2019 yılının Ocak ayının 26’sında hayatımdaki en güzel/unutulmaz günlerden birini yaşadım…
“The Alchemist” kitabının bir yerinde Kuzey Afrikalı Arap tüccar, çobana şöyle bir cümle kuruyordu: Daha önce buralarda, sadece Piramitleri görmek için tüm çölü geçmek isteyen birisini görmemiştim. Bir yığın taş işte… Evinin bahçesine bile bunlardan bir tane inşa edebilirsin…
Bir yığın taş mı? İnşa edilebilir mi?
Bin yıllar boyunca dünyanın en büyük ve en yüksek yapısı olmayı başarmış bir yapıdan bahsediyoruz. Piramitler birer mucizedirler. Olağanüstü şeylerdir. Onları görmüş olmak büyük bir ayrıcalıktır. Ben gördüm ve bu ayrıcalığı hissediyorum. Şımarmak için de yazmıyorum bu yazıyı. Hayatımın en güzel günlerinden birini kayıt altına almak için yazıyorum.
Piramitlerin yazılığı kafamı karıştırdı. Gorki Okuryazar’dan bu konuda yardım bekliyorum. Neyse, Piramitleri görmek hep aklımda vardı. Bir gün bunu gerçekleştireceğimi seziyordum ama bu kadar yakında olacağını tahmin etmemiştim.
Yurt dışına çıkmak artık ütopik bir şey değildi hele ki devlette öğretmen olarak çalışanlar için hiç değildi. 2014 yılında yeşil pasaportu alınca her sömestir ve her yaz tatilinde bir yerlere gittim. Aylar öncesinden bileti alınca gayet ucuza gelebiliyordu bu iş. 2018 yılının Haziran ayında 2019 sömestiri için bilet bakmaya başladım. Mısır için bilet baktığımda 780 TL’lık gidiş-dönüş uçak bileti olduğunu gördüm. Mısır’a bu kadar ucuz bir fiyata gidebilmek fırsatı kaçmazdı. O zaman evli olmadığım sevgilime de seyahati teklif ettim. Seyahat tarihi geldiğinde evli olacağımız için o da yeşil pasaport sahibi olabilecekti. Gelecekteki karım Mısır seyahatini kabul etti.
Zaman geçti ve seyahat vakti yaklaştı. Mısır’ın güvenli bir yer olup olmadığı merak edilir. Bütün yakın, orta ve uzak doğu için bu merak mevcuttur. İşi bilen ve kendine güvenen kişiler için her yer güvenlidir aslında. İşi bileceksin ve internette insanların tecrübelerini okuyacaksın. Bunlardan dünya kadar var. Elbette insanların abartma huyu olduğunu, herkesin beklentilerinin farklı olduğunu da akıldan çıkartmayacaksın. Kimisi için bir satıcı tarafından kandırılmaya çalışılmak dehşet verici bir şey olabilir ve bu şey ölümle eş değer bir şey olabilir ama kimileri içinse bu şey basit bir şeydir ve Piramitleri görmüş olmanın yanında üzerinde durulmaya değmez bir şeydir. Yorumların yarısı Piramitlere giden kişilerin bıçaklandığını yazsaydı gitmezdim elbette.
Şu anda Mısır ve TR arasında siyasi ilişkiler gergin ve karşılıklı yolculuk yok bildiğim kadarıyla. O zaman vardı. Varsa ben gidebilirdim. Karım içinse böyle şeyler önemliydi. Yolculuktan bir hafta önce Piramitlere giden bir turist otobüsünün bombalandığı haberini gördüm bir yerde. Bunu karımdan sakladım çünkü bunu öğrense hayatta gitmezdi. Ben ise bu şeyin münferit bir şey olduğunu, her gün her hafta tekrarlanmayan bir şey olduğunu anlayınca gitmek gerektiğini düşündüm.
