Neden Sosyalist cumhuriyet?

Kazım Karabekir’den alıntıdır:
Eğer komünizm kabul edilmek lazımsa bunu ancak Millet Meclisi kabul edebilir. Birtakım talepler ve ihtilallerle olamaz. Bunu Bakü’ye de bildirdim ve başka türlü bir şey yapmalarına meydan verilmeyeceğini anlattım.

Mustafa Suphi’den alıntıdır:
Münevver ve inkılapçı gençlerimiz, beyaz yakalı frenk gömleklerini ve parlak kılıçlarını omuzlarından atarak eli nasırlı mazlum halkımız arasına girerler ve Komünist Fırkası saflarında bütün hayat ve mevcudiyetlerini biçare bahtsız işçi ve çiftçilerimizin açlık, karanlık ve kulluktan kurtulmaları yolunda feda ederlerse, halkımız hakiki ve içtimai inkılaba doğru yükselecek.

Mustafa Kemal’den alıntıdır:
Memleketimizin hali, içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerimizin kuvveti Rusya’daki Komünizmin bizce tatbikine müsaid olmadığını teyit eder bir mahiyette…Türkiye’deki kurulmuş olan komünist fırkalar da bu durumu idrak edip tatil-i faaliyet ettiler. 

Bir de Nazım Hikmet’in “28 Kanunisani” adlı şiirine bakılabilir..

Bu yazı yazılırken Ulusalcılar Ankara’da AKP’nin yasağına karşı Ulus’ta Cumhuriyet Bayramını kutlamak üzere bir araya gelmekteler ve bir polis müdahalesi söz konusu. Müdahale olursa İkinci Cumhuriyetin, kolluk kuvvetlerini ilk kez sokakta Birinci Cumhuriyetçilere salması gerçekleşecek. Daha önce Ergenekon sürecinde bunu hukukunu kullanarak yapmışlardı ama sokakta ilk defa gerçekleşecek. Ben de neden Sosyalist cumhuriyeti savunduğumuzu anlatan bir yazı yazmak istedim. Bir süredir “Tarihle ilgileniyor musun?” başlıklı bir yazı yazmayı düşünüyordum. Tarihle ilgilenmek ne demek? İlgilenilebilir mi? Nasıl olur da ilgilenilemez?  gibi sorulara dalacaktım. Sonra bu yazıyı Cumhuriyet yazısına bağlamayı düşündüm. Fakat daha sonra da bunun fazla olacağına kanaat getirdim ve “Tarihle ilgileniyor musun?” yazısını planladığım gibi ayrı bir yazı olarak ilerleyen zamanlarda hayata geçirmeye karar verdim. Ama Cumhuriyetle ilgili yazı yazarken tarihten hiç bahsetmemek olmaz. O yazı için ipucu olsun tarihten bahsetmek olmaz derken Marx’ın tarihsel materyalizminden bahsetmeden olmaz demek istiyorum. Tek başına “tarih” diye tutturmak tam da burjuva tipi hikayeci, anektodcu tarih anlayışına denk düşmektedir.

Marx’ın toplumları beş evreye ayırdığını yani ilkel-komünal, köleci, feodal, kapitalist-modern ve sosyalist-komünist toplum şeklinde somutladığını Çalışmak başlıklı yazımda yazmıştım. Bunların hepsiyle ilgilenmeliyiz ama zamanımız yok diyorsanız son ikisini diğerlerine göre biraz daha öne çıkarabilirsiniz. Son ikisini pürüzsüz bir şekilde kavrayabilmek için 1789 yılında Fransa’da gerçekleşen burjuva devrimi ve sonrasında yaşanan sınıf savaşları iyice anlaşılmalıdır. Feodal topluma ileri bir devrimle son vermek isteyen burjuvazi yanına işçi sınıfını ve topraksız köylüleri alarak bu devrimi gerçekleştirmiştir. Ama burjuvazinin ilericiliğinin sınırları vardır ve iktidarı alınca gericileşmeye başlar. Şimdi burada ilerici ve gerici nedir diye düşünmemiz gerekiyor. Günümüzde gerici deyince dini pratiklerini yerine getirenler anlaşılabiliyor. Biz gericiden Marx’ın bu bilimsel tarihsel ilerleyişini geriye doğru çekmek isteyen veya engellemek isteyen unsurları kastediyoruz ve evet din de kurumsal olarak siyasal sonuçları gereği tam da böyle yapmaktadır. Yoksa 60 yaşında camiden çıkan kişiye sen gericisin demek pek de anlamlı olmayacaktır. Aslında ateist olan bir fabrikatör de pekala gerici olabilir.

