Müzik ve Ben

Son yıllarda pek belli etmesem de müzik hayatımdaki en önemli şeylerden biridir.

Müzik dinlerken insanın beyni hazzın doruklarına ulaşır çünkü müzik serotonin ve dopamin üzerinde olumlu bir etkiye sahiptir. Sanatların en eskisi olabilir mi? Olabilir.

Benim de müzikle uzun bir maceram var.

Geçmişe dair çok yazı yazdım ve bunlara genelde Ümit Cingöz ve Gorki Okuryazar ilgi gösterdi. ÜC ile müzik zevklerimiz ortak. GO ile o kadar değil ama yine de bu ikisinin bu yazıya muhteşem basacaklarını düşünüyorum.

Bakalım bakalım müziğe…

Müzikle ilgili hatırladığım en eski şey 80’li yıllarda TRT’de cumartesi günleri yayınlanan “Bir Cumartesi Gecesi” adlı programdır. Aslında ben dört gözle Türk filmini bekliyordum ama o programı da izlerdik. Zaten her şeyi izlerdik. Televizyonla olan ve bitmiş olan evliliğimi de yazmıştım. Üniversite bitene kadar televizyondaki her şeyi ama her şeyi izlemiştim. Çocukken de Türk filmi peşindeydim. Türk filminden önce BCG çıkardı. Adı başka bir şey de olabilir. Bu programda sık sık Emel Sayın’ın “Yağdır Mevlam Su” adlı şarkıyı ağlayarak söylediğini hatırlıyorum. Severdim o şarkıyı. Yazının ilerleyen bölümlerinde bahsedeceğim “melodi işçiliği” iyiydi çünkü.

Ondan sonra bizim eve teyp alınana kadar müzikle ilgili pek bir olayım yoktu. Bu arada o dönemlerde 7, 8 yaşlarındayken bir bağlama kursuna yazılmışlığım da vardır. Ankara’da Sanatoryum adlı mahallede bir apartman dükkanında bağlama kursuna yazıldım. Bağlamamı da aldım. İyi gidiyordum. Sonra kurs kapandı ve biz yürüyerek hocanın Atapark’taki evine gitmeye başladık. Bu süreç iyi gitmedi ve ben kursu bıraktım. Sazı da bıraktım.

Ve teyp alındı. Simtel markaydı. Kaset kopyalanabiliyordu. Kayıt da yapılıyordu. Ve o teyp sayesinde müziğe aşık olmaya başladım. Sekiz, dokuz yaşlarındaydım. Çok değişik tarzda kasetler girmiyordu evimize. Ahmet Kaya beni en çok etkileyen kasetlerin sahibiydi. Hala “Resitaller 2”nin şarkı arası muhabbetlerini ezbere bilirim: “İki buçuk… Yıllık… Profesyonel müzik yaşantımın… En başında… Sizlere……….  Ağlamabebeğimkasetiylebaşlamıştımşarkısıyla…” Sonra İbrahim Tatlıses kasetleri gelirdi. İbrahim Tatlıses bir şerefsizdir. O da yalnızca kadınlara şiddet uygulaması sebebiyle, başka bir şey yüzünden şerefsiz değildir. Ancak çok çok iyi bir müzisyendir. Bir de Muhabbet serileri vardı evimize giren. Herhalde hayatımda en çok dinlediğim kaset Muhabbet 4 olmalı…

Bu şekilde Simtel teybimiz ve ben günün büyük bölümünü beraber geçirmeye başladık.

90’ların başında önce özel radyo ve özel televizyonların çıkmaları benim müzik zevkim üzerinde büyük bir dönüşüm yaşattı. Popa kaydım. İbrahim Kutluay, Demet Akalın’ı aldatana kadar da popta kaldım. Özel TV’lerin açılmasını ele almıştım. Benim hayatımdaki ilk esaslı devrim odur. Televizyonlarda pop müzikler dinlemeye başladım. O dönem Yonca Evcimik’in “Abone” şarkısıyla başlamıştır. Bayılırdım o şarkıya. Sonra birden Harun Kolçak, Sertab Erener, Tayfun, Tarkan, Ajlan ve Mine, Aşkın Nur Yengi falan derken ortalık fena karışmıştı. O şarkıların hepsini büyük bir zevkle dinliyordum. Hala dinlerim. Geçen Ozan Orhon’un “Ortada Kuyu Var Yandan Geç”ini dinledim.

