Sosyalizm ile komünizm arasındaki farklar

Bu mal değnekleri 90’lar Rusya’sından. Benim anti-komünizm için bulduğum bir lakap var: Rambo…

Rambo hala, “Komünizm denendi, olmadığı görüldü ve yıkıldı” şeklinde bilimsel tespitler yaptırmak için var gücüyle çalışıyor. Kapitalistlerinin sınıf bilinci işçi sınıfından kat be kat fazladır. Onlar, iktidarlarını yıkabilecek tek şeyin işçi sınıfının devrimci eylemi olduğunu çok çok iyi bildikleri için Rambo’ya her daim kemik vermekten hiç vazgeçmezler.

Bilim, kültür, sanat, haberleşme alanlarında Rambo’lar inanılmaz para kazanırlar. İşlerini de yaparlar.

Bu Rambo’lar komünizm konusunda halka belli bir fikir aşılamayı başarmışlardır. Onlara göre komünizm, herkesin tek tip kıyafet giydiği, aynı işi yaptığı, gri evlerde oturduğu, televizyon, ayfon, feys, Levis, Coca Cola gibi şeylerin yasak olduğu bir manyaklık. Allah zaten izne gönderilmiş. “Devlet”, insanları rastgele, karanlık odalarda, misyoner pozisyonunda çiftleştiriyor ve doğan çocuğu alıp askeri eğitime sokuyor.

Durum bu. Böyle olmasa Zaman gazetesi, Cemaat ile AKP zıtlaşınca, TKP’nin açıklamasını çarptırıp birinci sayfasından yayınlamaz. TKP her zaman açıklama yapar fakat Rambo işine gelirse hiçbir şerefsizliği yapmaktan, hiçbir yalan dolanı sıkmaktan, gerektiğinde katliam da yapmaktan bir an bile geri durmaz.

Fakat biz de komünistiz. Bir insanın sahip olabileceği en onurlu ünvan budur şu hayatta. Bıkmadan usanmadan komünizmi anlatmaya devam edeceğiz ve mutlaka Rambo’yu ve onun hempalarını eşek cennetine göndereceğiz.

Durun, komünizmden önce bir de sosyalizm var. Bu soru sürekli karşımıza çıktığı için bu yazıyı yazmayı düşündüm. Bu yazı bu meseleyi yeni yeni ele alanlar için yazılmıştır. Sosyalizmle komünizm arasındaki farklar nelerdir? Google’dan bu soruyla da bu bloga çok gelecek olacaktır. Başlayalım:

Bu soru hayatın nasıl algılandığıyla direkt olarak ilgili. Hayat, bir şekilde yaşanılan bir şey mi? Bir imtihan mı? Fazla ciddiye alınmaması gereken bir şey mi? “Puç your hands up”, “Gencim, güzelim, gezerim”, “Oh, sefam olsun”, “Obaaaa!” mı hayat?

Hayır. Bunlar hayatta var ama hayat en sade biçimiyle bir kavga. Bir mücadele. Bu mücadelede taraf olmayan da YOK. Herkes bir tarafta. Fakında olsa da olmasa da, istese de istemese de. Bu kavga iki temel toplumsal sınıf arasında. Birincisi hayatı var edenler yani işçiler. Emekçiler. Maaş karşılığı yaşayan herkes. Bunun tam karşısında da burjuvazi dediğimiz yamyamlar sürüsü var. Yani işçileri çalıştırıp, onların ürettiği değeri çalarak zenginleşen sınıf. Bunların sayısı çok azdır. %1 bile değildir. Türkiye’de 200.000 adet olduğu düşünülüyor. Fakat bunlar dünya halklarının ürettiği her şeyi gasp edip, zengin bir hayat sürerler. Bunlar iktidardadır. İktidar kavramı çok kritik. Çünkü siyasetin özü iktidardır. Sınıflar mücadelesinin varlık sebebi de.

Burada akıllara iki soru gelebilir.

