Merhaba arkadaşlar, napıyonuz?
Epik sinema ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Dönem filmleri ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bu konudan çok bahsettik. Devam edelim.
İtalyan yönetmen Bernardo Bertolucci’nin “1900” , İtalyanca ismiyle “Novacento” adlı filmini izledim. Bertolucci’nin bütün filmlerini izlemişimdir herhalde ama bu film beş saati geçen süresiyle hep gözümü korkutmuştu. Bu konuya geleceğiz.
“1900” ile karıştırılan yine başka bir İtalyan yönetmen olan Guiseppe Tornatore’nin “1900 Efsanesi” adlı bir filmi vardır. O filmi çok severim.
Bertolucci filmlerini bir dönem merak ederek sıradan geçirmiştim. Hiçbir filmine ayılıp bayılmadığımı belirtmeliyim. Tarzı bana pek hitap etmeyen bir yönetmendir ama filmlerinin ilgiyle izleniyor oluşu da yadsınamaz.
“1900” filmi Murat Bekar’ın ısrarlı yorumlarıyla ve geçenlerde incelediğim “Marksist perspektifle çekilen filmler” listesinde görülmesiyle ilgimi çekti. Torrentz.com’u tıkladım.
İtalya ile ilgili ne düşünüyorsunuz?
Sinek ikilisi bir ülke değildir ama hiçbir zaman Avrupa’nın diğer gelişmiş kapitalist ülkelerinin seviyesine çıkamamış, arada kalmış, emperyalistimsi bir ülkedir. Lise tarih kitaplarının en klişe cümlelerinden biri kendisiyle ilgilidir: Siyasi birliğini geç tamamlayan İtalya, sömürgecilikten pay kapmak arzusuyla 1. Dünya Savaşı’na Almanya’nın yanında girmiştir…Bütün klişeler doğrudur! Siyasi birliğini geç tamamlaması ama sonuçta tamamlamış olması dünyanın başına türlü türlü belalar açmıştır.
Film bunla ilgileniyor.
1900’de alıyor, 1945’te bırakıyor.
Tam da İtalya’nın Roma İmparatorluğu dışında dünya siyasetine en çok etkide bulunduğu dönemi anlatıyor.
Bu dönemde İtalya’nın ne haltlar yediğini biliyor muyuz?
Siyasi birliğini tamamlayınca “biti kanlanan” İtalya, Almanya ile flörte başlamıştır. Uzun yıllar sürecek seviyeli bir birlikteliktir bu. Çünkü kapitalist-emperyalist bloğun ağası İngiltere, bırakın Almanya’yı Fransa’ya bile taviz vermek niyetinde değildir. Ama Almanya her zaman Almanya’dır. Bir gün dünyayı fethedecekler, ben buna inanıyorum.
1914’te fethetmeye kalkıştılar. Yanlarında gecekondu çocukları olan İtalya ve Osmanlı’yı buldular. Osmanlı İngiltere’nin ofisinin önünde çok bekledi, içeri bir türlü alınmayınca mecburen Almanya’nın atacağı karpuz kabukları için hülyalara dalmaya başladı.
1918’de en onur kırıcı anlaşmayı imzalayan Almanya, dünyaya “madem öyle işte böyle” deyip en manyak insanı armağan etti: Adolf Hitler…Hitler yine yanında İtalyanları buldu. Çılgınca bir macera ve 60 milyon ölünün ardından şu anda Almanya, bence fırsat kollamaktadır ve Amerika’ya kafa tutacağı günü beklemektedir.
Yönetmen Bertolucci tüm bu siyasi olaylar yaşanırken iki kişinin şahsında İtalyan toplumunun fotoğrafını çekmeye çalışmaktadır.
Bu iki kişi, Roberto De Niro’nun canlandırdığı tarım burjuvası Alfredo ile Gerard Depardieu’nun canlandırdığı tarım emekçisi, komünist Olmo’dur.
Film, bu iki karaktere odaklanıp yarım yüz yılın fotoğrafını çekmeye çalışmaktadır.
Çocukluk çağlarından alıp yaşlılık çağlarında bırakmaktadır.
Bir insanın sınıfsal rekleksleri o insan için ne kadar önemlidir?
