Bu yazı cuma günü yazıldı. Yazının yayınlanacağı pazartesi gününe kadar Türkiye’de nelerin olacağını bilemiyoruz ama emin olduğumuz bir şey var ki artık Türkiye, asla eskisi gibi berbat hayatın dayatıldığı, insanların psikolojilerinin yerlerde süründüğü, çoğunluğun zalime boyun eğdiği bir ülke olmayacak. Bu halk ayağa kalkmasını ve sokakta siyaset yapmasını öğrendi. Kolektif hafızasına bunları bir daha çıkmamacasına kazıdı. Paha biçilmez bir kazanım bu. Bu yaşlarda bunları gördüğümüz için kendimizi şanslı hissetmemiz gerekiyor.
Bu bir sınıf hareketi değil halk hareketi. Ama sınıf hareketleri, halk hareketi geleneği olan ülkelerde yükselir. Taksim Komünü, on günde bize bu geleneği kazandırdığı için, bu coğrafyada atılmış en ileri tarihsel adımlardan biridir belki de birincisidir.
Eğer bu halk hareketiyse halkın dünyasında, psikolojisinde, yüreğinde, aklında ne varsa bu harekete renk vermek durumundadır. Bu renklerin gerici ve faşist karakterde olmadığını belirtmemiz gerekiyor. Çünkü bu tür mücadele etmeyen, statükocu şeyler halkın bünyesinde gelişmez, egemenler tarafında “sağ tık + gönder” şeklinde halka yüklenir. Halkın gündeminde futbolun çok önemli bir yeri olduğu için, hareketin en önemli renklerinden biri de taraftarlık kültürüdür.
Çok değil iki hafta önce, kapitalizmin futbola ettikleri üzerine belalar okuyorduk. Can almaya da başlayan bu bela, gençlere TOMA’lardan karanlık ve sömürü düzeni sıkıyordu. Hala da sıkıyor. Ama kökeninde –bazıları farkında olmasa da- kapitalizm karşıtlığının yattığı halk hareketi, taraftarlık kültürü üzerinde inanılmaz olumlu bir etki bıraktı.
Bu etkiyi geçen sene Metin Kurt’un cenazesinde de görmüştük. Bir komünist olan Metin Kurt “futbol borsada değil arsada güzel” demişti. Tabutunu çeşitli takım formaları giymiş taraftarlar beraber taşımışlardı. Verili düzen içerisinde sokakta birbirlerini gördüklerinde saldırıya geçenler, bir komünistin cenazesinde yan yana gelmişlerdi.
Taksim direnişinde de yan yana geldiler. Karşında faşizm varsa, yüklenirken yanında kimin olduğuna bakmazsın. O yüzen Çarşı grubu gidip 50 Fenerbahçeliyi polisin elinden kurtardı. O yüzden 1 Haziran günü alana “Yaşasın Renklerin Kardeşliği” pankartı arkasında her takımın taraftarı beraber girdi. Aralarındaki nefretin ne kadar da sanal olduğunu gördüler.
Ağustos ayında oynanacak olan Süper Kupa finalinde, bütün takım taraftarlarının formalarıyla karışık oturacakları konuşuluyor. Böyle bir şey gerçekleşirse futbolu geri kazanma mücadelemizde çok önemli bir barikatı daha yarmış olacağız.
Sadece futbolu değil başka şeyleri de geri kazanacağız. Şu anda Gezi Parkı’na giderseniz gelecekteki Türkiye’yi görebilirsiniz. O yüzden Taksim Komünü diyoruz. 1871 Paris Komünü’nü hatırlatıyor. Şu anda orada parasız eğitim, parasız sağlık, metalaştırılmamış sanat, kültür ve spor var. Dinci gericilik, ırkçılık, ayrımcılık yok. İnsanların yüzleri gülüyor. Umutsuzluktan, karamsarlıktan, “bu halkın adam olmayacağı” efsanesinden gram eser yok. Özel mülkiyet yok. Sömürü yok. Starlar, kahramanlar, padişahlar, stratejik derinlikçiler yok. Böyle bir ülke ne kadar güzeldir! Böyle bir ülkede futbol ne kadar heyecan vericidir!