Roman Yazma Süreci 1

*İlk (ve belki de son) romanımı yazmaya başladım…

*Bu yazıyı yazmak için 40, 50 sayfayı bitirmiş olmayı bekliyordum. O kadar yazdıktan sonra herhalde artık o romanı tamamlardım diye düşünüyordum çünkü… MS Word programında 19 sayfa yazmıştım ki metni kitap boyutu olan A5 sayfasına uyarladığımda metnin 45 sayfaya çıktığını gördüm. Yani 40, 50 kitap sayfasına denk gelen bir kurmacam var artık.  Bundan sonra bu romanı tamamlarım diye düşünüyorum.

*”Konusu ne?” sorusuna geleceğim…

*Notlarıma baktığımda bu roman için çalışmaya 25 Kasım 2020 günü başladığımı görüyorum. Yaklaşık üç yıl sonra, birkaç ay önce ancak başlayabildim yazmaya. Bu gecikmenin sebebi, çok güzel bir şey aslında. “Gözleri simsiyahtı emmoğlu / Ben de ona vurulmuştum, yanmıştım” Bugünlerde Ferdi Tayfur’un TR’nin en büyük hayran kitlesine sahip sanatçısı olduğunu öğrenmiş durumdayım. Bir roman yazarının hayran kitlesinin bir popüler müzik icracısının hayran kitlesini geçmesi mümkün olan bir şey değildir, ama belli mi olur! Belki de romanım sayesinde elde edeceğim hayran kitlemle Ferdi Tayfur’u geçerim! Onun “Emmoğlu” şarkısında geçen bu sözleri, oğlum Tuna için yazdım… Gözleri simsiyah! Ağustos 2021’de dünyaya gelen oğlum Tuna sebebiyle roman yazma işine başlayamadım. Şikâyetçi değilim. Ebeveyn olmak bu dünyadaki en güzel his olmalı. Gerçi devlet yönetimini ele geçiremedim, savaş kazanmadım, devrim yapmadım, Oscar kazanmadım, Nobel almadım! Bunları da yaşayıp sonra karar vereyim en iyisi. Bilenler bilir, çocuk (bebek) insanın hayatının tamamını kapsıyor. Demek ki artık biraz vakit bulmaya başlamışım ki yazmaya fırsat bulabildim. Bu süre boyunca, birçok roman yazarından duyduğumuz üzere, zihnimde romanı yazıyordum. Onu oturup da kağıda (bilgisayar ekranına) aktarmak zor olmadı, olmuyor.

*”’Konusu ne?’ sorusuna geleceğim.” dedim.

*(Başarılı) roman yazmak en sıra dışı insan etkinliği olabilir. (Başarılı) roman yazabilen bir insanın düşünsel faaliyette en ileri boyutlara ulaştığını kabul edebiliriz. Bu arada, konuyla alakasız ama en sıra dışı insan etkinliklerinden birinin de ağır sıklet boks mücadelesi vermek olduğuna inanıyorum. Kazandıkları milyon dolarlar bir yana, bir insanın ringe, yumruk kuvveti 200, 300 kiloya ulaşabilen birinin karşısına çıkabilmesi akıl alır gibi değil.

*Roman çok elit bir sanat dalıdır ve bazıları onun öldüğüne inanıyor. Belki de hiç yaşamadı zaten. Diğer toplumları bilemem ama Türkiye’deki insanların %1’i bile nitelikli romanları onların haklarını vererek okuyamaz.

*Hayatımda hiçbir zaman yazı yazarken yazacak bir şey bulamama sorunu çekmedim. Romanımı yazarken de çekmiyorum. Hep böyle devam eder mi yüzde yüz emin değilim elbette.

