Başlıktaki soru Fidel Castro’ya ait. Biz cevap verelim: Hiçbir iş yapmaz. Daha doğrusu hayırlı bir iş yapmaz, yoksa onun ve genelde dinlerin yaptığı şey insanlara psikolojik destek vermenin çok ötesinde bir şeydir. Siyasi bir kurum olarak yaptığı ve yapmadığı çok çok önemli şeyler vardır dinlerin. Bu yaptığı ve yapmadığı pratikler kimin hanesine yazar? Aşağıdaki yazı bu soruya cevap veriyor.
Papa istifa etti. 600 yıl sonra bir ilk. İşin iç yüzünü çok iyi bilmiyoruz. Eski Papa’nın da yeni seçilecek Papa’nın da anasını eşşekler kovalasın, o ayrı. Geyik muhabbetinin her durumda prim yaptığı bir ülke olan Türkiye’de, kıt akıl distribütörleri hemen geyik muhabbeti üretmeye başladılar ama çok az insan Papalık ve Vatikan üzerine sağlıklı çözümlemelerde bulundu. Çok çok az insan dünya üzerindeki dinlerin misyon kardeşliği üzerine bir şeyler söyledi. Bu bağlamda, soL Haber Portalı yazarı Cemil Fuat Hendek’in Papalık ve Vatikan üzerine yazdığı yazıyı çok beğendim ve alıntılamak istiyorum. Blog yazarlarının başka yazarlardan alıntı yapması biraz kolaycı bir yaklaşım ama yazı çok iyiydi. Sizin affınıza sığınıyorum, yazara da insanlık adına teşekkür ediyorum.
Emperyalist sistem içinde uyuşturucu, köle ticareti, fuhuş vb örgütlü suçlara karşı ortak mücadele için anlaşmalar yapıldığını okuyoruz, duyuyoruz. Sözde bunların arkasındaki suç örgütlerini yakalamak, kazandıkları kara paranın aklanmasına engel olmak için sürekli yeni yeni polisiye önlemler alınıyor. Bu nedenle bazen ticari kuruluşlar ve tek tek kişilerin ellerindeki servetin kaynağının araştırıldığı iddia ediliyor. Bankalar denetleniyor.
Aslında bunların tümü, bu tür servet birikimine olanak tanıyan sistemin karakterinde yatıyor. Dahası, sistemin kendisi, en başından bu yöntemlerle biriktirilmiş servetler üzerine kurulmuş. Geri kalanı kapitalist sistemin sömürüsünü, yağmasını gözlerden gizlemek dünya insanlığının kafasında başka bir imaj yaratmak için propagandadan ibaret.
Nitekim, servetinin büyük kısmını kirli yol ve yöntemlerle edinmiş olan dünyanın en büyük kartelinin CEO’su görevini bırakacağını açıklayınca bütün dünya telaşa kapıldı. Kimileri karanlık bir takım işler ortalığa dökülecek diye korkuya düştü. Kimileri koca kartelin imajına zarar geleceğini düşünerek tasalandı. Sayılamayacak kadar çok cahil ve saf da gözyaşına boğuldu.
Kartelin çıkınında neler var neler. Posta kutusundan ibaret şirketlerden, emniyetli aracılardan, dünyanın en büyük sanayi kuruluşlarına dek doğrudan-dolaylı, açık-gizli-çok gizli ortaklıklar, yatırımlar. General Motors, IBM, Disney, gıda ve ilaç endüstrisinin başta gelen firmaları, telekomünikasyon ve hizmet sektörü, dahası, yatırım şirketleri, bankalar ve sigorta şirketleri.
Bu arada, borsadaki hisse senetlerinin değer kaybetmesinin ikinci dereceden önem taşıdığını da söylemeden geçmeyelim. Çünkü, servetinin temellerini kanlı ve karanlık yollardan edindiği bilinen bu heyyüla kapitalist yapının borsadaki değerinden çok daha büyük, gizli servetleri mevcut.