Bilet alırken Atina aktarmalı biletler olduğunu gördüm. En uzun süreli aktarma 20 saatlik bir aktarmaydı. Onu seçtim çünkü bir gün de Atina’yı gezebilecektik. Daha önce Atina’ya gitmiştim ve orayı iyi biliyordum. Metrolara gişe gelmesi gibi bazı şeyler değişmişti ama genelde her şey aynıydı. Atina’da yaptıklarımızı geçiyorum ve Mısır’a zıplıyorum.
Atina’da oldukça yorucu bir gün (30 bin adım) geçirdikten sonra gece olabilecek en geç saatte havaalanına gittik ve sabahki uçak için orada sabahladık. Uçağa binme vakti geldiğinde heyecanlıydım çünkü uzun zamandır hakkında yazılar, kitaplar okuduğum Piramitlere ulaşacaktım. Uçaktan indik ve hemen bir Uber çağırdık. Uber özgürlüktür. Yurt dışında Uber kullanınız. Hem çok ucuz hem de pratiktir. Dil bilmiyorsanız ve bu, sizin yurt dışına çıkışınız konusunda sorun teşkil ediyorsa (bence etmemeli, sadece menü’nün menü olduğunu bilmek yeterlidir bana göre) Uber sayesinde bu sorunun üstesinden gelebilirsiniz. Yazıyorsunuz yeri, Uber gelip sizi oraya götürüyor ve kredi kartınızdan parası çekiliyor. Kime anlatıyorum ki ben bunları; TR, bir pimpirikliler cennetidir. Neyse, ne haliniz varsa görün, ilgilenmiyorum…
Artık TR’de olmayan Uber’le otel gittik. Otelde yaşadıklarımız, yediklerimiz, içtiklerimiz, sokakta yaşanılan sorunlar, bir gün sonraki olağanüstü müze gezimiz kalsın ve biz Piramitler gününe dönelim.
Kısaca Mısır’dan bahsedelim ama… Mısır’da hijyen sorunu vardır. Çölün ortasında olduğu için çok toz birikir ve anladığım kadarıyla insanlar bu tozu çok dert etmez. Otellerde çarşaflar ve tuvalet temizdir ama oda, halılar, yerler, bardaklar pek temiz olmayabilir. ÖYLEYSE ALLAH BELASINI VERSİN! YEMİŞİM DÜNYANIN AYAKTA KALAN TEK YEDİ HARİKASINDAN BİRİ OLAN PİRİMATİLERİ! BEN MISIR’A GİTMEM! Peki, siz bilirsiniz. İki gün orta Anadolu ilçesi gibi yerde kalmazsınız ve de Piramitleri görmezsiniz o zaman. Bir diğer sorun da sokakta çok satıcı olması ve size musallat olması. İnternetteki forumlarda bazı abartan tipler bunların eşkıyalık yaptığını yazıyordu. Hayır, sakin kalıp iki, üç kere “No, Thank you.” derseniz peşinizi bırakırlar. Kararlı bir şekilde yolunuza devam edin. Kimse sizi kesmeyecektir. Üç kağıtçılığın da yaygın olduğunu belirtmemiz gerekecektir. Benim gibi parayı alırken 0,50 kuruş mu yoksa 50 lira mı olduğuna iyi bakmamazlık etmeyin.
Forumlarda en çok satıcı terörünün Piramitlerde olduğu yazıyordu. Doğrudur ama orada da işi beş dakikada öğreniyorsunuz. Uber’e “Giza pyramids” yazdık. Tahrir Meydanı’ndaki otelimize gelen Uber yaklaşık 20 dakika sonra bizi Piramitlere bıraktı. İki girişi var Piramitlerin. Birisi şehrin içinden birisi değil. Değil olandan girdik biz. Yokuşlu bir yoldu. Yol üzerinde üniformalı bazı tipler “ticket, ticket” diyerek bizi bir ara yola sürükledi. Orada bunların resmi göreviler olmadığını anladım. Bunlar at arabalarına bizi oturtmaya çalışan tiplerdi. Hemen geri döndük. Arkadan çağırmaya devam ettiler ama aldırış etmedik.