Özel radyolara da fena sarmıştım. Süper FM dinliyordum. Kadir Çöpdemir orada anonim bir kişilikti mesela. Ona bayılırdım. Sonra bir gün özel radyolar kapandı ve TR’deki ilk otonom eylem başladı. İnsanlar arabalarındaki radyo antenlerine siyah kurdela bağlamaya başladılar ve devlet geri adım attı. O dönem ben de bu eylemin destekçisiydim. Çok üzülmüştüm Süper FM kapandığı için. 1992 yılında ilk çıraklık deneyimimi anlattığım bir yazı yazmıştım. O zaman 10 sene sürecek olan müthiş bir “kaset satın alıcılığı” dönemime de girmiş bulunuyordum. İlk aldığım kaset ya Nilüfer’in “Şov Yapma”sı ya da Nazan Öncel’in “Bir Hadise Var”ı. Tam hatırlamıyorum. O emekçilik dönemimde bir de Barış Manço’dan “Ayı” kasetini aldım. Bu üçü dışında pek bir kaset almadım. Bu arada o seneler Ankara Hipodrom’da gittiğim Zülfü Livaneli konseri de var. 100 binlerce kişilik efsane konser. Konserleri ayrı bir yazıda ele alacağım.

Pop müzik dinleyiciliği devam ederken liseye başladım. Kral TV de başlamıştı. Ben bir yandan radyodan pop müzik, Kral TV’den her türlü müzik dinliyordum bir yandan da çok kısa süren bir Capital Radyo yabancı müzik dinleyiciliği icra ediyordum. Oradan devam etseydim muhtemelen diğer müzikler eleneceklerdi. Çünkü yabancı müziği hakkını vererek dinleyen bir insan genelde Türkçe müziklerle bağını koparıyor. Neden bitti bunlar? Çünkü liseye başladım ve o, ilk dönemki cılız solculuk kariyerim başladı. Tekrar halk ve özgüne döndüm. Bu sefer Ankara’daki Emek, Özgür, Arkadaş gibi solcu radyoları dinlemeye başladım. Hatta bunlardan birinde “Şiirlerle Yaşayanlar”a katılıp şiir okumuşluğum bile vardır. “Merhaba Baran, bize kendini tanıtır mısın?” “Merhaba, ben Baran. Lise 1’e gidiyorum. Aşırı solcuyum. Ateistim.” Evet, böyle demiştim…

Pop müziği de bırakmıyordum. Hatta arabesk bile dinliyordum. Ara ara arabesk dinlemek bende ilkokul sonda başladı. Arabesk müziklerin bazılarında inanılmaz iyi “melodi işçiliği” vardır ve arabesk müziğin yaratıcısı ve en büyük ilham kaynağı Orhan Gencebay çok büyük bir sanatçıdır nokta

Aşırı solcu Baran halk ve özgüne doğru kayıyordu. Lise sona gelmiştim. Flash TV’de Şenay Hanım diye biri vardı ve bağlama çalıp, türkü söyleyen konuklarla programlar yapıyordu. Tek kişi çalıp söylüyordu. O program sayesinde bende inanılmaz bir bağlama çalma isteği gelişti. Üniversiteye hazırlandığım lise sonda part time bir işe girerek bağlama kursuna yazıldım. Dersleri boşlamadım elbette. Daha doğrusu şöyle hayatım boyunca bir iki kere hariç ders çalışmadım. O dershane dönemi de ders çalışmadım sadece dershanedeki dersleri çok iyi takip ettim. Evde ise aklım bağlamadaydı. Ankara’da Musa Eroğlu Müzik Merkezi’ne kaydoldum. Musa Eroğlu benim en sevdiğim insanlardan biridir. Gerçi Facebook’ta yazdıklarına bakınca zaman zaman dehşete düşmüyor da değilim.

Nisan ayında başladım kursa ve eylülde üniversiteye kaydoldum. İlk iş olarak halk müziği korosuna kaydoldum.