Birincisi, burjuvazinin nasıl iktidarda olduğu? Çünkü Rambo’nun televizyonlarında “yaşam programları” var. Burada burjuvaziye ait bireyler röportajlar falan veriyorlar. Oturmasını, kalkmasını bilen insanlar bunlar. Yabancı dil falan biliyorlar. Şaraptan anlıyorlar. Kültür sanat etkinliklerine sponsor oluyorlar. Ama televizyonda iktidar diye gördüğümüz tipler, iki davarı bile güdemeyecek gibi görünen, hödüğe benzeyen, lambur lumbur kelimesinin tam karşılığı tipler. Kim iktidarda? Devleti yönetiyor gibi görünenler bu sınıfın temsilcileri. Onların çıkarlarına göre hareket ediyorlar, etmek zorundalar. Biraz sonra göreceğimiz toplumsal yaşantının özü olan ekonomik modelde kapitalistlerin istediği modeli büyük bir istekle koruyorlar.

İkinci soru da “ne sınıflar mücadelesi” sorusudur. Hani, nerede, kim mücadele ediyor? Burjuvazi iktidarda ve bu iktidarı vermemek için yani işçi sınıfının ayılmaması, tarihsel çıkarının farkına varmaması için her türlü aygıtla saldırıyor. Bu mücadele. Dediğim gibi bu mücadelede taraf olmayan, toplumsal düzen formasyonun bağlamadığı kimse yok.

Sınıfları gördükten sonra bazı kavramları da görmemiz gerekiyor. Bunlar, üretim araçları, artı değer sömürüsü, alt yapı-üst yapı diyalektiği ve devlet. Bu kavramlar kapitalizm ve sosyalizm bağlamında değerlendirilecektir ve sonra da komünizme değinilecektir.

Üretim araçlarından kasıt hayatı var eden unsurlar. Fabrikalar, tarlalar, madenler, haberleşme ağları, ulaşım ağları, ticaret (değişim diyelim) ağları… Sahip olduğumuz ev, araba, netbook, ceket, çorap gibi şeyler üretim araçları değil tüketim araçlarıdır. “Özel mülkiyete karşıyız” derken üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete karşıyız.

Sadede gelelim: Üretim araçları şahıslara aitse onun adı kapitalizmdir ve kapitalizmin özü budur. Kapitalizmin yasaları vardır. Bireylerin bu yasaları aşıp “vijdanlı” insanlar olmaları mümkün değildir. Sosyalizmde ise bu üretim araçları kamu mülkiyetindedir. Daha doğrusu sosyalizm bu demektir. Günümüzde sosyalizmin bir insan karakter özelliğine indirgenmesi gibi bir tehlike vardır. Bazı imamlar bile kendilerine sosyalist diyor. Bunu da sırf gösterişli zenginlerden “hoşlanmadıkları” için diyorlar. Hayır, kesinlikle değil. Sosyalizm, somut, gözlemlenebilir, tahlil edilebilir, ve ekonomi belirlenimli bir şeydir. Tıpkı kapitalizm gibi. Üretim araçları böyle ve çok çok önemli bir şey.

Geçelim artı değer sömürüsüne. Artı değer ve onun üzerindeki sömürü mekanizmasının siyasi boyutu, Marx’ın  bilimsel temele oturtuğu bir kavram. Nedir artı değer? Bir malın vitrinde tüketiciye ulaştığı fiyattan, bütün masraflarını çıkardığımızda elde kalan miktardır. Yani ham madde, vergi, ulaşım ve en önemlisi emek için ödenen miktarı çıkardığınızda elde kalan miktar artı değerdir ve bu kapitalistin cebine gider. O malı ortaya çıkaran emek faktörü burada sömürüye uğramış olur. İşte çok kısa ve net bir şekilde kapitalizm budur. Artı değer sömürüsü varsa onun adı kapitalizmdir.

Bu paragrafı okuyacak olan dostlarımın bazıları şaşırabilir. Çünkü bunda ne vardır ki? İşçi çalışır ve alnının terinin karşılığını alır. Bunda ayıp, günah yoktur. Bir yanlışlık veya arıza yoktur. Hatta bu konuda hadis-i şerif bile vardır. Fakat dediğimiz gibi kapitalizm budur. Artı değerin şahıs tarafından gaspı. Sosyalizmdeyse, işçi kapitalizmin aksine insanca yaşayacağı bir ücret alır, geri kalan artı değer de toplumun mülkiyetindedir ve onun faydasına kullanılır. Herkesin kullanacağı, parklar, tiyatro binaları, sinema salonları, spor tesisleri, metrolar, okullar, hastaneler, tatil tesisleri yapımında kullanılır. Artı değer çoğaldıkça çalışma saatleri düşürülüp işçilerin kendilerini geliştirmeleri için vakit yaratılmaya çalışılır.