Sonra gişeye geldik. Üzerimizdeki para bilete yetmedi. O gün de cuma olduğu için resmi tatildi. Sabah para bozduramamıştım. Kredi kartının geçerli olacağına emindim. Bu kadar önemli bir tarihi alanda kredi kartı nasıl geçerli olmazdı! Değilmiş. Ne yapacaktık? Orada resmi görevli olduğunu anladığım birisine yanaştım. Polisti bildiğimiz… Para bozdurmak istediğimi söyledim. Adam gitti başka bir polisi getirdi ve o polis de para bozabileceğini söyledi. Normal kurdan biraz daha fazla elbette… Bu arada Mısır ucuz bir ülke. Örneğin İtalya’da veya Fransa’da her yere Uber’le gidemezsiniz. Oradan anlayın. Parayı bozdurduk ve o tılsımlı cümleyi ilk defa o polisten duydum: Yavaş yavaş Hasan Şaş… Polis memuru nereli olduğumuzu sordu. “Turkey” deyince “Oooo, yavaş yavaş Hasan Şaş.” dedi. Polis memuru bizim de Müslüman (!) olmamızdan dolayı bize doları biraz daha iyi orandan bozdu.
Piramitler boyunca her beş dakikada bir size yanaşan, satıcı, atçı, deveci nereli olduğumuzu sordu. Turkey deyince hemen “Yavaş yavaş Hasan Şaş”ı yapıştırdı. 2002 Dünya Kupası’nda Hasan Şaş’ın performansı hala unutulmuyordu işte… İlginç bulmuştum. Neyse, bana neydi ya!
Olağanüstü bir yapı göreceğim zaman kendi kendime bir oyun oynarım. Kafamı eğerim ve yürürüm. Yapının önüne geldiğimi anladığım anda yavaşça kaldırırım. Büyülenmek için… Yine bu oyunu oynadım. Karıma gelip gelmediğimizi sordum. Geldiğimiz söylediği zaman kafamı yavaşça kaldırdım ve bir an için nefesim tutuldu. Hayatımdaki en etkileyici şeylerden biriyle karşı karşıyaydım işte.
Keops Piramidi, Büyük Piramit veya Kufu Piramidi… Üç tane adı var bunun. Giza Piramitleri üç tanedir. Birisi küçüktür. Diğer ikisi büyüktür. Kafasında takke olan Kefren Piramididir. Hep onun Büyük Piramit olduğu düşünülüyor. Oysa onun arkasındaki takkesiz olanıdır Büyük Piramit ve Dünyanın Yedi Harikası’ndan biri olan da odur. Aslında BP, Kefren Piramidinden daha büyüktür ama firavun Kefren piramidini biraz daha yüksek bir yere inşa ettiği için BP’den daha büyük olduğu algısını yaratmıştır. Kufu veya Khufu o piramidi yaptıran firavunun ismidir. Keops onun Helencedeki karşılığıdır.
Büyük Piramit’in önünde dakikalarca kaldık. Baktık baktık baktık. Satıcılar etrafımızı sarmıştı ama onlara aldırış etmedik. Bu gezi boyunca ilk iş olarak fotoğraf ve videoları halledip sonra yapılara odaklandık.