Hacettepe Üniversitesi halk müziği korosu benim için inanılmaz geliştirici bir yer oldu. Orada Okan Murat Öztürk’le tanıştım. Bize bağlama dersleri veriyordu. Sabahları bağlama dersleri vardı, öğleden sonraları da koro oluyordu. İki sene devam ettim oraya. Okan Murat bu işlere kafa yoran, felsefik söylemler geliştiren biriydi. Onun çok etkisinde kaldım. Kendisine aynı zamanda büyük bir hayranlık da beslemeye başladım. Hatta arkadaşlar arasında geyik niyetine “Benim allahım Okan Murat!” diyordum. Sabahları odayı ben açar ve çay demlerdim. Muhtemelen berbat demlerdim. Sonra o gelirdi. Diğerleri gelene kadar bir beş dakikamız falan olurdu ama ben heyecandan ona bir şeyler diyemezdim. Çok şey sormak isterdim ama soramazdım. Çünkü hayranıydım. Kendisi de biraz artis biriydi. Yıllar sonra ben de artis olmuştum. Öğrencilerimden yıl sonunda dönüt aldım bir kere. Öğretmeni değerlendirmelerini istemiştim. Genelde iyi şeyler yazıyordu ama birisi “Baran hocayı hiç sevmiyorum, kendisini artis sanıyo.” yazmıştı.

O sene ilk defa sahneye de çıktım. Daha sonra sayısız kere sahneye çıkacaktım. İnanılmaz güzel bir şey. Sanatçıların yaşlanınca ve teklemeye başlayınca neden bunu kabullenmediklerini anlıyordum. İnsana ilgiden daha iyi gelen şey pek azdır. Kadınlara yönelik “attention whore/ilgi seks işçisi” diye bir tabir vardır. Oysa bence kadın, erkek bütün insanlar ilgi seks işçisidir. Sahnelerde büyük hazlar yaşıyordum.

İki sene sonra koroyu bıraktım. Pişmanım. Pişman olduğum 250 bin şeyden biridir bu da.

Üniversite dönemince hayatımın en önemli şeyi müzik olmuştu. Ama halk müziği. Çünkü Okan Murat yüzünden özgün müziğe sırt çevirmiştim. Halk müziği dinliyordum sadece. TRT 4 en büyük kaynağımdı. Okuyan, araştıran, tezli bir halk müziği dinleyicisiydim. Her türlü konsere giderdim. Birinci tercihim beleş olmalarıydı. Ankara’da çok, beleş halk müziği koro konserleri oluyordu. Paralılarına da gidiyordum. Konserler yazısında bahsedeceğim. O dönemi unutulmaz kılan şey göz kamaştırıcı bir kaset satın alıcılığı kariyeri elde etmemdi. Burslar ve tüm üniversite hayatım boyunca yaptığım üzere, part time işler sayesinde kaset satın alabiliyordum. Ankara’daki Ada Müzik’e her hafta uğrar üç, dört kaset alırdım. Ucuzluk bölümünden de alırdım. İyi bir arşivim vardı. Onları bir, iki sene önce attık. Veya ben atın dedim de annem atmadı, hatırlamıyorum.

2000’li yıllar gelince yine önemli bir değişiklik oldu. Ben bir şirkete çeviri yaparak karşılığında eski bir bilgisayar aldım. Bir sene sonra da onu upgrade ederek iyi bir bilgisayar sahibi oldum. Ankara’daki efsanevi Maltepe Pazarı’nı Ankaralılar iyi bilir. Oradan bu sefer MP3 CD’leri almaya başladım. Bir kaset fiyatına, bir sanatçının tüm diskografisini elde edebiliyordum. Ayrıca teyple bilgisayar arasında bağlantı kurup kendim de kasetleri MP3’e çeviriyordum.

Üniversite sonlara doğru, Okan Murat ve İbrahim Kutluay yüzünden sekteye uğrayan pop müzik dinleyiciliğime geri döndüm. Bu sefer eski babaları ve de anaları dinliyordum yalnız. Zırtapozları geride bırakmıştım.

