VAY BE AŞKA BAK!

Bu yazı, filmi izlememiş olanlar için, filmin sağlıklı bir şekilde izlenmesini engelleyebilecek bilgiler içerebilir. SPOILER ALERT demek istiyorum yani.
1965 tarihli “Sevmek Zamanı” adlı filmden bahsediyoruz. Yönetmeni Metin Erksan.
Bu başlık yem bir başlıktı. “Sevmek Zamanı Filmi Eleştirisi” diye başlık atsaydım çok az kişi bu yazıya yönelirdi ama biliyoruz ki bu aşk, meşk işleri çok ilgi çekiyor. Çünkü günümüzdeki sıkıcı yaşam koşullarında insana adrenalin duygusu salgılatan çok az şeyden biri.
Neyse başlayalım. Şu meşhur SİYAD (Sinema Yazarları Derneği” anketinden çok bahsettik. En sevilen üç numaralı yerli film seçilmişti bu ankette.
Tam anlamıyla bir kült filmdir yani zamanında değer görmemiş ama sonra büyük bir hayran kitlesi kazanmış filmlerden biridir.
Kısaca benim filmle olan hikâyemden bahsedeyim: Kitaplarda, yazılarda bu filme rastlıyordum. Çok istiyordum izlemeyi ama hiçbir yerde bulunmuyordu. 2007 yılında DVD’si çıktı. O sene veya bir sene sonra Ankara Kızılay’da bir yerde rastladım filme. Hemen satın alıp, taksi tutarak eve gittim ve izledim. Yaşadığım bir hayal kırıklığıydı. Türk sinemasının en iyi üçüncü filmi olamazdı bu. Geçen hafta da “Sinema Atölyesi” kapsamında filmi bir kere daha arkadaşlarla izledik ve üzerinde de konuştuk.
Bu sefer daha dikkatli izledim filmi. Sonuç yine değişmedi. Overrated (fazlaca değer atfedilen) bir film olduğunu düşündüm yine.
Bir sinek ikilisi de değil elbette, bunu belirtmeliyim.
Bence filmle ilgili mutlaka takdir edilmesi gereken bir şeyler var. Onlardan bahsetmezsek olmaz. 1965 yılında, Metin Erksan kendi parasıyla bir film çekiyor. O yıllar, yapımcıların tek ama tek derdinin para kazanmak olduğu yıllar. Adeta yağmalarcasına yönetmenlerin, senaristlerin, oyuncuların üzerlerine çullanıyorlar. Ülkede, sinemaya bir sanat dalı olarak yaklaşan 34 kişi falan var.
Böyle bir ortamda, Metin Erksan kendi parasıyla, dostlarıyla “kişisel” bir film çekiyor. Bu kişisellik mevzusuna vurgu yapmak istiyoruz çünkü dediğimiz gibi filmler bir yönetmenin iç dünyasını yansıtmaktan alabildiğine uzak, şablon, ısmarlama eserler.
Metin Erksan bu ortamda gösterime sokulmayı bile başaramayan bir “kişisel” film çekiyor. Yani bir şeyler söyleme derdi var ve bu inadını onurlu bir şekilde kovalıyor. Bütün eksikliklere rağmen de o zamanın fersah fersah ilerisinde bir film çekiyor.
Bunlardan bahsetmezsek ayıp etmiş oluruz.
Film, teknik olarak o dönemin limitlerine takılıyor ama aynı zamanda filmin, bu limitleri zorlayan bir yapısı da var.
Atmosfer yaratımında çok başarılı örneğin. Halil’in iç dünyası adeta filmin her anına sinmiş. Özellikle kadının fotoğrafıyla olan sahneler sinematografi açısından benzersiz. İnsanı oturduğu yere mıhlayan, bir insan nasıl bunları hayal edebilir dedirten cinsten sahneler.
Bunlar dediğim gibi filme değer katan, önemli ayrıntılar.
Filmi içerik olarak değerlendirelim. Çünkü yönetmen bir fiyasko yaşamak pahasına olsa da bir şeyler anlatmak istemiş.
Ada’da boyacılık yapan Halil, iş yaptığı bir evin duvarındaki bir kadın fotoğrafına aşık olmuştur. Her gün gidip o fotoğrafa uzun süre bakar. Bir gün fotoğraftaki kadın çıkar gelir. Halil’i anlamaya çalışır. Tavrı çok hoşuna gider. Halil’in aşkını oldukça sahici bulur. O da Halil’e aşık olur ve gönlünün kapılarını açmak ister ancak Halil kendisine değil, fotoğrafına aşık olduğunu söyleyerek kadını reddeder. İkisinin farklı şeyler olduğunu söyler. Sonra bir kaçma kovalama hikâyesi başlar. Meral’in kendisi gibi üst sınıflara mensup olan nişanlısı bu ilişkiyi onaylamaz elbette. Umudunu kesen Meral yüzeysel nişanlıyla evlenmeyi kabul eder. Düğün günü düğünden kaçıp Halil’i bulur. Halil de gerçekliğe onay verir nihayet ancak yüzeysel nişanlı ikisini öldürür.
Film böyle.
