“Ölmeye Yatmak” Roman Eleştirisi

Adalet Ağaoğlu’nun daha önce “Üç Beş Kişi” adlı romanını okumuştum. Çok beğenmiştim. Yazarın “Dar Zamanlar Üçlemesi”ni okumak hep aklımdaydı. Bir ara, edebiyat sohbetlerinde çok önerilen “Bir Düğün Gecesi” adlı romanına başlamıştım ve birkaç 10 sayfa sonra okumayı kesmiştim. Çünkü romanın bir üçlemenin parçası olduğunu öğreniştim ve bana göre üçlemeler mutlaka birlikte okunmalıydı. Tabii yazarlaın üçleme olarak tasarladığı eserler… Bazen eleştirmenler veya okuyucular bir yazarın üç romanını, kendisi öyle bir şey tasarlamamış olmasına rağmen üçleme olarak adlandırıyorlar.

İlk roman “Ölmeye Yatmak” zaten okunur… İkinci roman “Bir Düğün Gecesi”ni sıkılmadan okumak için ÖY okunmasa da olur… Ama dikkatinizi çekerim BDG’yi sıkılmadan okumak için… Yoksa ilk roman okunmadan ikinci romanın ruhu kavranamaz bana göre. İkinci romanda odak kaymış gibidir. Fakat üçüncü roman “Hayır”ı okumak için ilk iki romanın mutlaka okunması gerekir. Dolayısıyla zorlamaya gerek yoktur. Üçleme beraber okunmalı.

Bu üçlemeden sonra Ağaoğlu Adalet için “kadın fetiş yazarım” diyebilirim rahatlıkla!

Şimdi “Ölmeye Yatmak” romanına bakacağız ancak bu romanı incelerken üçlemeyi göz önünde bulunduracağız. Çünkü bu romanda ele alınanlar daha sonraki iki roman aracılığıyla farklı boyutlara ulaşıyor. Elimizde bu şekillendirmeler varken neden onlardan mahrum kalalım?

Diğer iki romana değineceğiz dedim ama esas olarak “Ölmeye Yatmak”a odaklanacağımız da bir gerçek.

Nasıl bir roman?

Bu soruya hayranım. Bir roman söz konusu olduğunda “Konusu ne?” sorusu beni deli ediyor. Onun yerine “Nasıl bir roman?” sorusu sorulmalı. Bir romanın konusunun ne önemi olabilir ki! Hayat içerisinde aynı şeyler her gün binlerce, milyonlarca kişinin başına geliyor. Romana konu olabilecek şeyler de az insanın başına geliyor ama geliyor. Bir gün bir çok akıllı bir bilgisayar gelir ve “Şu romandaki şeyler, insanlık tarihi boyunca tam olarak, aynı şekilde kimsenin başına gelmemiştir!” diye bir yargı geliştirebilir. Ben yine etkilenmem. Sonuçta hiçbir yazar şöyle bir şey yazmaz: “Kepçenin paletinin 16 nu’lu civatası bir gün yerinden çıkmış, gitmiş müdüre bandik atmış sonra da hapis yerine Versay Sarayı’nın sirke mahsenine kapatılmış. Orada karşılaştığı Hindistan mumyası ile kemik iliklerini değiştirmişler ve ilik kardeşi olmuşlar.” Dolayısıyla romanların “konuları” beni büyülemiyorlar. Romanın kurgusunun nasıl oluşturulduğu, insana/tarihe karşı olan yaklaşımı, karakter derinliklerine nasıl girebildiği vb. şeyleri beni etkiliyor.

Konusu ne? Bir Cumhuriyet kızı olan, akademisyen Aysel’in çocukluğundan itibaren yaşadıkları ve -görüntüde- bir öğrencisiyle ilişkiye girdiği için kendisini öldürmek istemesi…

Nasıl bir roman? Muhteşem bir roman!

Nasıl bir roman? Üçüncü romanda adı anılan “Büyük Uyum” üzerindeki sahte parıltıyı söküp alan, bu şey ardındaki hayal kırıklığını cesurca ele alan bir roman.