Üst yapı-alt yapı meselesine geçelim. Dediğimiz gibi toplumsal düzenler (ki iki tane vardır bunlardan, kapitalizm ve sosyalizm) ekonomik belirlenilmlidir. Alt yapı dediğimiz şey üretim ilişkileridir. Hayatı var etmek için yapılan üretimin niteliği nedir? Özel mülkiyette mi kamu mülkiyetinde mi? Yukarıda açıkladık: Kapitalizmde özel mülkiyette, sosyalizmde kamu mülkiyetinde. Alt yapı bu durumu kasteder. Ve toplumsal düzenin, daha geniş anlamda hayatın özünü oluşturur.

Üst yapı ise alt yapının niteliğini ve devamını sağlayan bazı kurumları kapsar. Bunların en önemlisi devlet denilen şeydir. Diğer üst yapı kurumları yani alt yapının bekası için işlev gören kurumlar; siyaset, hukuk, eğitim sistemi, ahlak, din, aile, polis, ordu, bürokrasi, anayasa, medya, kültür, sanat, bilim gibi kurumlardır.

Yani işte böyle. Bazı kutsal diye bildiğimiz şeyler aslında kapitalizmde hiç de kutsal değiller. İşleri güçleri kapitalizmin mantığına göre düşünen bireyler yetiştirmek, düşünmeyenleri de terbiye etmek.

 Alt yapı ile üst yapı arasında diyalektik bir ilişki vardır. İkisi de birbiri üzerine etki bırakır ama son tahlilde hayatın özünü alt yapı belirler. Kapitalizmde böyle. Sosyalizmde de çok farklı değil. Sosyalizmde bu üst yapı kurumları olmaya devam edecekler. Fakat nitelik değiştirecekler. Onurlu bir hale gelecekler. Bu üst yapı kurumları alt yapının yani üretimdeki toplumsallığın bekası için işlev görecekler. “Ee, o öyle bu da böyle, o iş bana ters amcaoğlu” derseniz anarşistsiniz, liberalsiniz. Eşitliği kolay bir şey mi zannediyorsunuz? Polis bütün kapitalist devletlerde saygınlığını yitirmiş bir kurumdur ama sosyalizmde de polis olacaktır. Fakat bu polis halkın kendi örgütlülüğü olacaktır. Tekrar barbarlığa dönmek için ideolojik faaliyet göstermek isteyenlerin hakkından gelecektir. Bu polis ile şimdiki polisin yarattığı vahşet aynı şey değildir? “Aynı şey” derseniz anarşistsiniz, liberalsiniz. Eşitliği kurmanın kolay bir şey olduğunu, burjuvazinin “peki buyurun” diyeceğini mi zannediyorsunuz?

Aslında bu paragrafta dördüncü kavram olan devleti de biraz açıklamış olduk. Devlet bir sınıfın diğer bir sınıf üzerinde baskı aygıtıdır. Bu anlamda kapitalist devlet hiç de yüce bir şey değildir. Sosyalist devlet ise çok yüce, onurlu bir şeydir ve vazgeçilmezdir.

Gelelim sosyalizmle komünizm arasındaki farka. Komünizm demek üst yapı kurumlarının sönümlenmesi demektir. Artık bizim “yeni insan” dediğimiz insan ortaya çıkmıştır. Sömürünün bütün kalıntıları toplumsal düzenden silinmiştir. Kimsenin aklına birisini sömürmek gelmez. İnsanca yaşamak için her şey kolektif üretim sonucu üretilmektedir. Burjuva ideolojisiyle mücadele edecek bir alan kalmamıştır. Toplumsal düzenin bütün organlarından sömürü ve eşitsizlik tortuları kazınmıştır. Komünist toplum bu demektir. Sosyalizme geçmek çok zordur. Geçtikten sonra da kapitalizm her türlü aygıtla saldıracaktır. Bunlar bertaraf edilmelidir. Bütün dünyada bu zafer kazanılmalıdır. Sonra “yeni insanı” yaratma süreci başlamalıdır. Bu süreç de başarıyla geçilmelidir. Komünist topluma ancak bu şekilde varılabilir.

