“Otomatik Portakal” Roman Eleştirisi

“Tüm hayvanların en zekisi, iyiliğin ne demek olduğunu bilen insanoğluna bir baskı yöntemi uygulayarak onu otomatik işleyen bir makine haline getirenlere kılıç kadar keskin olan kalemimle saldırmaktan başka hiçbir şey yapamıyorum…”

“Otomatik Portakal” (A Clockwork Orange) romanının İngiliz yazarı Antony Burgess, romanı için böyle demiştir.

İlginç bir hikayesi var yazarın: kendisine 40 yaşındayken beyninde bir tümör olduğu ve en fazla bir yıl yaşayacağı söylenmiş. O hissiyatla oturup beş roman yazmış yazar. Daha sonra teşhisin yanlış olduğu ortaya çıkmış ama yazar yazarlığa devam etmiş. “Otomatik Portakal” o beş romandan biri değil. Daha sonra yazmış bu romanı ama okuyunca sanki romanın öleceğini bilen bir insanın yazmış olabileceği bir roman olduğunu düşünebilirsiniz.

NVR nedir?

Ben bu tip kitaplara NVR yani Normallikle Vedalaşmış Kitaplar diyorum. Bunlara bayılırım. “Aylak Adam”ın bunların şahı olduğunu düşünürüm. Normallikle vedalaşmak yani kitabında genel geçer doğrulara saldırmakta tereddüt etmemek, birilerini sarsarım diye düşünmemek bunu bilakis istemek, uygun kabul edilmeyen içeriği kullanmak, etrafımızda iyi, doğru, güzel diye bize yutturulmaya çalışılan bir şeyler varsa onların öyle olmadıklarını cesaretle ortaya koymak…

Yazar böyle bir tarzı benimserse popüler olmasının çok zor olduğunu bilmeli. Çünkü insanların geneli masalları sever. Zaten bu tarzı benimseyen yazar da çok fazla yoktur. Çünkü böyle insan çok fazla yoktur. Etrafındaki iyi, doğru ve güzel olan şeylerin aslında öyle olmadıklarını düşünüyorsa bir insan, başı belada demektir. Ömür boyu sürecek olan bir huzursuzluk kendisini beklemektedir. Bunu sezip bundan ürkerek rol kesmeye devam eden insan, bu yola giren insan sayısından fazladır.

Burgess’e o yanlış teşhis konulmasaydı bu yola girer miydi? Bunu bilemeyiz. Aslında başka bir romanını okumadığım için hep o bakış açısına sahip olup olmadığını da bilmiyorum doğrusu. Elimizde şu anda “Otomatik Portakal” var ve onunla devam edelim.

Romanın kahramanı Alex. Alexander The Great’e bir gönderme var burada. Tarihteki en etkili erkek bireylerden (Cengiz Han, Timur, Augustus, Muhammed, İsa, Fatih Sultan Mehmet, Hitler, Lenin, Stalin…) biridir. Romanda tüm toplum Alex’e karşı gibidir. O da tüm topluma karşıdır. Anti-kahramanların en ünlülerinden biridir Alex. Romanda 15 yaşındadır. Bu çok ilginç. O yaşta birinin bunları yapması beklenemez. 1960’lar İngilteresinde de beklenemez diye düşünüyorum. Bir çetesi var. İki hayat yaşıyor gibidir. Gündüz aile ve okul gibi kurumlarda kendisinden bekleneni yaparken geceleri bir suç makinesine dönüşüyor. Bugün tabu olarak kabul edilen ve herhangi bir sanat eserinde ele alınması çok zor olan uyuşturucu kullanımı ve tecavüz eylemlerini yazar büyük bir açıklıkla anlatmaktadır.

KURUMLAR

Daha önce birçok NVR romanı ile ilgili yazı yazdım. Orada (anti) kahramanın sadece kurumlara değil kişilere ve kuruluşlara da elveda dediğini görmüştük. Alex de böyle biri. Ama onda sanki insanın toplumsal yaşamını biçimlendiren kurumlara olan düşmanlık daha belirgin gibi. Yazarın kitabıyla ilgili kurduğu meşhur cümlede de bunu anlayabiliyoruz. Evet, anarşist eğilimleri var kitabın. Düzen diye görülen şeylerin aslında bir kaosun parçası olduklarına inanır anarşistler ve NVR romanları. Alex’in okul ve aile ile derdi hapishanedeki bilimsel deney topluluğuyla olanından fazla değil.