BÜYÜK UYUM

O zaman Büyük Uyum’dan bahsedelim. “Hayır” romanında gördüğüm bu tabir bence üçlemenin derdini çok iyi özetliyor. Büyük Uyum yani insanın içinde var olduğu küçük/büyük toplulukların yargılarını ön bir koşul olarak doğru kabul etmesi… Burada bilerek küçük/büyük topluluklar dedim. Büyük topluluklardan kasıt içinde yaşanılan toplumdur. Bir ülke sınırları içerisinde bir arada yaşayan toplumlar kastedilir. Türkiye gibi iç barışı olmayan ve birbirine benzemeyen insanlardan oluşan toplulukları ele alırken daha ihtiyatlı olunmalı. Toplumların homojen olabildiği oranda mutlu olacaklarını düşünüyorum. Tabii ekonomik göstergeler ayrıca değerlendirilmeli. İskandinav toplumları gibi birbirlerine çok benzeyen, aynı düşünsel arka planlara sahip toplumlarda Büyük Uyum çok da büyük sorun teşkil etmez ama Türkiye gibi ortadan iki buçuğa bölünmüş toplumlarda Büyük Uyum inandırıcılığını iyice yitirmektedir. Akademisyen solcu aydın Aysel toplumun değerleriyle uyuşmamaktadır. Çocukluğundan itibaren müthiş bir ideolojik kuşatma altında olmasına ve bu kuşatma sayesinde annesinden çok farklı bir hayat yaşıyor olmasına rağmen. Yani bir Cumhuriyet kızı olan akademisyen Aysel içinde bulunduğu toplumun Büyük Uyum’uyla örtük bir mücadeleye girişmiş ve Büyük Hayal Kırıklığı’nı geliştirmiştir.

Aysel sadece toplumuyla değil yakın çevresiyle de çelişkiye girmiştir. Ailesi ile zaten girmiştir. Eşiyle girmiştir. Tuhaf bir ilişki yaşadığı, öğrencisi Ergin’le girmiştir. İçinde bulunduğu mikro bir topluluk olan sol kesimlerle girmiştir. Akademik çevrelerle girmiştir.

Peki bu Büyük Uyum’u biz ne yapmalıyız? Neremize sokmalıyız? Bana sorarsanız hayat, ona büyük anlamlar yüklemeyi hiç hak etmiyor. İnsan da “yüce” bir varlık değil kesinlikle. Bugüne kadar yaşamış ve ölmüş 119 milyar insandan biriyiz ve ortalama 70 yıl yaşayacağız. Çok büyük işler başarma iddiasında olmak saçma. Her daim mutlu, başarılı, iyi ve kibar görünmek zorunluluğu gereksiz. Büyük Uyum’u tek bir insan, ortalama 70 yılda kökten değiştiremez. Bu, imkansız. Kimse bunu yapamaz. Bunu gerçek kabul edersek işimiz kolaylaşır. Büyük Uyum’la kavga etmek ve onu yenmek bence ancak iki şekilde olur: intihar etmekle veya ıssız bir adada yaşamakla… “Bir Düğün Gecesi” romanının ilk cümlesi çok meşhurdur. Tıpkı “Yeni Hayat” romanı gibi. “Yeni Hayat”ın “Bir kitap okudum ve hayatım değişti.” cümlesini edebiyatla alakası olmayanlar bile duymuş olabilir. BDG’nin “İntihar etmeyeceksek içelim bari.” cümlesini de duymuş olabilir bu insanlar. BU’yu tamamen reddedemiyorsunuz, o halde onunla bir şey yapmalıyız. Onun kölesi olmamak yapılacak en iyi iştir. Yani bir ortamda birisi organik diye bir şey getirdi ve tadı saman gibiyse onu belirtmelisiniz. Yoga kursunda eğitmen “İçinizdeki enerji barışını hissedeceksiniz şimdi. İşte şimdi!” falan derse ve böyle bir şey hissetmezseniz hemen yoga kurusunu bırakıp zumba kursuna yazılmalısınız. Bir akrabanız saçma bir şey yaparsa onu haddini bildirmelisiniz. Ama BU’ya kafa tutmak için her yerde ve her şeyde çıkıntılık yapmamak lazımdır. Hele hele ucuz kahramanlıklarla, kimsenin umrunda olmayacak ve hiçbir şeyi değiştirmeyeceği kesin olan dik duruşlarla falan işimiz de olmamalı. Büyük Uyum’u işte buramıza sokmalıyız.

