“Living in Oblivion” (1995)

Allah’ına kadar karşı olduğum bir sistemin (eğitim sisteminin) içerisinde mücadele ediyorum, birgün yılıp da meslek değiştirmek zorunda kalırsam insanoğluyla en az uğraşan mesleklerden biri olan uzun yol tır şoförlüğü yapmayı düşünürüm bazen. Uzak hayalim de yönetmen olmak. Bu filmi izledikten sonra yönetmen olma hayallerimi gözden geçirmeye karar verdim. Film çekerken bu kadar fazla insanla uğraşmak zorunda kalan bir yönetmenin kafayı yememesi çok zor. Film bir bağımsız film çekme sürecinde geçen sinir bozucu halleri işliyor. Bir türlü işler yolunda gitmiyor. Ekonomik yetersizlikler bir yana herkesin bir derdi var. Herkesin bir fikri. Ekip üyeleri arasında ilişkiler sarmalı yaşanıyor. Kimin eli kimin cebinde belli değil. Ve bütün bu sorunları çözmesi beklenen kişi de yönetmen. Hep Imdb trivia bölümünde bağımsız filmler çekilirken ne kadar zorluklarla karşılaşıldığını, nasıl eş dost yardımıyla işlerin yürüdüğünü, yönetmenin arabasını satmak zorunda kaldığını falan okuruz (örnek: “Clerks/Tezgahtarlar”). “Living in Oblivion/Manik Depresif”te de yönetmen Living in Oblivion adlı filmi çekerken bin türlü sorunla mücadele ediyor. Zekice kurgulanmış bir film. Son olarak: Steve Buscemi’nin bir filmde karizmatik olabileceği hiç aklıma gelmezdi.

Bu yazı Bağımsız Sinema, Indie, Living in Oblivion, Manik Depresif, Steve Buscemi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

“Living in Oblivion” (1995) için 8 cevap

  1. Adsız der ki:

    Sen büyük egoistlerdensin yönetmenlik senin için zor dostum o nedenle de sana uzak olması çok normal.

  2. Baran Doğan der ki:

    Bana egoist diyebilecek kadar yakından tanıyorsun ama ismini belirtmiyorsun. Yönetmenler (büyük sanatçılar) hep biraz egosu şişkin kişilerdir. Çoğunun hayatı skandallarla doludur. Mütevazi değildirler.

  3. Adsız der ki:

    (Ah Baran…)Ben de biliyorum mütevazi olmadıklarını sadece sen egoistliğini kabul ettin o kadar.

  4. Baran Doğan der ki:

    Bir şey kabul ettiğim yok. Zor beğenen, artiz falan daha önce duyduğum kelimler ama egoist duymamıştım ve hoş bir kelime değil. Kimsin sen?

  5. Adsız der ki:

    Tatildeydim cevap veremedim.Ben sadece bi blog takipçisiyim o kadar.

  6. Baran Doğan der ki:

    O zaman bir daha tanımadığın biri hakkında egoist gibi tanımlamalar yapma.

  7. Serdar ATALAY der ki:

    Bu bloga her yorum yapışımda bir akademisyenin hatıra defterine (hayal gücü işte, isterseniz mantar pano diyelim) not bırakan bir ilkokul çocuğu gibi hissediyorum. Ama bunu ne zaman yapsam, bu akademisyen geri dönüp bana ilham verircesine başımı okşuyor. Bu yüzden diyorum ki, eğer ben sizin yerinizde olsaydım, kesinlikle kendimi beğenmiş biri olurdum. Bunu sizi tanımayanlar için şöyle açıklayayım; eğer saf yelesi olan bilge bir Pegasus&Unicorn melezi olsaydım kendimi beğenmiş biri olurdum. Akıl var mantık var, beğenilmeyecek neyim var ki?

    Bu yıl benim için pek karışık geçti. Yıllardır ileride ne olacağıma karar veremiyorum, sadece meslek anlamında da değil bu. Bir arkadaşımla konuşurken onunla sıkı fıkı dost mu olsam, yoksa konuşmayı mı hemen bıraksam mı buna bile karar veremiyorum. Herhalde sorulan sorulara "farketmez" diye verdiğim cevaplar evet ve hayırların toplamından fazladır.

    Meslek seçiminden bahsedecektim ama konu dağıldı, neyse artık. Mayıs ayında ciddi olarak okul/alan değiştirip ileride İngilizce öğretmeni mi olsam diye düşünmüştüm, hatta bir arkadaşımla beraber düşünmüştük bunu. Ama ben 10 yılda okuldan bıktım, zaten eğitim sistemimizin mantığı hapishane sistemiyle aynı; zaman geçirmek. Sabah 8:30'da derse girip 16:05'te son dersi bitiriyoruz, ve bazı günler hiç bir şey öğrenmiyormuşuz gibi geliyor. Hapishanede 16 yıl geçiren biri tekrar oraya gardiyan olarak geri dönmek istemez, dış dünyayı merak eder. Ben okuldayken öğretmenlerimin ne yaptığını biliyorum, öğretmenlerimin işlerinin nasıl yürüdüğünü yıllardır görüyorum, bir nevi onların işi benim. Dersten sıkılıp dışarı bakarken daldığımda gördüğüm insanların hayatını merak ediyorum, bu yüzden öğretmenlikten vazgeçtim.

    Bu yazıyı okumadan bir gece önce yatarken aklımda şimşek gibi çakan fikir şuydu: "Uzun yol şoförü olayım!" Ama sonra o tırları kontrol etmenin çok zor olduğunu hatırladım, geri geri alırken bir yere çarparım, olmaz. İleride şehirler arası özel (ve pahalı) bir taşıyıcı isterlerse ona talip olabilirim gerçi, Transporter'ı aklıma getirdi bu da (Into the Wild misali yaylaya çıksam 100 gün dayanamam, yalnızlık için en sağlıklı yol bu sanırım. Hem karışık cd hazırlayıp sesi köklerim, oh.).

    Bir diğer hayalim de yönetmen olmaktı. Ama bir sahnenin çekimini düşündüm, ya hayalimdeki gibi olmazsa. Gece ayın fotoğrafını çekmek isterseniz, aklınızda bilgisayarınız için mükemmel bir arkaplan resmi vardır, ama çektiğinizde tek gördüğünüz sisli bir karanlık fotoğrafıdır ya, yönetmenliğimin de buna benzeyeceğinden korkuyorum. Aklımdaki şeyleri asla bir başkasına aktaramayacağım, bu çok korkutucu.

    Bir başka konu, kompozisyon yazarken giriş, gelişme nasıl olursa olsun sonuçta hep çuvallarım. Yine öyle oldu sanırım.

  8. Baran Doğan der ki:

    Yine öyle oldu Serdar. Beni övüp, egoist biri olmadığımı, Bolu'da en iyi tavla oynayan kişinin ben olduğumu falan bilimsel veriler eşliğinde kanıtlayacaktın..

Adsız için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.