Emekçi karakterli olan için önemli değildir zaten o doğduğu andan itibaren müthiş bir yalan bombardımanına maruz kalmaktadır. Zaten insanlığın en büyük trajedisi emekçi karakterli bireylerin bu yalan bombardımanını yırtıp atamamalarıdır. Burjuva birey için ise sınıfsal refleksler alabildiğine “gerçekçidir”. Yapılması gereken ayan beyan ortadadır.
Alfredo ve Olmo arasındaki kişisel sevgi filmde işlenmeye çalışılıyor. Sınıfsal reflekslerin önüne koyulmaya çalışılıyor. Bunun inandırıcı olup olmaması bir yana böyle bir çabaya ne kadar ihtiyaç duyulduğu, benim zihnimi meşgul eden şey. Filmdir deyip geçelim.
İtalya’da yer yerinden oynarken iki kafadarın “dostlukları” filmi domine ediyor. Bu anlamda Visconti’nin “Il gattapardo/Kaplan” adlı filmini hatırlayalım. Feodalitenin tasfiyesi ve onun yerine geçen merkezi siyasal kapitalist rejimi resmeden bu film esnaflık yapmıyor. Sınıfsal refleksler olduğu gibi gösteriliyor. “Büyücü” Bertolucci bunu yapamaz.
Büyülemeye çalışıyor.
Mahalle yanarken Alfredo aynada saçını taramaya çalışıyor. Böyle kaç tane burjuva vardır? İtalya’da orta sınıflar bile faşizmin arkasına dizilmişken, bir avuç burjuvadan hangi biri aynada saçını taramıştır?
Filmi sevmedim. Zor izledim. Sebepleri:
1- Çok uzun. Bir film 120 dakikadan uzun olmamalı bana göre. Aslında bu, izlediğim en uzun film değilmiş. “La commune/Komün” adlı film 345 dakikalıkmış. Yani altı saat 45 dakika. “1900” 311 dakikalık süresiyle yani altı saat 10 dakika ile izlediğim en uzun ikinci film oldu. Bu kadar uzun film olmaz diye düşünüyorum. 200 dakikalık filmlerde “Arabistanlı Lawrance”ı sevdiğimi hatırlıyorum bir tek.
2- Dönem filmlerine karşı genel bir hoşnutsuzluğum vardır. Bahsettiğimiz bu konunun sebebi, o köstümlerin, o dekorların bende gerçekçilik duygusunu zedelemesidir. Gerçekçiliği severim. Sinemada daha çok severim. Böyle bir duyguya sahibim. Çok başarılı bulunan dönem filmleri vardır bu arada.
3- Bertolucci’nin masalsı sinematografisi. Masalsı sinematografi zor yakalanan, çok hayranı olan bir şeydir. Ben onlardan biri değilim.
4- Uzun süreye yayılan filmerin handikapları olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine kısa dönemde spesifik olaylara yaslanan filmleri daha çok severim. İtalya ve faşism demişken Ettora Scola’nın “Una giornata particolare/Özel Bir Gün” adlı filmini hemen bu yazıyı okuduktan sonra izlemenizi tavsiye ederim. Hitler ve Mussolini’nin Roma’da buluşacağı gün beş çocuklu, ayı kocalı bir kadınla, eşcinsel bir entelektüelin geçirdiği unutulmaz bir gün…Mutlaka bakın derim.
5- Zaman zaman goygoy niyetine kullansam da abartılı şeyleri sevmem. Oyunculuklar da buna dahildir.
6- Filmin sınıfsal perspektife takındığı esnafça tutum. Alfredo’yu aklamaya, parlatmaya çalışması. Mussolini’ye yol veren, emperyal hayallere kapılan, dünyanın önceden benzeri görülmemiş bir boğazlanmaya sürüklenmesine sebep olmuş bir sınıfın bir bireyi neden ve ne kadar düzgün insan olabilir? Gerçekçiliği severim.
7- İtalyan diline olan mesafem. Bazı dillere kendimi çok yakın, bazılarına da mesafeli hissederim. İspanyolca, Yunanca yakın olduklarımsa Fransızca ve İtalyanca da uzak olduklarıma örnektir. Bu dillerde film izleyebilmem için çok çok iyi olmaları lazım. Kişisel bir duygu.
Böyle işte.
İyi günler.
Not 1: Yazım yanlışlarını kontrol edemeyeceğim.