Burjuva devrimleri diyorduk. Burjuva devrimleri feodal yapıyı tasfiye ettiği, ortaya işçi sınıfını, kapitalizmi ve nihayetinde sınıf mücadelelerini çıkardığı için tarihsel olarak bir ilerlemedir. Sosyalist topluma ulaşmak için bu elzemdir. Ayrıca aydınlanma, bilimsel düşünceyi öne çıkarma, kadının toplumsal yaşamda daha fazla yer alması gibi sonuçları da olduğu için ilericidir. Bu dediklerim Kapitalizme övgü olarak algılanmasın. Marx’ın “Manifesto”da belirttiği gibi burjuvazinin kendi mezar kazıcılarını ortaya çıkarması gerekir. Bu anlamda burjuva devrimleri tarihsel olarak bir ilerlemeye tekabül eder. Türkiye’de 1923’te yaşanan da eksikli, çelişkili, kararsız, Fransa’daki kadar net olmasa da bir burjuva devrimidir. Tabi bu devrimin bir geçmişi de vardır. Lise tarih kitaplarında anlatılan batılılaşma çabaları ve 1908 devrimi bu arka planı, bu sürekliliği teşkil eder.

Türkiye’deki burjuva devriminin çelişkili olmasının sebepleri bu devrimi hakkıyla yapacak sermeye birikiminin olmaması, ulusal kurtuluş sorunsalı ve yanı başında var olan kanlı canlı Sovyet Ekim Devrimidir. Anadolu’da ilkel de olsa bir sermaye birikimi yapmış olan ve burjuva devriminin ruhuna yerli eşraftan daha uygun olan gayrimüslimler bir şekilde kovuldukları için devlet eliyle bir milli burjuvazi yaratılma girişimleri kaçınılmaz olmuştur. Bu durum Türk ve Kürt feodal egemenleriyle işbirliğini de kaçınılmaz kılmıştır. Anadolu üzerindeki emperyalist paylaşım iddiaları da gündemi oldukça meşgul etmiş ve bedelleri ağır olmuştur. Sovyet liderleri en başından beri Mustafa Kemal ve kadrolarının sınıfsal karakterini burjuva olarak kodlamış ama emperyalist direniş sergiledikleri için kendilerine destek (neredeyse hayati derecede önemli destek) sağlamışlardır. Tüm bunlarla beraber Türkiye’de eksikli, sıçramalı, geriye çekilişli burjuva devrimi yaşanmış ve yüzü Batıya dönük, modern, Kapitalist toplumun temelleri atılmıştır. Bu arada bazı üst yapı kurumlarında önemli değişiklikler yapılmıştır. Bugün için AKP eliyle tasfiye edilen çok değerli kazanımlardır bunlar. “Eksikli” de olsa laiklik, aydınlanmacılık, bilimsel düşünceyi öne çıkarma gibi kazanımların başına nelerin geldiğini hep beraber görmekteyiz. Cumhuriyetin, Mustafa Kemal’in ve Kemalist kadroların sınıfsal tercihleri böyledir. Dinci gericiliğin üstüne hakkıyla gidemeyen, laiklikte son yumruğu vuramayan, sol düşmanlığını elden bırakmayan, yoksul Kürtleri ikna edemeyen, anti-emperyalizmin altını tam olarak dolduramayan, aydınlanmaya limitler koyan, işçi sınıfını dıştalıyan, egemenlerle organik bağı kesip atamayan Birinci Cumhuriyetin bugün düştüğü durum hiç de sürpriz değildir. Bu nicelik değil nitelik sorunudur. Yukarıdaki resimde görülen İzmir’deki Cumhuriyet mitinglerinin niceliğine bakar mısınız? Bugün sorarsanız milyonlarca insan Atatürk’ü seviyor ama siyaset ve de sınıf mücadeleleri bir kişiyi sevmek veya sevmemek üzerinde tahlil edilemez. Biz dinciler ve kirli işbirlikçileri liberaller gibi Mustafa Kemal’e yüzeysel bir şekilde küfretmiyoruz ama onun ve sınıfsal karakterinin analizini yapmaya çalışıyoruz.