Hiçbir Marksist metinde komünist toplumun “tüzük”, “anayasa” tarzı bir tarifini bulamazsınız. Fal türü bir tarifini de bulamazsınız. Toplumsal düzenin örgütlenişi belirtilmiştir. O da sömürünün eşek cennetine gönderildiği, eşitliğin tüm bireyler tarafından içselleştirildiği bir toplumsal düzendir. Büyük insanlık bu düzen mutlaka varacaktır. Ama elli kere dediğimiz gibi bu kararlı bir mücadelenin ürünü olabilir ancak. Kendi kendine gelmez. Ancak komünistler önderliğinde işçi sınıfının devrimci eylemi sayesinde gelecektir bu. Bu yolda mağlubiyetler de olacaktır, geri çekilmeler de olacaktır. Şu anda geri çekilmeden ileriye atılma evresindeyiz. Kapitalizm kimseye umut vermiyor. Herkes bir şeylerin ters olduğunu seziyor ama sol siyaset güçlü, görünür olmadığı için sosyalizm halka şu anda olası gelmiyor. Marx’a göre, insanlar çözebileceğini düşündüğü problemler için mücadele etme eğilimindedirler. Sol siyaset görünür, inandırıcı olduğu oranda bu yol açılacaktır. Bir komünistin günümüzdeki en temel görevi budur.

“İnsan fıtratında (doğasında) bencillik var, bu mümkün değil” diyorsanız Rambo’nun oltasına gelmişsiniz demektir. Küba’da şu anda sosyalizm var. Emperyalizm çok pis saldırıyor. Belki 5-10 sene sonra yıkılabilir ama şu anda Küba’da adli suçların yok denecek kadar az olmasının, psikolojik rahatsızlıkların kapitalist ülkelere göre inanılmaz az olmasının sebebi nedir acaba? Üstelik bir sürü iktisadi sorunla boğuşurken. İnsan doğası, fıtratı bir de bunların değişmeyeceği düşüncesi gerici bir düşüncedir. Rambo’nun palavrasıdır. Rambo’nun askeri o üst yapı kurumlarının halkın kafasına zorla soktuğu bir düşüncedir.

Komünist topluma dönersek, bu toplumun bir özelliği de çalışmak eylemi üzerindeki dönüşümdür. Komünist toplumdan söz edebilmek için çalışma eyleminin bütün bireyler tarafından toplumsal bir görev olarak içselleştirilmiş olması gerekir. Çalışmanın, kişinin var olmak için yapmak zorunda olduğu bir eylem değil de kollektifliğin devamı için gönüllü olarak katıldığı bir süreç olarak içselleştirilmesi gerekmektedir. Bu başarıldığında bana göre günde üç, dört saatlik çalışma tüm insanlığın ihtiyaçlarının nitelikli bir şekilde karşılanması mümkün olacaktır. O insan bilimde, sanatta, kültürde inanılmaz değerler üretecektir zaten.

Komünist toplum böyle ama ona ulaşmak için elzem olan sosyalist toplumda inanılmaz hümanist ve renkli bir yaşam olacaktır. Kapitalizme her anlamda tur bindirecektir. İnsan insanı yemeyecektir. Bu konuda kafada oluşacak sorular kapitalizmin mantığıyla oluşturulmamalı. Orada Rambo’nun inanılmaz etkili olduğu akıllardan çıkarılmamalı. “Ama söyleyse böyle, peki şu neden böyle, Zeki Müren de bizi görecek mi” gibi sorular lütfen kapitalizmin mantığından arınarak sorulmalı? Bu dindeki cennet tarifi gibi bir şey değil. Mücadele olacak, yeni insanın ortaya çıkarılması amacı olacak, sorunlarıyla, çelişkileriyle ama kapitalizme on basacak kazanımlarıyla, kapitalizmin hayal ettiremediği yaşam koşullarıyla sosyalizm yaşanacak ve özel mülkiyet belası tarihten kazınacak. Peki Sovyetler Birliği’nde neden olması sorusunun cevabı da burada. Bir dakika bile boş durmayan ve ileride de durmayacak olan Rambo’ya karşı mücadele etmeyi hakkıyla yerine getiremediler.  

Hep aynı yere geliyoruz. Bu bir mücadelenin ürünü olacaktır. Siyasetin kazanımı olacaktır. Siyasetin yapıldığı yer de Parti’dir. O halde komünistler, haydi Parti’ye…

     

Bu yazı komünizm ile sosyalizm arasındaki fark nedir, komünizmle sosyalizm arasındaki farklar, Sosyalizm ile komünizm arasındaki fark nedir, Sosyalizm ile komünizm arasındaki farklar kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.