“Neyse ya ben bir şey demiyorum” dedirten bir film

İyi ki Rusya var…
Daha doğrusu iyi ki 200 yıldır Rusya var.
Çünkü 200 yıllık Rusya, dünyada, o veya bu şekilde, Batı emperyalizminin istediği gibi at koşturmasını engellemiştir. Belki de Rusya olmasaydı gezegeni dinamitle havaya uçuracaklardı, bilinmez.
“O veya bu şekilde olması” önemsizdir demek istemiyorum. At koşturmasını engellemesinin de oldukça önemli ve değerli olduğunu eklemek istiyorum.
Böyle düşünmüyorsak Chavez’in cenaze törenine giden İran lideri Ahmedinejad’a küfür etmemiz, Kuzey Kore ile ticaret yapan Çin’e savaş ilan etmemiz, Suriye direnişine arka çıkan Rusya’ya “sen kapitalistsin, al etki alanını ve defol git” dememiz gerekiyor. 100 km ilerisinde pazarda kadın satılırken, Rojava’da bırakın halkçılığı düpedüz sosyalizme benzer uygulamaların olmasının da bizi hiç ilgilendirmemesi lazım aynı anlayışla ama bizi komünist toplumdan aşağısı kesmez. Ya proletarya diktatörlüğü ya da IŞİD devleti. Ya şu ya bu…
200 yıllık dedik. Şimdi de Çarlık Rusya’sına mı övgüler düzeceğiz? Lenin’in deyişiyle halkların hapishanesi Çarlık Rusya’sına. Bütün ciddi ve gerçekçi Bolşevikler, Çarlık Rusya’sı ile SSCB arasındaki sürekliliği kabul ederler ve o fetihler sayesinde SSCB’nin bu kadar büyük öz kaynaklara sahip olduğunu söylerler. Aynı Bolşvekiler’in ciddi ve gerçekçi olmaları “şerefsiz” oldukları anlamına gelmez. Çarlık Rusya’sının yaptığı bütün gizli anlaşmaları (Türkiye’nin bölüşülmesi anlamına gelen anlaşmayı da) dünya kamuoyuna açıklamışlardır.
70 yıllık Sovyetler Birliği deneyiminin Batı emperyalizmi için nasıl da büyük bir bela olduğunu zaten biliyoruz.
25 yıllık kapitalist Rusya hala Batı emperyalizmi için karın ağrısı olmaya devam ediyor. Buna küfür edilmemesi gerektiğini, Rusya’ya savaş ilan edilmemesi gerektiğini daha önce yazmıştık.
Filme gelelim artık.
Bu sene gösterime giren Rusya ve Ukrayna ortak yapımı bir film var. “Battle for Sevastopol/Sivastopol Savaşı”.
Sivastopol Marşı’nı bilir misiniz? Ahmet Kaya ve Ruhi Su yorumları çok iyidir. 70’li yıllarda sağcı cisimler “Çırpınırdı Karadeniz” adlı ezgiyi sembolleştirirken, solcular da aslında bir Osmanlı Yeniçeri marşı olan “Sivastopol Marşı”nı sembolleştirmişlerdir. İronik.
Kırım’ın Sivastopol limanındaki Nazi kuşatmasını ima ediyor film.
Hitler için Kafkasya hayati derecede önemliydi. Oradaki enerji kaynakları muazzamdı çünkü. Ayrıca Sovyet liderinin adı da bir şehre verilmişti. Oraya almak Hitler için işi bitirmek anlamına gelecekti. Bu yüzden kısa sürede Fransa’yı dize getiren meşhur 6. ordusunu saldı oraya ama tarihte eşi benzeri görülmemiş bir direniş karşısında kuyruğunu kıstırdı ve kaçmak zorunda kaldı.
Rusya bunun filmini yapmış. 2013’te çekilen ve Rusya tarihinin en pahalı ikinci filmi olan aynı zamanda Amerika dışında çekilen tek IMAX formatlı film olan “Stalingrad”ı hangi maksatla çekmişse bu filmi de o maksatla çekmiş.