*Bu süreci yazılarla sosyal medya üzerinden ulaşabildiğim kadar insana aktaracağım. Sonra da bu yazıları romanın sonuna ekleyeceğim. Orhan Pamuk romanlarında gördüğüm “Son Söz” olayını gerçekleştireceğim yani. Onları çok iyi buluyorum. Yazar “Son Söz”lerinde o romanı yazma hikâyesini okuyucuya aktarıyor. Bazen bunu roman büyüsünün devamı olarak kullanıyor. (İşte bir sorun da Word’de A harfinin üstüne şapka koymak istediğinizde çıkıyor. Otomatik düzeltme haricinde bunu kendim yapmak istersem, bunun nasıl yapılacağını bilmiyorum.) Oğuz Atay’ın da “Ön Söz”lerle dalga geçtiğini hatırlıyorum ama yine de birisi onun ünlü romanına ön söz yazmıştı. Fikrim değişebilir, ben bir fikir değiştirme şampiyonuyum ama ön sözlerin bana pek sıcak gelmediğini söylemeliyim. Bir ipnelik var ön sözlerde! Romanda argo kullanılabilir mi? Aslında romanda kesin kurallar yoktur bana göre. Cervantes veya Dickens veya Dostoyevski veya Atılgan veya Günday yaratıcı yazarlık kurslarına mı gittiler? Bir şeyler yaptılar. Yaptıkları şeyler de iyi şeylerse sorun yoktu. Dünyada yazılmış (ve de başarılı olmuş) her roman sayısı kadar da roman türü vardır.

*Roman yazmak kadar keyif veren şey az bulunur. İnsan kendisini o kadar iyi hissediyor ki! “Fictionizegasm” kelimesinden bahsetmem lazım. Bu kelime benim uydurduğum bir kelime. Kelime Derneği’ne başvurumu yaptım. Biralarla ilgili sosyal medya yazılarında rastladığım “mouthgasm” diye bir kelime vardı. “Mouth” yani ağız demek… “…gasm” de “orgasm” (Ne olduğunu biliyorsunuz… Gerçi belki de bilmiyorsunuzdur…) kelimesinin son dört harfi… İkisi birleştirilmiş. Yani “Bu özel birayı içerken o kadar keyif alıyoruz ki ağzımız orgazm oluyor.” denmek isteniyor. “Fictionize” kurmaca yapmak demek, gerçi belki de böyle bir kelime de yoktur… Yani, kurmaca yaptığımız zaman o kadar keyif alıyoruz ki boşalıyoruz resmen! “Fictionizegasm” çok güzel bir şey. Yaşayan bilir.

*Romanımı yazarken birçok şey planladım ama bunların çoğu gerçekleşmedi. Bu kadar zor bir şeyi yapmadan bilmeniz, yapmadan onunla ilgili planlar yapmanız olası değil. İlk olarak bahsetmem gereken şey şudur ki ilk başlarda ölümüne planlı olmaya karar vermiştim. Metni yazmadan önce her aktarılacak şeyi planlamayı düşünmüştüm. Dışarıda planlanmamış hiçbir şey bırakmayacaktım. Bende de yazma yeteneği varsa (bunu bilmiyoruz) şaheser ortaya çıkacaktı. Romanın başlangıcı için bunu yaptım. Önce bir defter aldım ve ona yazmaya karar verdim. Çok kısa bir süre sonra bundan vazgeçtim çünkü elde yazı yazmaktan tek kelimeyle nefret ederim! Bilgisayara psikopat planı geçirmeye karar verdim fakat bir süre sonra bunu da bıraktım. Dediğim gibi psikopatça hazırlanmış bir plan eşliğinde metni yazmak yerine, genel ayrıntıları belirlenmiş bir plan eşliğinde yazmak bana daha doğru gibi geldi. İtiraf etmeliyim ki vakit bulamamak da bunda etkili olmuş olabilir ama sonrasında yaratıcılığı teşvik etmek adına bu yaptığımın daha doğru olduğunu düşünmeye başladım. 