Birinci bölüm planladığımdan çok daha uzun sürdü. İkinci bölümdeki niyetim sınıf siyaseti ve kimlik siyaseti ile ilgili bir şeyler yazmak. Bu iki tarz-ı siyaset belirleyicidir. Toplumda var olan iki sınıf burjuvazi ve işçi sınıfı uzlaşmaz çelişkilere sahiptir ve hayat dediğimiz şey bu iki sınıfın mücadelesi etrafında şekillenen bir şeydir. İşçi sınıfı bunun farkında olmasa da burjuvazi bunun oldukça farkındadır. Burjuvazi sınıf siyaseti yapmaktadır. Arasındaki kültürel farklılıkları halledilebilirliğin sınırında tutmayı başarıp sınıfsal çıkarı doğrultusunda siyaset yapmaktadır. İşçi sınıfınınsa sınıf siyaseti yapmaması için elinden gelen her şeyi yapar. Çoğu zaman siyaset yapmamasını arzu eder ama illa yapacaklarsa da kimlik siyaseti yapmaları işine gelir. Yani siz varoluşunuzu ait olduğunuz sınıf ve onun çıkarları doğrultusunda tanımlamıyorsanız aksine ait olduğunuz kültürel güruha göre tanımlıyorsanız tam da burjuvazinin istediği şeyi yapıyorsunuz. Bugün egemenler tarafında yer almayan ama kendisini Atatürkçü, Kemalist, Ulusalcı, Cumhuriyetçi vb. şekillerde anlamlandıran kişiler için yönsüzlük kaçınılmazdır. Nereye gidecekler? Bunların kafası karışıktır. AKP’nin İkinci Cumhuriyetinin bunlara baskılama yapması dincilikten kaynaklanan kuyruk acıları ve bunların bu zararlı şeylere de evrilebilecek kararsız olma halidir. Nedir o zararlı şeyler? Ortak düşman olan sol. Ben bugün Türkiye’de Sosyalizme evrilme ihtimali en fazla olan iki kesim olarak Kemalistleri ve Kürtleri görüyorum. Fakat bu iki kesim kimlik siyaseti yaptıkları için akıl tutulması diyebileceğim bir düşmanlık besliyorlar birbirlerine. İkisi de ilk günah sahibi olarak birbirlerini görüyorlar. Tümüyle sınıf siyasetine yönelebilseler -ki bunu içlerinde bazıları eksikli de olsa yapıyor- hanyayı konyayı anlayacaklardır daha doğrusu o zaman burjuvazi hanyayı konyayı görecektir. Bu kesimler sınıf siyasetini Vikipedia’dan keşfetmeyeceklerdir. Sınıf siyaseti yapanların güçlenmeleri sayesinde olacaktır bu.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz: Gerçek anlamda bir “kurtuluş” Birinci Cumhuriyette veya başka bir ifadeyle asr-ı saadete geri dönüşte değildir. AKP’nin İkinci Cumhuriyetindeyse hiç değildir. İşçiler, emekçiler, aydınlar, sanatçılar, Kürtler, Aleviler, gençler, öğrenciler, kadınlar için Sosyalist cumhuriyetten başka bir kurtuluş olanağı gözükmüyor.

Yazı biterken, polis “Biz de Mustafa Kemal’in askerleriyiz” anonsu yaptı ve ardından gazlı müdahale gerçekleşti.

Bu yazı birinci cumhuriyet, Burjuva Devrimleri, Fransız Devrimi, ikinci cumhuriyet, Karl Marx, Kemalizm, Mustafa Kemal, sınıf mücadeleleri, Sosyalizm, tarihsel materyalizm kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.