BİLİM-KURGU

İtiraf etmeliyim ki bilim-kurgu’nun büyük bir hayranı değilim. Sinemadaki en önemli bilim-kurgu filmlerini izledim. Edebiyattakilerini de okumak niyetindeyim. Ama en önemlilerini… Bir bilim-kurgu kitabı muhteşem bulunmuyorsa onu okumam. Hayat(ım) o kadar uzun değil. Bu kitapta da bilim-kurgu diye kodlayabileceğimiz bölümler var. Hapishanede Alex’i bir programa seçiyorlar. Onu rehabilite edip topluma iyi bir birey olarak kazandırmak istiyorlar. Alex de serbest kalacağı için programa dahil olmayı kabul ediyor. Zira filmde işlenmese de hapishanede oldukça zor günler geçirmektedir. Namusu tehlikededir. Bu program aracılığıyla aslında faşizm eleştiriliyor. Hatta faşizmden ziyade normal, toplumdaki insan yetiştirme süreci bile eleştiriliyor olabilir. Sarsıcı anlarla dolu bu süreç yardımıyla toplumdaki normal insan işleme sürecinin de bozuk yanları işaret ediliyor.

FİLM

Stanley Kubrick’i sinema tarihinin en büyük yönetmeni sayan insan sayısı hiç de az değildir. İlginçtir Kubrick bir “auteur” değildir. Yani belirgin bir tarzı olan. Kubrick her tarzda film çekmiştir ve o filmler o tarzların en önemli örneklerinden kabul edilir. Distopik bilim kurgu tarzında da “Otomatik Portakal”ı çekmiştir. Romanın filme alınma sürecinin ilginç bir hikayesi var. Kitabın haklarını ilk olarak Rolling Stone adlı rock grubu alır. Solist Mick Jagger Alex rolü için kendisini düşünmektedir. Fakat bir şeyler bir şeyler olur ve kitabı filme Kubrick aktarır. Romana en çok sadık kaldığı uyarlaması olarak kabul ediliyor. Filmi yıllar önce izlemiştim. Geçen bir daha izledim. Lineer bir hikayesi olduğu için filme aktarması kolay bir eser. Zaten Kubrick hikayeye pek fazla dokunmamış. Bu romanın anlattıkları büyük bir görsel şölen vadediyor. Yaratıcı bir sanat yönetmeniyle çok iyi bir iş çıkacaktı, öyle de olmuş. Filmin sinematografideki başarısı gerçekten göz kamaştırıyor. 1971 yılının fersah fersah ilerisinde. Tekrar belirtiyorum, tam bir görsellik şaheseri. Hikaye zaten ilgi çekici. Bir edebiyat uyarlaması olarak ilk olarak bu filmi izleyen bir genç, benim gibi edebiyat uyarlamalarına karşı bir insan olmaz diye düşünüyorum.

SÜRPRİZ SON

Kitabın sonunu hiç beğenmedim. Yani Hz. İsa gelseydi böyle bir son yazardı. Daha önce birkaç kitapta daha başıma gelmişti. Hangilerindeydi hatırlamıyorum. Kitabı büyük bir ilgiyle okurken, kitabının sonunun onun bütün ruhuyla ters düştüğünü görmüştüm. Bu kitap da onlardan biri. Sürpriz son olabilir. İyi de olur. Ama bu şekilde kitabın tüm çabasını boşa çıkaran bir son hiç olmamış. Nedir o son? Alex, evlenip barklanmayı, çoluk çocuğa karışmayı ve sigortalı bir işe girip iyi adam olmayı seçiyor. Atm bombası fabrikasına bir baskın düzenlemesini ve oradan zeplinle kaçırdığı atom bombasını eliyle Londra’nın üstüne bırakmasını beklerken ben, o gidip normal adam oluyor. Charles Bukowski’ye ev kredisi çektiren kadını hatırladım. Kadınlar çok şey. Kadınların erkekleri “adam etme” huylarının önüne atom bombası bile geçemiyor. Neyse böyle bir romandı. Tavsiye ediyorum. Filmini de tavsiye ediyorum.     

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.