*Bir diğer planladığım şey de yazdığım her cümleyi geri dönüp iki, üç kere kontrol etmekti… Bunu da yapmadım. O zaman roman yazıyor olma ruh halinde çıkıyorum. Kendimi kontrolcü gibi hissediyorum. Günahıyla sevabıyla metni yazıyorum ve o bitince de onu iki tane falan redaktöre teslim edeceğim. Bu iş için çok para ayıramam. Bazı arkadaşlarımı ucuz paraya sömürmeyi planlıyorum.

*Ayık kafayla yazamamak da bir diğer sürpriz oldu. Bukowski yazarken mutlaka içerdi. Ben de bugüne kadar yazdığım 50 sayfayı hep bira eşliğinde yazdım. Bir birayı bitirene kadar oturup iki, üç sayfa yazıyorum. Daha fazlasını yapmadım şu ana kadar. Tuna ancak bu kadarına müsaade ediyor. Birkaç kere de özel, pahalı bira eşliğinde yazdım ancak bunun yapılmaması gerektiğine inanıyorum şu anda. Kurmaca yaratma orgazmı o kadar keyifli bir şey ki içtiğinizden hiçbir şey anlamıyorsunuz. Ondan tek beklentiniz kafa yapması. Ekonominin berbat olduğu şu günlerde (şu anda 2023’ün yazındayız) aynı şeyi sağlayan iki şeyden ucuz olanını tercih etmek gerekiyor.

*Amacım şöhret olmak değil. Para kazanmak değil. Kazanırsam o parayı çatır çutur yerim yalnız! Edebiyatla üniversiteye hazırlanırken tanıştım. Daha doğrusu Yaşar Kemal’le. Ders çalışmam gereken o kritik dönemde çok fazla Yaşar Kemal romanını, büyülenerek okudum. Üniversitede İngiliz edebiyatı bölümünü kazandım. Bölümü okurken en sevdiğim dersler roman dersleri oluyordu. Her ne kadar İngilizcem romanları İngilizce okumaya yeterli olmasa da romanları Türkçe okuyup sınavda İngilizce yorumluyordum. Hemen hemen herkes Türkçesini okuyordu bu arada. O dönemlerden edebiyatın ne kadar da büyüleyici olduğunu biliyordum ve bir gün kendimi edebiyata teslim etme kararını da almıştım. Almıştım ama çok geç oluyor bazı şeyler insan hayatında. Araya bir “sinema” sıkıştırdığım için edebiyata geç başladım. İtiraf etmeliyim ki roman okumaya 2018 yılında başladım! Yani beş sene önce! İnanılır gibi değil. Kendimi olduğumdan daha nitelikli pazarlamayı her zaman çok iyi yaptığım için beni bir sene sonra bir roman okuma grubunun sorumlusu yapmışlardı! Çok kısa sürede edebiyatın en sıra dışı insan etkinliği olduğunu kavradım ve hayatımda yapabileceğim en önemli şeyin edebiyat üretmek olduğuna karar verdim. Çok kısa sürede bütün önemli romanları okudum. Üzerinde iyi çalışma yapılmış bir liste hazırladım. 140 tane, mutlaka okunması gereken romanı belirledim. Niyetim bunların hepsini okuduktan sonra yazmaya başlamaktı ama 100 tanesini okuduktan sonra (yarım bırakılması gerekenler yarım bırakıldıktan sonra bir de) bütün önemli yazarların en önemli bir veya birkaç eserini okumuş olduğumu fark ettim ve yazmayı ertelememeye karar verdim. Ayrıca Tuna’dan sonra okuma performansım da çok düşmüştü. Geride kalan o 40 romanı muhtemelen 5 senede bitiririm. Ve nihayet benim, yani Baran Doğan’ın şu hayatta yapabileceği en önemli şeye başladım.