2002’de Sinop’a atanmam Ankara’yla bağımı koparttı. Maltepe Pazarı’na ve Ada Müzik’e gidemiyordum. Kaset satın alıcılığım bitmişti. Spotify’nın fikir babası benim aslında. Teybim yoktu. Elimdeki tüm MP3’leri bilgisayara yüklemiştim ve eve girer girmez efsanevi Winamp programından karışık çalıyordum. Fakat bu liste yaklaşık 10 bin parçalık bir listeydi. Her şeyi dinliyordum. Her tarz. Sinop’ta çeşitli kurum ve kuruluşlarda koro bağlamacılığı yapmaya da devam ediyordum. Bunlardan biri de belediye konservatuvarıydı.

Bu arada sinema hayatıma girmişti. Artık deli gibi müzik dinlemiyordum da deli gibi film izliyordum. 2004’ten sonra müzik bir daha asla bir numaralı hobim olmadı. Bu arada onu da yazmıştım, ben bir hobi seks işçisiyim…

MP3 sadece beni değil tüm TR’deki müzik üretimini de değiştiriyordu. İnternet, Youtube da öyle. Eskiden müzisyenler kaset yaparak geçinirlerdi. İki yılda bir kaset yaparlardı ve o kaset çok iyi olmak zorundaydı. En az dört hit parça olmak zorundaydı. 2004’ten sonra o iş kapandı. Melodi işçiliği yerini ritm ve alt yapı seks işçiliğine bıraktı. İzel, Seray Sever’e albüm okudu örneğin. Efektlerle sanki o okuyormuş gibi yaptılar.

Bolu’ya tayinim çıkınca hemen oradaki belediye konservatuvarına gitmiştim. Koroya girmiştim. Birkaç çalışma sonrasında koro hocası gelmemeye başlayınca beni geçici olarak koro şefi yaptılar. Ben de mecburen o koroyu idare ettim ve bir konser vermeyi başardım. Görseldeki “Halkı coşturdu!” haberi o yıllara aittir.

Bu arada unuttum üniversite sondayken bir bağlama hocalığım da var. Bir komşumuzun abisinin bağlama kursu vardı. Orada hoca olarak çalışan oğluyla kavga etmişler ve oğul ayrılmış. Beni apar topar çağırdılar. Orada çalışmaya başladım. Bağlamayı fena çalmıyordum. Nota da biliyordum zaten. Başlangıç seviyesine kurs verebilirdim ama öğretmenlik becerilerim sıfırdı. 20 yaşındaydım. Bu işi beceremedim ve işten atıldım. Hayatımda tek işten atılma tecrübemdir.

Bolu’da bir dönem klasik müziğe, bir dönemde rock müziğe sardım. Bu dönemler kısa sürdü. Hala bir şeyler bilirim ama… Dılo Dılo Yaylalar dinleyen başka bir şeyi kolay kolay dinleyemiyor. Müzik evrensel değildir. Müzik lokaldir.

İstanbul’a gelince ikinci, cılız solculuk dönemim başladı. Bu sefer lisedeki kadar cılız değildi gerçi. Kitap okumlar, sonra arkeoloji, seyahatler ve nihayet edebiyat sayesinde müzik epeyce gerilerde kaldı. Her zaman var olan futbolun yanına bir de basketbol eklendi. Müzik çok gerilerde kaldı benim için.

Bu yazı çok uzun oldu. Müzikle olan hikayemi yazdım. Word’de dört sayfa. Müziği neremizle, nasıl dinlemeliyiz? Bundan da bahsetmek istiyordum. Başka bir yazı yazayım onunla ilgili. Kısaca: Müzik dinlemek davar gibi yapılmaması gereken şeylerin başlarında gelir. Yemek yemek ve kitap seçmek de bunlardandır. Bu arada Gorki Okuryazar, ilginçtir davar gibi yapılmaması gereken Top 3 şeyi de davar gibi yapıyorsun, ne ilginç değil mi…

Neyse bu yazıyı sonlandırıyorum. Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Müzik ruhun gıdası değildir çünkü ruh diye bir şey yoktur. Fakat müzik çok çok iyi bir şeydir. Müziği sevmediğini beyan eden iki kişi gördüm: biri hazırlıktaki bir çocuktu, diğeri de Orhan Pamuk… Ne işler ya!       

Bu yazı müzik kategorisine gönderilmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.