Önce Halil’in ne kadar normal biri olduğuyla ilgilenelim. “Normallik nedir ki?” gibi köşeye sıkıştıran bir soru gelebilir. Normalliğin tarifinin yapılamayacağı, herkesin biraz anormal olduğu falan söylenebilir. Herkeste biraz anormallik olduğu doğrudur da normallik o kadar da flu bir şey olmasa gerek. Halil’in normalliğin epeyce ötesinde olduğu bir gerçek. Hayali gerçeğe tercih etmesi gerçeklikle sorunları olduğunu gösteriyor. Gerçekliğe kapılarını kapatmış. Muhtemelen hayatta aradığını bulamamış birisi. Bulmak için yapısı da müsait değil belli ki. Gerçek insanlarla gerçek ilişkiler kurmakta sorunlar çekmiş. Giderek gerçeklikten kopmuş ve kendisini bir hayal alemine kapatmayı tercih etmiş.
Bir film elbette gerçeklikten kopmuş bir karakteri ele alabilir. Hatta bunu yapıp başyapıt olabilecek filmler mevcuttur. Örneğin “The Tenant”, “Happiness”, “The Silence of the Lambs” “American Psycho” (aşığım bu filme).
Filmin bence sorunu yaptığı seçimde.
İDEALİST AŞK VÖRSIS MATERYALİST AŞK
“Materyalist” kelimesi günümüzde birçok kelime gibi yanlış anlamda kullanılabilmektedir. Yine birçok kelime gibi kirlenmiştir. Örneğin ideolojik, ideoloji, siyaset, diktatörlük, terör gibi kelimeler başka başka da kullanılabilecekken bu, çok zor olmaktadır. Materyalizm candır ama onun anlamını bilmeyenler onu; çıkarcı, zevk sefa düşkünü, değerleri olmayan, ince düşünemeyen insanlar için kullanabilmektedirler. Burası materyalizmi tartışabileceğimiz bir yer değil ama kısaca gerçekliğe bağlılık olarak tarif edebiliriz materyalizmi. Somut olana değer atfetmek falan. Soyut olanı çöpe göndermek, işte ona kaba materyalizm diyoruz. Materyalizm candır yani.
Aşk söz konusu olduğunda da materyalizm en çok ihtiyaç duyulan şey olmalıdır ama sınıflı toplumlarda aşk üzerinde, hiç hak etmediği halde, etki eden o kadar çok şey vardır ki materyalist olmak imkansıza yakın oluyor. Örneğin birisini seversiniz, onu sevmekten önce ikna, memnun etmeniz gereken bir dolu insan, şey vardır. Materyalizm zor yani.
Bunun karşılığında da idealist aşk vardır. Özellikle Doğu toplumlarının kültürlerinde sık rastlanan bir şeydir. Somut gerçekliği sevmek çok zor olduğu için bir hayal dünyası yaratıp onu sevmek veya seviyormuş gibi görünmek veya sevdiğini zannetmek…
Meral, Halil’e “işte ben buradayım, resimdeki kişi benim, sevdiğin kişi benim” dediği zaman Halil’in “ben seni değil resmini seviyorum” demesi idealist aşka çok iyi bir örnektir.
Böyle bir insan dediğim gibi olabilir. Vardır da bol. Yıllarca bir resmin olmasa bile olmayacak bir kişinin hayalini kuranlar az mıdır çevremizde? Boşuna beklemeyin. Size gelmeyecek. Hatta onu bırakıp başka birine gidecek ama yine aklına siz gelmeyeceksiniz. Aklınızı başınıza devşirin ve önünüzdeki maçlara bakın.
Benim filmde sevmediğim, tutmadığın yan bu oldu. Materyalist aşkı bir kenara bırakıyor. Hatta ona küçümser bir edayla yaklaşıyor bile diyebiliriz. Onun yerine idealist aşkı onore ediyor. İnsanlar “vay be aşka bak” diyebiliyorlar veya “keşke ben de birini böyle sevsem veya keşke birisi beni böyle sevse” diyebiliyorlar.
Bence filmin böyle bir meyli var ve bu benim için oldukça eksi bir puan.
Materyalist yani kanlı,canlı aşkları severim. Gerçek kişilerle yaşanılan gerçek süreçler. Faturada yazan bütün olumsuzluklarla beraber gelen süreçler. Ayrıca illa olumsuz şeylerin yazması da şart değil. Ayrılmak da gayet normal bir şey olsa gerek. Üzülmeyeceğiz, yıpranmayacağız diye yurdum insanı gibi gidip damacanaya mı aşık olalım?
Sözün özü, mutlak olarak takdir edilmesi, göz ardı edilmemesi gereken özellikleri olan bir film ama bence olayı ele alışı açısından sorunlu, eksikli bir film.
Gelmiş geçmiş en iyi üçüncü yerli film seçilmesi de bence üzerinde dikkatle durulması gereken bir şey. Bazı sosyo-psikolojik yanları açığa çıkaran bir seçim.
Ne demiştik, aşkla ilgili düşüncelerimizi yazdığımız yazımızda? Türkiye bir aradığını bulamamışlar cennetidir. Kendi adıma kimseyi böyle sevmek istemem, kimsenin de beni böyle sevmesini…   
İyi günler.
Not: Filmdeki müzikler çok iyi. Filmde kullanılan “Sultaniyegah Sirto” adlı eser çok ilginç. Aslında birçok “sultaniyegah sirto” vardır, bunun için Sadi Işılay’ın Sultaniyegah Sirto’su demek lazım. İki bölümden oluşan bu eserin ilk bölümü insanda çok tuhaf duygular açığa çıkartıyor. Birinci bölümde böyle hüzün, dehşet, kahrolma tarzı duygular açığa çıkarken, ikinci bölümde Kemal Sunal filmlerinde kullanılabilcek kıvraklıkta bir melodi var. Çok görkemli bir uyumsuzluk. Çetin Akdeniz’in bu bağlama versiyonu bir harika.

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.