İnanılmaz bir şeydi. Gerçekten inanılmazdı. 5000 yıl önce, taşın yapılarda kullanılmaya başlanması henüz 70 yıllıkken böylesi bir yapıyı inşa etmek gerçekten inanılmazdı. İnsanlığın ilerleme tutkusunu, siyaset yapma tutkusunu orada çok net hissedebiliyorsunuz. Atina Parthenon’da da bunu hissetmiştim veya Göbeklitepe’de. Zaten en çok etkilendiğim üç mimari yapıyı saymış bulundum şu anda…
Komplo teorilerine çok meraklıyız. Piramitleri uzaylıların yaptığı şeklindeki komplo teorisine de meraklıyız. Hayır, bunların nasıl yapıldığı belli. 20 bin kişi, toplam 20 yılda yapıyor bunları ve sanılanın aksine sadece köleler değil özgür yurttaşlar da çalışıyorlar inşaatta. Bu aslında ilk çılgın projedir diyebiliriz. Bu, Mısır’daki ilk piramit değildir. Yüzlerce piramit vardır Mısır’da ama bu kadar büyük olanı iki tanedir. Firavun Kufu tüm ulusu bu çılgın projeye ikna etmiştir veya zorlamıştır. Oğlu Kefren de babasının izinden gitmiştir. Daha sonra bu işin çok maliyetli olduğu anlaşılmış ve bu kadar büyük piramitler yapılmaktan vazgeçilmiştir. Bu arada Mısır’ın bin yıllar boyunca herhangi bir tehdit almadığını, ordusu olmadığını da ekleyelim. Para vardı huzur vardı. Etkili erkek bireyler vardı ve tarihte her zaman olduğu gibi bu, etkili erkek bireyler tarihi yazdılar, yaptılar. Tarihi kitleler veya halk veya “sınıflar” değil etkili erkek bireyler yaparlar… Etkili erkek bireyler askerleri kafalarındaki projeye ikna ederler ve bunları zorla hayata geçirirler veya geçiremezler. Bugüne kadar böyle olmuştur. Düşüncem budur benim.
Piramitler gerçekten bir mühendislik harikası. National Geographic’in veya Discovery Channel’ın belgeselini izleyiniz. Birkaç santimlik bir sapmayla yapılmış. Yani karşılıklı kenarları birkaç santimlik bir sapmaya sahip. O kadar büyük taşları o olanaklarla böyle bir şekilde dizmek… Romandaki Arap tüccara hayret etmemek elde değil. Hala dünyanın en ağır yapısı bu arada.
Keops Piramiti’nin içine girmek de mümkün. Kolostrofobisi olan kişi girmemeli yalnız ve girişte bu konuyla ilgili hiçbir uyarı yok. Hırsızların açtığı delik bu… Normalde yoktu. Piramitin ön yüzünde zaten deliği görüyorsunuz. Burada da bir para ödüyorsunuz ve hırsızların açtığı yamuk yumuk tünelden içeri giriyorsunuz. Daha sonra piramitin planında olan düzgün tünele ulaşıyorsunuz. Bu tünellerden eğilerek gidiyorsunuz. Karanlık. Daha sonra granit taşından bir tünele geliyorsunuz. Bu tünel daha büyük. Granit şekillendirmesi en zor taşlardan biridir. Ankara’daki DTCF’nin yüzeyi granittir örneğin. Mısır Piramitleri ve Göbeklitepe şekillendirmesi daha kolay olan kireç taşından yapılmışlardır. Parthenon mermerden… O devasa granit blokları nasıl da şekillendirmişler öyle. Tünelden kralın mezar odasına varıyorsunuz. 40, 50 metrekarelik bu granit odaya 5000 yıl önce kralı ve hazinelerini gömdükleri anı düşündüğünüzde tuhaf düşüncelere dalıyorsunuz. Bir tane de boş lahit var. Bir de hırsızların oraya vardıkları anı düşünüyorsunuz. Napolyon’un, Herodot’un, Büyük İskender’in, Yavuz’un, Sisi’nin, Aydemir Akbaş’ın falan oraya tıpkı sizin gibi girdiği falan aklınıza geliyor…
Büyük Piramit’ten çıktık ve Kefren’e doğru yollandık. Evet bu gezi yürüyerek yapılabilir. Deve veya at da kiralayabilirsiniz. Bu hayvanları kiralayacaksanız epey yukarıda olan yere, yani o meşhur üç piramitin de yan yana göründüğü fotoğrafların çekildiği yere gitmeniz gerekiyor. Yani pazarlığınızı bununla yapınız yoksa hayvan kiralamanın anlamı yok.
Kefren’in de içine giriliyor ama zeminde bir yer burası. Biz girmedik. Kefren’in özelliği dediğim gibi tepesinde mermerlerin kalıntılarının olması. Yani piramitler ilk yapıldıklarında mermerle kaplandılar ve bembeyaz görünüyorlardı. İnternette canlandırmaları var zaten. Tekrar edelim, en önemlisi ve en büyüğü Keops yani gördüğümüz. Tepesinde takkesi olan Kefren ve aslında bir hile üzerine inşa edilmiş.