*Önemli romanları okumuş olmak elbette büyük bir avantajdır ancak yazmak doğuştan gelen bir yetenektir. Varsa vardır, yoksa yoktur. Çalışarak yoktan var edilecek bir şey değildir yazma yeteneği.  O yüzden yaratıcı yazarlık kurslarına hep mesafeli yaklaşmışımdır. Cervantes kafasında olanları hayata geçirmiştir. Tanpınar da Pamuk da Lermantov da… Sizin zihninizde olanlar edebiyat tarihinde çığır açacak bir şeyse onu özgürleştiriniz, onu kimin ne hakla koyduğu belli olmayan kurallarla boğmayınız. Ben sadece çocuk istismarına tahammül edemiyorum edebiyatta. Onun dışında neyi, nasıl yazarsa yazsın yazar! Başarılı olursa bize sadece susmak düşer!

*Bu romanımı nasıl bastıracağıma dair çok fazla fikrim yok. Her yerde edebiyat dünyasında ahbap, çavuş ilişkilerinin önemli olduğu yazıyor. Bu ilişkilere girebilir miyim emin değilim. Ben bu romanı, roman yazmak çok keyifli olduğu için bir de söylemek istediğim tonlarca şey olduğu için yazıyorum. Şöhret veya para için değil! (Para gelirse onu çatır çutur, çok güzel ezerim, tekrar belirteyim…) Edebiyat camiasından tanıdığım birkaç insan olduğunu da sanıyorum ama gerçekten ne kadar etkililer ve benim yazdığım şeye ilgi gösterirler mi bilmiyorum.

*Hiçbir şey bulamazsam isteyenin istediği şeyi bastırabildiği bir çevrimiçi yayınevi var, oraya giderim. Tabii, bu, romanı sana önem veren insanlar dışında kimsenin satın almaması, o satın alanların da yarısının okumaması anlamına geliyor. Kendime bir Max Brod bulma fikri üzerine yoğunlaşmalıyım sanırım.

*Romanımı bitirdikten sonra hiçbir arkadaşıma okutmayı düşünmüyorum. Kendileri isterlerse okurlar. Sizi tanıyan insanların sizin oluşturduğunuz kurmacanın içerisine sizi tanımayan insanlar kadar iyi giremeyeceklerine inanıyorum. Yazarı tanıyanlar, sanki romanı okurken yazarın ağzından bir şeyler dinliyormuş gibi hissederler diye düşünüyorum. Bunu test etmedim. Tanıdığım bir yazarın romanını okumadım. Bir tane insan var böyle. O da polisiye yazarı Alper Kaya. Kendisiyle iki kere oturmuş sohbet etmiş biri olarak romanını okudum. Bu duyguyu yaşamadım çünkü polisiye bana hitap eden bir tür değildir maalesef. Her şeye rağmen ben bu paragrafın başında öne sürdüğüm fikre inanıyorum. Bir de romanı basılmadan okutmak üzere verdiğiniz arkadaşınız romanı beğenmezse ne der? Bana arkadaşım, arkadaşının romanını verdi de ben beğenmememe rağmen bunu söyleyemedim…

*Kelimelerin yazılışında TDK’yi baz alıyorum. Başka alternatifler de var ama devlete güveniyorum!

*Alıntı yapma meselesi en çok kafamı kurcalayan şey oldu. TDK kuralı diyor ki tırnak içerisindeki kelime topluluğu kurallı bir cümle ise uygun noktalama işaretiyle biter. Fakat bu konuda basında ve de edebiyatta tam bir kaos hakim. “Dedi”, “söyledi”, “diye sordu” gibi şeyler kullanacaksanız sıklıkla virgül kullanılıyor alıntının sonunda. Aslında bu konuda ne yapacağıma hala (Word’de şapkalı A bulmak) karar vermedim. TDK’nin kuralını sosyal medya yazılarımda kullanıyorum ama romanımda kullanmayacağım.