Kolay değil… Örneğin, Londra’nın kalbinde, Knightsbridge’in yanıbaşında yükselen kentin en lüks otellerinden Bvlgari’den, New Bond Caddesi’ndeki büyük kuyumcu mağazasından, ya da St. James Meydanı’ndaki yatırım bankası Altium Capital’in merkezinden ve Pall Mall’den başlayabiliriz. Ama sayamayız tüm dünyaya yayılmış gayrı menkullerinin tümünü. Koca Roma kentinin bile dörtte birine sahip olduğu söyleniyor bu ticari oluşumun. Sadece İtalya’da 2500 dev saray!
Yüzyıllar boyunca esir ticaretiyle, yağmayla, sahte düzülmüş belgelerle, cinayet ve işkencelerle edinilmiş, sınırı belirlenemeyen koca bir servet, büyük bir gizlilik içinde saklanan altın ve değerli taşlarla dolu mahzenler söz konusu!
Çok daha eskilere dayanır, ama biz yeni bir kıtanın keşfiyle başlayan yağmada barbarlıktan alınmış aslan paylara değinelim? Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfiyle başlayan yağmadan pay alma yarışında en başta bu şirket vardı. O zamanki CEO tarafından özel olarak görevlendirilen Kardinal Rodriguez de Fosca, Sevilla kentinde bu şirket adına esir ticaretini idare ediyordu. Tüccar kafalı Kristof Kolomb’un o dönemde ne kadar esir gönderdiği bilinmiyor, ama sadece Şubat 1495 tarihinde her birinde beş yüzer tane Kızılderili esir bulunan dört tane gemi kayıtlara geçmiş. Başka bir kayıtta, ülkenin tüm kuyumcuları sabah akşam çalıştıkları halde altın kap kacağı ancak bir ayda eritmeyi başardıkları yazılmış. Burada bahsi geçen, Peru altınlarının sadece bir seferde yağmalanan kısmı ve o zamanki değeriyle 1.326.539 altın peso. Tabii tüm bu cinayet ve yağmaların, şirketin başındakinin olur vermesiyle yapıldığını söylememize gerek yok.
Bu şirketin ticarette bir numara olduğu biliniyor da, örneğin, engizisyon döneminde her işkenceden ve cinayetten somut para kazandığı pek yaygın değil. O zamanlar tarifesi var bu işin. Bir cadı yakmak 15 kron, birini asmak 18 kron, kafa uçurmak 18 kron, kılıçla öldürmek 10 kron, Kulak ya da burun kesmek 5 kron… Dahası da var, ama uzatmayalım. Her cinayet ve işkencede bu ücretler şirketin kasasına ödeniyor. Hem de bedeli bizzat işkence edilen, linç edilen insan ya da ailesi ödüyor. O dönemde bu şirket adına el konulan arazi, mal ve nakit paranın hesabını çıkarmak olanaksız.
Tarifeye değinmişken… Ticaret yapınca mala fiyat koymadan, bu fiyatları sistemleştirip bir tarifeye oturtmadan olur mu? Günümüze dek uzanan bir ticaret uygulaması bu. Örneğin, elimde 1990’dan kalma bir tarife var (fiyatlar günümüzde kuşkusuz ikiye katlanmıştır):
Şirketin en tepesindekinin ıslak imzasını taşıyan bir belge istiyorsanız 5 bin Alman markı ödeyecektiniz o yıllarda. CEO ile, videoya da kaydedilecek özel bir görüşme yapmak 30 bin marktı. Fahri Doktor unvanı isteyen 50 bin, madalya isteyen 120 bin mark ödeyecekti. Baron unvanı 300 bin, prens olmak 2,5 milyon marka mal oluyordu. Bundan önceki baş yönetici, geçmiş 400 yıl boyunca varılan toplam sayıyı aşarak, tam 464 kutsamayla şirketin kasalarına yaklaşık 110 milyon Avro para kazandırmış.
