“Bakunin Marx’a Karşı”

…Ancak insanlığın ilk koşulu olan özgürlüğün savunucusu olarak ben, özgürlüğün dünyada kendisini, serbestçe örgütlenmiş, bölgesel olarak federal bir yapıya sahip olan üretim birlikleri yoluyla kurulan kolektif mülkiyetin ve emeğin kendiliğinden örgütlenmesi ve aynı zamanda bölgelerin eşit derecede kendiliğinden federasyonu yoluyla kurabileceğini düşünüyorum. Asla devletin üstün ve vesayet eden eylemi vasıtasıyla değil!… 

Rus düşünce ve eylem insanı ve Anarşizmin kurucusu Mihayil Bakunin’in yukarıdaki düşüncesini duyan bir burjuva nasıl tepki verirdi? Oldu, gözlerim doldu derdi herhalde. Veya Facebook üzerinden yazışıyorlarsa bu yorumu beğenerek sohbeti sonlandırırdı veya sadece 🙂 işareti yapardı.

Yazılama Yayınevi Marksist, Leninist bir yayın politikasına sahip. Ancak Marks ve Lenin’in polemik yaşadığı insanların da kitaplarını ara ara basıyorlar. Rosa Luxemburg’un kitabı bu duruma örnek teşkil ediyordu. Her ne kadar o da kendiliğindenciliğe kendisini kaptırmış görünse de ciddiye alınır tezleri yok değildi bana göre ama Marx’la polemik yaşayan Anarşist Mihayil Bakunin’in tezlerinin pek ciddiye alınacak tarafları olmadığını düşünüyorum. Anarşist demişken bu kelimenin başına gelenler her halde pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Her ne kadar dağınık ve temelsiz olsa da bir düşünce akımı ve metod olan Anarşizm, Türkiye’de şiddet yanlısı anlamında kullanılmaktadır. Bu durum 70’li yıllarda şiddet eylemleri yapan sol gruplar için o dönemin egemen düşünce dünyasında açığa çıkmıştır ve az da olsa hala kullanılmaktadır. Bugün kendilerine Anarşist diyen gruplar çıkmaktadır. Bazen İstiklal’de imza toplayanlarını görüyorum. Ayrıca son 1 Mayıs’ta Şişli’de dükkan camlarına saldıran kişilerin Anarşist oldukları da söylendi ana akım medyada. Bu ne kadar gerçektir bilmiyorum. Simgeleri yuvarlak içerisinde bir A harfidir. Beşiktaş Çarşı grubunun A’sı da Anarşizmin A’sıdır. Bu insanlar ne kadar Bakunin’i biliyorlar, ne kadar sağlam argümanlara sahipler bilemiyorum ve pek bildiklerini ve sahip olduklarını da sanmıyorum açıkçası. Zaten olsalar bence hemen bu düşüncelerini terk ederlerdi. Sağlam, sistematik, talep eden ve zorlu bir sistem karşıtlığı mücadelesi vermektense; zahmetsiz, adrenalin dolu ve ergenlere hitap eden bir akım olarak Anarşizm bazı insanlara daha çekici gelebiliyor.

Bakunin’in iyi niyetine, mücadelesine ve ödediği bedellere diyecek sözüm yok ama tezleri dediğim gibi uçuk ve akıl dışı. Devlet ve din konusuna takılmış görünüyor Bakunin. Bunlar sihirli bir değnekle ortadan kalkınca her şeyin güllük gülistanlık olacağını düşünüyor.
🙂

