Kemal Tahir’in “Devlet Ana” romanında gerçeklerin çarpıtıldığını ben de düşünmüştüm. İlk Osmanlıları makul, akıllarında talan/yağma olmayan topluluk gibi göstermişti. Mecbur kaldıkları için savaşmak zorunda kalmışlardı. Bu zorlamaydı. Ayrıca 15. yüzyılında kalmış bir topluluğun yağmacılığından utanıp, bunları inkar etmeye gerek yok. Herkes öyle o zamanlar. “Yorgun Savaşçı”yı çok beğendim. Zaten benim Türkiye’nin 1800’lerden sonraki yolculuğuyla ilgili düşüncelerim vardı. Bunları orada buldum. Çarpıtılan tarih neydi? Bana göre yoktu. Bazı tarihi kişiliklerin, örneğin Bekir Sami Paşa, Enver Paşa, Cemal Paşa, Atatürk’ün cümleleri, maceraları vardı, bunlar mıydı çarpıtılan? Bunların önemi yok. TR’nin Batılılaşma çabaları, Abdülhamit’in yarattığı çelişkiler, o 10 bin asker/bürokratın bu çelişkilere yanıtı, 1. Dünya Savaşı’nın sonuçları, TR’nin bu savaşa bilerek ve isteyerek girmesi, neredeyse bütün Ermenilerin öldürülüp mallarına el konulması, bütün Rumların bu sefer akıllıca öldürülmeden kovulmaları ve yine mallarına el konulması, Atatürk’ün fırsattan istifade ederek yaptığı radikal düzenlemeler, istibdattan kaçanların başka bir istibdata tutulmaları ve bütün bunlar olurken gerçekleşen (sikko) burjuva devrimi. İki gruba ayrılmış 20 bin asker/bürokrat elitinin yaptığı karşılıklı siyaset… Bunları romanda buldum. O yüzden beğendim romanı. Şimdi üşenmiyorum ve romanın bir bölümünde karşımıza çıkan Alman arkeologun tiradını yazıyorum. Bu arkeologun tiradı Osmanlı toplumuyla Batı toplumu arasındaki farklılıkları çok iyi özetliyor bence:
“…Bu yüzden Adana, Küçük, Büyük Menderes ovaları gibi verimsiz ovalarınız ancak 19. yüzyılın ortalarında tarıma açılabilmiştir. Daha önceleri buralarda göçebeler hayvan otlatıyorlardı. Bu özellikteki topraklarda, Batı’da olduğu gibi, özel mülkiyet yerleşip gelişemez, zenginlikler sayılı ellerde toplanamaz. Sizde batı anlamında feodalitenin bulunmaması bundandır. Çünkü ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir feodal böyle topraklarda serflerini doyurup kendisini zengin edecek tarımı, yalnız kendi gücüyle sürdüremez. Türkçesi, toprakları tarımda tutmak için gerekli bayındırlık işlerini sizde ancak devlet yapabilir. İşte bu sebepten sizin topraklar haklı olarak devletin mülkiyetindedir. Gene bu sebepten Batı’da devlet, sırasında bir sınıfın öteki sınıfı ezmek için kullandığı bir araç haline geldiği halde sizin devlet ana ödeviyle toplumu ihya edicidir. Yani Batı’da devletin olmadığı zamanlar, toplumlar var olmuştur ama Doğu’da devletsiz toplum görülmemiştir. Sizde devlet toplumun var olma yok olma şartıdır. Siz, farkına varın varmayın her şeyi devletten beklersiniz. Bizde ağalık almakla olduğu halde sizde elbette vermekle olacaktır. Siz devletinizi talancılıkla suçlarken Batı kültürünüzle, Batılı devletmiş gibi yargılıyorsunuz. Batıda ilkçağların kölelik sisteminden bu yana özel mülkiyet kutsal olduğu halde, sizin beş bin yıllık toplum tarihinizde devletten başka kutsal bir şey yoktur. Sizde devlet tehlikeye düştüğü zaman devletten sorumlu olanlar bir dakika önce en korkunç suçlamalarla geri ittikleri en akıl almaz sistemi kabullenmekte bir an duraklamazlar. Batı’da bütün monarklar geriliği tuttuğu halde sizin padişahların apansız ilerici kesilmeleri bundandır. Buradaki ilericilik bilinçle imanla kazanılmış bir şey değildir, beyin ameliyatı gibi ister istemez katlanılan bir durumdur. Tersanelerini, baruthanelerini, dökümhanelerini, madenlerini işleten, tarım topraklarının mülkiyetini elinde tutan, bayındırlık işlerini, yol şebekelerini, postayı, kervansarayları, okulları, üniversiteleri, merkezden idare edilen bütün imparatorluğa yaygın yargılama örgütlerini, loncaları, hatta dini bile devletleştirip devletçilikle yürüten, ana tüketim maddeleriyle besin maddelerini tekele alan, iç ticareti, dış ticareti aralıksız denetleyen, pazarda fiyatları belli bir çizgide tutan bir ekonomik sosyal örgütün ana özelliği talancılıkla belirlenemez. Bütün bu işleri başarabilmek, kısacası toplumun var olabilmesini savunmak için sizin devletiniz sırasında despot olmak da zorundadır. Sizin devlet merkezcilikten, bürokratlıktan hatta despotluktan vazgeçtim dese, siz bunalınca ayaklanır, bunları geri getirmesini ister, hatta bunun için zorlarsınız…”
İşte böyle. Her cümlesine kefil olunamaz ama TR’de bir burjuva devrimi olmadığını gösteriyor. Çünkü burjuva yok. Sınıf yok. Halk bir sığır sürüsü… 20 bin asker/bürokrat var, bunların karşısında ise zenginden fakire halk var. Halkın içindeki zenginler, önemli politik süreçlerde maddi çıkarını savunan bir politik güç olarak dahil olmuyorlar. Edilgenler. Hala bu zenginler yaşam tarzları kendilerine benzeyen insanları hükümette görmek istiyorlar. Yaşam tarzı ve kimliklere bakıyorlar. Bir padişah olsa ve onlar gibi yaşasa itiraz etmezler. Halk zaten sığır sürüsü olduğu için her şeye eyvallah der…