Hava güzeldi. Oralar yazın çok sıcak olur eminim. Havanın 21, 22 derece olacağını görmüştüm ve o yüzden tişört üstü gömlekle gittim. Karım ısrarla mont aldı. Kendisine “mont beni” karikatüründeki durumu düşeceğini söyledim ama beni dinlemedi ve evet, “mont beni” oldu. Montu da benim sırt çantasına koyduk. Piramitler etrafında gezerken çok hoş vakit geçirdik. O anları Instagram terör örgütüne yükledim.
Bir de Mikerinos Piramidi var. O küçük olanı. Diğerlerinin yanında pek bir numarası yok. İlk birkaç sıranın granitten yapılmış olması ilginç.
Mikerinos’tan sonra çıkışa doğru yollandık. Kufu’nun arka tarafında Kufu’nun botunun müzesi vardı. O da mutlaka görülmeli. Mısırlılar ölümden sonra yaşama inanan saftirikler oldukları için firavun için bir de bot inşa edip, piramitin dibine gömmüşler. Bu bot bulunmuş ve ayağa kaldırılmış. Bu da büyüleyici bir şey.
Daha sonra bir tapınak gibi bir şey gördük. Kapıda üniformalı bir adam vardı. Bizim bileti istedi. Ben de gayrı ihtiyari verdim. Adam bilete bir delik açtı ve hemen başka bir adam bizi alıp tapınak içinde gezdirmeye başladı. Bizim böyle bir talebimiz olmamıştı. Ben hemen manzarayı kavradım. He he deyip hızılıca geziyi bitirdim. Çıkışta adam para talep etti doğal olarak. Vermeden yürüdüm. Bunlara dikkat etmek lazım.
Sonra da başka bir etkileyici yapı olan Sfenk geldi. Şu meşhur kafası insan, gövdesi aslan olan yapı. Bunun Kefren olduğu sanılıyor. Etrafını dolaştık. İçine girmek de paralıydı. Yani yanına gelmek. Bu parayı vermeye değmeyeceğini düşündük ve Sfenks’in önünden çıktık.
Hemen orada bir Mısır varoşu ve çarşısı başladı. Çok hengameli bir yerdi. Buraların da videosunu attım İTÖ’ye. Karım o ortamda çok gerildi. İnsanlar, kalabalık, hijyenden yoksun mekanlar onu çok gerdi. Belki piramitler deyince o anları hatırlar ama öyle yapıyorsa yanlış yapıyordur. Dünyadaki en muhteşem şeylerden birini görmüştük işte, bir avuç küçük şeytanlar topluluğu neden bunun önüne geçsin ki…
Mısır’a üç gün yeter. Bir gün müze, bir gün Piramitler… Sonra da atlanıp gelinmeli. Aslında Memphis bölgesi ve Güney Mısır’daki (antik çağın deyimiyle Yukarı Mısır’daki) bazı tapınaklar da görmeye değer. Onlara ulaşmak zahmetli ve pahalı yalnız. Kahire’ye üç gün gidip de bir benzersiz deneyim yaşamak ütopik değildi ve biz yaşadık. Şu anda Mısır’la ilişkiler ve dolayısıyla karşılıklı uçuşlar durmuş durumda…
Gelecek ne getirir bilinmez…
Romandaki “İnanmak başarmanın yarısıdır.” minvalindeki düşünceye gıcık olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Ortaokulda bu konuda kompozisyon yazarken de bu düşüncenin doğruluğunu sorgulardım. Ütopik şeyleri başarmak çok zordur ve kasmaya gerek yoktur. Mısır’a gitmek ütopik bir şey değildir. Şu anda öyledir ama üç, beş seneye tekrar öyle olmamaya başlayabilir. Siz de gitmeyi düşünebilirsiniz ama ne siz ne de bir, mesela, Kuzey Kutup dairesine gitmeyi düşünmeyelim. Bu tür saçma hedefler “inanarak” başarılamaz. Anladın mı “The Alchemist” ve ortaokul Türkçe öğretmenim…