Devlet konusunda bir şeyler söylemek istiyorum. Nedir devlet? Sınırları, başkenti, kanunları, silahlı kuvvetleri, ulusal marşı olan soyut bir şey midir? Ve yüce bir şey midir? Görünürde öyle ama devlet kısaca bir sınıf baskı aygıtıdır. Kapitalist devlet burjuva sınıfının baskı aygıtıdır, sosyalist devlet de emekçi sınıfların baskı aygıtıdır. Dünyadaki sosyalizm denemelerinin bunu ne kadar uygulayabildikleri başka bir tartışma konusudur ama uğrunda verilen mücadeleler dikkate alındığında bu böyledir. Dünyadaki ilk devlet örgütlenmesi de Atina devletidir ve bu örgütlenme özel mülkiyet ortaya çıkınca onu korumak için kaçınılmaz bir şekilde gerçekleşmiştir. Buradan bakınca kapitalist devlet hiç de yüce bir şey değildir ve çok geniş imkanlar ve burjuvazinin başarısı sonucunda fetişleştirilmiştir. Burjuvazi kendi çıkarının toplumun tümünün çıkarıymış gibi gösterme konusunda oldukça yeteneklidir ve emekçi yığınları devletin onların bekalarını düşündüğü konusunda ikna etmiş durumdadır. Kapitalist devlet hep burjuvazi lehine hareket eder. Güya demokrasi vardır ama Benjamin Franklin’in dediği gibi: Demokrasi iki kurtla bir kuzunun akşam yemeğinde ne yeneceğini oylamasıdır. Burjuvazi kendi iktidarını tehdit edecek her türlü girişimi çeşitli şekillerde bastırır. Bakunin buna karşıdır. Durum böyleyken Marx’ın öngördüğü ve bilimsel bir şekilde ortaya koyduğu sosyalizm nasıl bir şeydir? Sosyalist devletin şekli ve yöntemleri kapitalist devlete benzer. Kimse aksini iddia etmiyor. Sosyalist devlet de proletaryanın baskı aygıtı olacaktır. Ama kime karşı? Sömürücü sınıflara karşı. Bunun için gerekirse zor da kullanacaktır, silahlı kuvvetleri de olacaktır. Bunun başka türlü olabileceğini hele hele halkın kendiliğinden bu yola gireceğini düşünmek en hafif tabirle romantizmdir. Burjuvazi hele azcık öteye gider misin deyince hay hay demeyecektir. Bu uğurda sahip olduğu zenginliklerle mücadele edecektir. Bu da zorlu bir süreçtir. İktidar alındıktan sonra da burjuva ideolojisiyle mücadeleyi bir an bile boş bırakmamak gerekecektir. Bunun için de sağlam ama devrimci bir devlet örgütlenmesine ihtiyaç vardır. Bu örgütlenme ve mücadele işte yüce bir amacın bir parçasıdır. Marx zaten burada kalıp bu devletin ömür boyu baki kalmasını istemiyordu. Komünist toplum denen şey zaten devletin sönümlenmesinden başka bir şey değildir. Artık yeni insan yaratılmıştır, burjuva ideolojisi ve meta ekonomisi tarihten tamamıyla tasfiye edilmiştir. Çalışmak artık kamusal bir şeydir. İnsan bir şey elde etmek için çalışmak durumunda değildir. Ortada elde edecek bir meta yoktur dolayısıyla burjuva ideolojisi için yaşam alanı da yoktur. O zaman sınıflar ortadan kalkmıştır ve dolayısıyla baskı aygıtına da gerek yoktur. Fakat ben inanıyorum ki yarın tüm dünya sosyalizme geçse bile bizim ömrümüz komünist toplumu görmeye yetmeyecektir. Dolayısıyla bizim ömrümüz mücadeleyle geçecektir ve hal böyleyken Bakunin gibilerinin romantik tezleriyle vakit kaybetmememiz gerekiyor.

Bakunin din konusuna da takılmış görünüyor. Baştan kabul ediyorum ki Tanrı piyasanın garantörüdür ve dinin özel mülkiyetle hiçbir derdi yoktur. Veren el alan elden üstündür diyerek emek sermaye çelişkisinde tarafı da gayet nettir. Bunun böyle olmadığını düşünenlere; ispatlamak için sayısız ayet, hadis ve tarihte yaşanmış gerçek olaylardan yorumumu katmadan örnekler verebilirim. Dinle hesaplaşmak önemlidir ama apolitik bir düzlemde pek bir şey ifade etmemektedir. Tarihte ve günümüzde bunun örnekleri vardır. Japonya’da bizim algıladığımız anlamda bir din yoktur ama bu durum Japonya’nın emperyalist bir ülke olmasını engellememiştir. İskandinav ülkeleri nüfusu da büyük oranda ateisttir ama bu durum oralarda sömürü düzeninin olmamasının önüne geçmemiştir. Veya Çek Cumhuriyeti’ni ele alalım. Bildiğim kadarıyla nüfusunun %90’ı ateist. Tek başına elbette başaramazdı ama 90’larda reel sosyalizm çözülme sürecine girerken eski Çekoslovakya’da diğer doğu bloğu ülkelerine nazaran daha fazla bir direnme söz konusu değildir. Yani dinin tasfiye edilmesi hiçbir şeyin garantisi değil.

Bir de özgürlük konusuna değinmek istiyorum. Nedir özgürlük? Bu sorunun cevabı o kadar karmaşık ki…Sınıflı toplumlarda zaten özgürlük sadece parası olana var. Birileri para ve zamanları olduğu için içlerinde gizledikleri girişimci ruhu açığa çıkartabilirken birileri de komşu şehre gidecek otobüs bileti parasını bile ayarlayamıyor. Bu anlamda özgürlüğün kesinlikle söz konusu bile olmadığını Bakunin de kabul ediyor ama bu durumun kaynağı olarak soyut bir düzlemde devleti görüyor. Özgürlüğün olmamasının kaynağı eşitsizliklerdir. Gerçek anlamda özgürlük için bu eşitsizliği ortadan kaldırmaya istekli insanların iktidara gelmeleri ve bir daha oradan gitmemeleri gerekir. Bunun için de bir enstrümana ihtiyaçları vardır. Bu enstrüman olmadan insanların özgür olduğu bir toplum en yakın zaman olarak bundan binlerce yıl önce vardı ve ilk kez birisi bir tarlanın etrafını çitle kapattığında artık özgürlük bir mücadele başlığı haline gelmişti ve o mücadele hala devam ediyor.

Yani: Bolu devlet su işleri, bırak Bakunin bu işleri!

Bu yazı Anarşizm, Bakunin Marx'a Karşı, Benjamin Franklin, Karl Marx, kitap, Lenin, Mihayil Bakunin, Rosa Luxemburg, Rus Devrimi kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.