*”Konusu ne?” Gelelim romanın konusuna… Ona bir roman yazma sürecinde olduğumu söyledim. Yüzüme hayretle baktı önce. Sonrasında da gülümseyerek baktı. “Nasıl bir roman” diye sordu. Bu soruyu duyunca içimde bir sevinç patlaması yaşandı. Ayağa kalkarak, masayı geçmek ve onu yanağından öpmek, ona sarılmak istedim. Etraftaki masaların bakışlarına aldırmadan bunu yapmak istedim. Sonra da yaptım. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemez bir hale gelmişti. Ağzı açık bir şekilde ve gözleri ışıldıyarak bana bakıyordu. Etraftaki masalardan bazı insanlar ellerinde kadeh, çatal veya bıçakla bize bakıyorlardı. Mekândaki canlı cansız her şey sanki benim ne diyeceğimi bekliyor gibiydi…

*Bir romanının “konusunun” ne önemi var! Bir eve musluk tamiri için giden ustanın dükkâna geri döndüğünde o evde yaşadıklarını diğer elemanlara anlatmasıyla, Yaşar Kemal’in “Ölmez Otu”nda bir şeyler anlatması temelde aynı şeylerdir. Farkı yaratan şey Yaşar Kemal’in anlattıklarıyla bir sihir oluşturup okuyucuları şiddetli ruh hallerine sokmayı becerebilmesidir. Onun düşüncelerindeki özgünlükler ve bunları etkili bir şekilde aktarabilme becerisindedir. Bende bunların olmadığını düşünürseniz romanımı bırakın ve muslukçunun hikâyesini dinleyin… Elbette romanımda bir şeyler oluyor ama bunlar daha önce kimsenin kurgulamadığı şeyler değil. Bacağı kopan Tarsuslu bir mantis karidesinin, CHP’deki değişim sürecini başlatmak üzere yola çıktığında ona “Ama varamazsın ki Genel Merkeze” dediklerinde, “Olsun, en azından bu yolda ölürüm” demesinin üzerine, diğerlerinin de “O zaman senin kafanı sikelim” demesiyle mantis karidesinin o anda, orada bulunan otlarla, çöplerle bir parti kurup iki yıl sonra iktidara gelmesi ve ilk iş olarak siyasi partiler yasasını doğum günü partileri yasasıyla değiştirmesi üzerine Çad’ın ülkeye zabıta çıkartarak uzaktan güdümlü bir zabıta darbesi yapmasının hikâyesini anlatmıyorum. İntihal yapmak isteyen varsa romanımın “konusunu” o kişiye özelden atabilirim mesela…

*Ben pek işbirlikçi bir insan değilimdir ama TR’deki politik partilere karşılık gelmek üzere isimler arıyorum. İyi Parti için Doğru Parti adını koydum mesela. Ak Parti için Değişim ve Vatan Partisi adını koydum ama bunlar değişebilir. Önerilere açığım. Siyasi bir roman nasıl olur veya siyasi olmayan bir roman nasıl olur bilemiyorum ama sanırım siyasi romandan ne kastedildiğini biliyorum ve evet, romanım bir siyasi roman değil.   

*Roman yazarı veya roman iddiasız olamaz. Romanda olağanüstü şeyler anlatılır. Normal hayatta kolaylıkla karşımıza çıkacak insanlar ve durumlar romanda iyi durmaz. Ben de sıradan hayatı göz ardı edeceğim romanımda. Örneğin filmler gündelik hayattaki ayrıntılar üzerine yaslanabilirler. Öyle olanlarını severim de… Mesela “11’e 10 Kala”… Çünkü sinemadaki “en” temel şey “göstermektir”. Sadece bir nesne göstererek de kurmaca oluşturmuş olabilirsiniz ama romandaki temel şey kelimedir. Ve bu size sınırsızlığı, sonsuzluğu sağlar. Bu anlamda roman hiçbir zaman ölmeyecektir. Belki tüm dünyada nitelikli romanların hakkını vererek okuyan insan sayısı %1’in altına düşecektir ama kelimelerle kurmaca evren yaratma olayının başına hiçbir şey gelmeyecektir.

Basılmamış bir romanın son sözünün ilk bölümünü okudunuz. Tekrar görüşeceğiz.       

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.