Çok fazla uzatmak istemiyorum, ama yakın dönemde dünya borsalarında dolaşan paranın önemli bir kaynağına da değinmekte yarar var: 1929’da İtalya’daki faşist iktidarı meşru kılarak Mussolini’den alınan yaklaşık 90 milyon Amerikan doları karşılığı rüşvet! Önce İngiltere’de yatırıma dönüştürülen bu para, savaşla birlikte İsviçre ve ABD’ye aktarılmış. Borsalarda dolaştırılan bu parayla edinilen servetin günümüzde 12 milyar dolara çıktığı iddia ediliyor. Rakam konusunda rivayet muhtelif, ama paranın kan ve gözyaşına bulanmış olduğu sabit.
İşte böylesi kirli işlerle biriktirilen zenginliğin başındaki zat, tarihte yüzyıllardan beri ilk kez ölmeden işinden ayrılıyor.
Papa istifa ediyor!
Para işi bir yana. Bu müessesenin ilk döneminden sonra günümüze dek acımasız bir iktidar savaşı içinde olduğunu bilmeyen var mı? Bir yandan prenslerle, feodal beylerle, krallarla itişip kakıştı, diğer yandan, her dönemde mütegalibeden, iktidar sahiplerinden yana konum alıp, ezilenlerin ezilmesine, başkaldıranların katledilmesine önayak olarak bugüne geldi. Halen de aynı işi yapıyor. Ortaçağ’da isyan eden köylüleri katlettiren, İtalyan faşistlerine, Alman Nazilerine olur veren, günümüzde de emperyalizmin baş destekçiliğini yapıyor. Bir zamanlar Afrika’da, Güney Amerika’da yer yer ilerici hareketlerden yana tutum aldığı yalanına da asla kanmamak lazım. Bunlar tek tek saf misyonerlerin, garip papazların kendi vicdanlarıyla hesaplaşmaları sonucu ortaya çıkan münferit olaylardır. Ya da o ülkedeki güç dengelerine göre zorunlu olarak alınmış geçici tutumlardır. Orkestranın şef çubuğu, Vatikan’dadır. Söylenecek şarkıyı, çalınacak melodiyi o belirlemektedir. Ve bu da emperyalizmin global planlarından asla ayrılmaz.
Öyle ki, her seferinde, yeni seçilen Papa’ya bakarak emperyalizmin orta vadeli planlarını kestirmek mümkündür. Zayıf halkalarında içerden çatlaklar yaratarak sosyalist sistemi çökertme planlarını uygulamak için emperyalistlerin hareketlendikleri bir dönemdi. Bundan önceki Papa işte tam da bu dönemde seçildi. Efendime söyleyeyim, kendisi Polonyalıydı. Görevini canla başla yerine getirdi, zamanı geldi, öldü. Ondan sonra gelen şimdiki Papa da, tam Federal Almanya’nın Avrupa Birliği’ni kotarma, orada hakimiyeti ele alma mücadelesine girdiği dönemde seçildi. Bu Papa da Almandır. Üstelik meslektaşları arasında yobaz denecek derecede tutucu olanıdır.
Bundan sonra seçilecek olanın Afrikalı ya da Güney Amerikalı olma olasılığı üzerinde duruluyor. Eh, bu da anlaşılabilir bir şey. Şu sıralarda Afrika yine kana bulanıyor. Emperyalistler tarafından tekrar paylaşılıyor. Orada bağımsızlık ve özgürlük uğruna emperyalistlere karşı mücadele edenleri susturmak için bir Afrikalı bir Papa’ya gereksinim olacak. Diğer yandan, Güney Amerika da için için kaynıyor. Her an bir yerde bir şeyler olabilir. Üstelik bir de Küba belası var. ABD’nin yanı başında minicik bir ülke, ama dünya çapında emperyalizme meydan okuyor. Sosyalizm bayrağını yükseklerde taşıyor. Belki Papa’nın geçenlerde yaptığı Güney Amerika ve Küba gezisi ilk sondajdı. Asıl görevi, bundan sonra gelecek olan gerçekleştirecek.
Meraktayım, bekleyip, göreceğiz. Şimdiden bildiğim tek şey var: Papa nereden seçilirse, oralarda emperyalizm bir dizi çok geniş kapsamlı proje gerçekleştirmeye girişecek.