ve fakir mutfaklarından biridir. Attila’nın askerleri attan inmemek için hiçbir sosla zenginleştirilmemiş, kurutulmuş et parçalarını ceplerinde taşırlardı. Aynı yıllarda Batı medeniyetinde onlarca yemek kitabı vardı… Ancak 1000’li yılların başında yerleşik düzene geçmeye başlayan Türk halkıyla Batı halkaları arasında 2000 yıllık bir açı vardır. Bu göçebelik onun gelişimi üzerindeki en büyük engel olmuştur. Sadece iyi binici ve iyi ok atıcı olduğu için ilerleyebilmiş olan Türkleri bir şekilde durdurdular ve geri püskürttüler. Onları Anadolu’da göçebelik gelenekleriyle baş başa bırakıp gittiler.

Böyle düşünüyorum. Göçebelik kaynaklı tekdüzelik ve gerilik Türklerin gelişmesinin önündeki en büyük engel olmuştur. Bu; oturma kalkma geriliği sanayi devrimi öncesi Batı köylülerinde de görülür ama onlar bunları atlatmışlardır ve içine girdikleri kent yaşamında binlerce yılın kültürel birikimini elleri altında bulmuşlardır. Bir de, çok önemli, İslam faktörü yoktur çevrelerinde.

Türk köylüsü ise şehre aynen gelip orayı kendisi gibi yapmıştır. O kentte çok köklü bir kültür yoktur. İslam kültürünün tıkayıcı özellikleriyle dolu bir kültür vardır kentte.

Köylülüğe getirilen ikinci eleştiri onun siyasal pozisyonu ve sosyolojik özellikleri üzerinedir. Buralarda abartı yapılmadığını, ayıp edilmediğini düşünüyorum ve eleştirilere aynen katılıyorum.

Bu arada 20’li yılların köylüsü şimdinin “milletiyle” ikame edilmiştir. Bunu da belirtelim. 60’lı yıllarda şehirlere dolan köylüler, 2000’li yılların iletişim devrimine rağmen aynı muhafazakarlığı devam ettirmektedirler. Belki oturması, kalkması, banyo yapma sıklığı değişmiştir ama aynı muhafazakar, değişime kapalı, ufak vurgunların peşinde olma durumu devam etmektedir.

Köylü bu “aydınların” yapmak istediklerinden tırsmıştır. Önemli bir bölümü işte döve döve de olsa, birkaç kuşak sonra Batılı yaşam tarzının sürdürücüsü haline gelmiştir. Bunun için onlara minnettar olmalıyız.

Ama ilk fırsatta onları reddetmiş ve eski söylemleri önüne getirenleri seçimlerde başa getirmiştir. Ve hala da devam etmektedir bu. Şekil iki A’da görüldüğü gibi.

Köylü bu direnci bir şey bildiğinden göstermemektedir. Ben de tam olarak bilmiyorum neden gösterdiğini. Tek bildiğim onu projelerle kandıramazsınız. Bir kod var politikada. Onu içgüdüsel olarak seziyor ve gidiyor ona oy veriyor. Veya kitaptaki Salih Ağa gibilerin işaret ettikleri seçiliyor.

Benim yazılarımda “Duran Abi” diye kodladığım ve Türkiye’yi yönettiğini iddia ettiğim İç Anadolu ve Karadeniz “eşrafının” dedesi kitaptaki Salih Ağa’dır. O, aşağıdaki geniş kitleler üzerinde söz sahibidir. Onun işaret ettiği seçilir. Onun duygularına yatırım yapan akıllı bir erkek bireyin seçimi kazanması garanti gibi bir şeydir. Biraz umutsuzluk yaydım ama kısa ve orta vadede bunun değişeceğine inanmıyorum maalesef.

Bu küçük uyanığın en önemli gündemi mülkiyet (az ya da çok) ve cinselliktir. Sinop adliyesinde bir argo deyim vardı: Gerze’nin toprağı, Dikmen’in yarrağı… Özür dilerim! Biraz daha gelişmiş bir nahiye olan Gerze’de toprak davaları, daha az gelişmiş yer olan Dikmen’de ise cinsel mevzular en çok adliyeyi meşgul eden konularmış.

Gerçekten de öyle… O daracık dünyada egemen olan din halk (esnaf) müslümanlığıdır ve orada İslam’ın net kuralları sürekli çiğnenir. “Susuz Yaz” adlı filmini izlemek bence bu konuda isabet olacaktır.

Sonuç niyetine: Bu küçük uyanıkla uğraşılmaz. Gücü elinde bulacak olan ve iyi şeyler yapmayı düşünen o otoritenin bunları döve döve yola getirmesini ummaktan başka bir şey gelmiyor elimizden. Veya o otorite olmak için çalışmaktan… çalışmıyorsak biz de büyük uyanığız o zaman…

 

Bu yazı Diğer, Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.