Tekrar dünya piyasasında süper güç olmak isteyen Rusya, milliyetçiliğe ihtiyaç duymaktadır.
Aradığı kahramanlık destanlarını ise Sovyetler Birliği döneminde bulmaktadır en çok. Olay bu.
Çünkü gerçekten boru değildir.
Sağlam bir direniş.
Aynı zamanda insanlık tarihinin en büyük trajedisi. Bugün Rusya’daki herkesin 2. Dünya Savaşı’nda ölmüş veya sakat kalmış bir akrabası, dedesi, ninesi vardır.
Rusya için bu meseleyi sadece sömürüyorlar demek de haksızlık olur aynı zamanda. Bu acıları hala hissediyorlar da…
Ludmilla Pavliçenko…
Filmin kahramanı bu. İsmini duydunuz mu bilmiyorum. Gerçek bir karakter bu. Dünyanın gelmiş geçmiş en başarılı keskin nişancısı (sniper).
“Kaç insan öldürdünüz?” / “Ben insan öldürmem. Faşist öldürürüm. 309 tane.”
Pavliçenko’nun etkileyici hayat hikâyesini anlatıyor film. Biraz magazin katarak.
Ayrıca Pavliçenko’nun Amerika başkanı Roosevelt’in eşiyle geliştirdiği arkadaşlık da epeyce işleniyor. Bu hikâye uydurulmuş bir şey değildir. Pavliçenko Amerika, İngilter ve Kanada’ya geziler düzenlemiştir savaş esnasında. Sovyetler Birliği için Amerika ve İngiltere’nin müttefiklikleri hayati derecede önemliydi. Bunun için yani ikinci cephenin açılması için her şeyi yapmışlardır. Formül alabildiğine basittir: Ölüyorsanız, size kimin silah verdiğine bakmazsınız. Bayan Roosevelt’e yapılan güzelleme günümüzün diplomatik ilişkileri içerisinde değerlendirilebilir.
Filmin teknik boyutu görüldüğü gibi en az önemli olan boyut. Zaten orada büyük bir sıkıntı yok. Bazı filmler katıksız “filmdirler”, bazıları ise, en az, “filmdirler”. “Sivastopol Savaşı” bir siyasettir, en az “filmdir”.
Böyle bir olguyu ele alırken “iyiler” açısından ne getirip ne götürdüğüne bakmak lazım. “İyiler”, “düzgünler” şu anda böyle bir filmin çekilip siyaset yapılmasını engelleyemiyorlar. Karşı-devrimci, sığlaştırıcı, bönleştirici filmler çekilmesini de engelleyemiyorlar. O zaman bu filmdeki sol, sosyalist renklerle kavga etmemek gerekir. Film, insanların sosyalizm için savaştığını, karşısında emperyalist-kapitalist blokun iç çelişkileriyle beraber yer aldığını anlatmıyor ama epeyce bir sol, sosyalist sembol kullanılıyor. 2013’teki “Stalingrad”ın aksine epeyce bir Stalin vurgusu da var. O zaman bırakalım, bu filmi izleyip etkilenen ve bakayım bakim neler olmuş şu 1940’larda gibi bir sorgulamaya giden insanların var olacak olması olumlu bir gelişme olsun.
Olumlu gelişmeleri heybesine atan ve bir şeyler yapma arayışında ve ciddiliğinde olanlara “sen devrimci değil evrimcisin” diyen bir anlayış olduğunu biliyorum. Buna katılmıyorum. En başta insani değil. İnsan sevinmek, mutlu olmak ister. İyi şeyler, güzel şeyler görmek ister. Bütün insanlar…
Böyle bir film işte. Bu siyasi olgular akılda tutularak izlenmeli. Filmden heyecan, mutluluk duyuluyorsa da doktora falan gidilmemeli…Zaten iki, üç gün sonra moral bozucu bir gelişme yaşanacaktır muhakkak.
Daha iyisini yapıp, daha fazla kitleye göstermek isterdim ama şimdilik “mal” bu. 
Bu yazı battle for sevastopol, sivastopol savaşı kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.