İNTİHAR

İntihar olgusu üçleme boyunca ele alınıyor. Bu romanda temel tema gibi. Aysel bir otel odasına kapanıyor ve kendisini öldürmeyi planlıyor. Dakika dakika yaptıkları anlatılıyor gibi aslında oradaki iç yolculuklarda Aysel aracılıpıyla hayatı sorguluyoruz. Aysel’in öğrencisi Ergin’le sevişmiş olması sanki intiharın sebebi gibi görünüyor. Aslında ideal gibi görünen bir evliliği vardır. Eşi herkesin beğendiği bir Mr. Shine’dır. Statü sahibi ve entelektüel bir insandır. O sevişme aslında Aysel’in bir isyanıdır. 40 küsur yıllık hayatının isyanıdır. Büyük Uyum’dan dolayı hayal kırıklığı duygusuna sahip olmasına rağmen ona bir türlü kafa tutamamıştır. Solcu olarak bile bunu yapamadığını düşünmektedir. Oranın da kendi “küçük” Büyük Uyum’u vardır çünkü… Yapılması gereken, hissedilmesi gereken şey bellidir. İdeal evliliğin kendi “küçük” Büyük Uyum’u vardır. Hayırlı evlatlığın kendi “küçük” Büyük Uyum’u vardır. Aysel bunlara karşı hiçbir şey yapamamış ve o sevişme ufak çaplı bir isyancık olmuştur. Şunu da belirtmemiz lazım. Bu romanda bu sevişme bu kadar ayrıntılı ele alınmıyor, biz bunları “Hayır” romanıyla öğreniyoruz. Aslında o şeyin bir “ilişki” olduğunu, Aysel için çok özel olduğunu falan öğreniyoruz ama yıllar sonra yurt dışında karşılaşılan Ergin vasıtasıyla diğer taraf için bambaşka bir şey olarak algılandığını öğreniyoruz. Aysel için bir hayal kırıklığı daha. Bu kadarı da fazla mı?

CUMHURİYET KIZI

Bu roman aslında bir Cumhuriyet kızı olan Aysel’in bu konudaki büyük hayal kırıklığının romanıdır. Şunu tekrar belirtelim ki Aysel bir solcu aydındır. Sol perspektiften baktığı için hayal kırıklığına sahiptir. 1973 yılında yazılmıştır bu roman. “Hayır”ın 12 Eylül’den sonra, 1987 yılında yayınlandığını mutlaka belirtmeliyiz. Üçüncü romanda ve kısmen ikinci romanda Aysel’in sol ile ilgili hayal kırıklığını da görürüz. 1973 yılında heyecanlı bir solcu olduğunu bildiğimiz Adalet Ağaoğlu hedef tahtasına Cumhuriyeti koymuş gibidir.

30’lu yıllarda Ayaş’ta doğmuş ve büyümüş bir insan Aysel. Ankara’da lise ve üniversite okuyor. Babasının ilk zamanlarda karşı çıkmalarına rağmen. Cumhuriyet ideolojisinin en yoğun olduğu dönemler ve Ankara (Ulus civarı) gibi en yoğun hissedildiği mekanlar. Aysel buralardan çıkmıştır. Görüntüde müthiş bir parıltı var. Özellikle kızlar ile ilgili çok önemli değişiklikler var ama zihinlerin aslında pek de değişmemiş olması Aysel’in en büyük hayal kırıklığı. Bir çocuğun elini tuttuğu için gece yatmadan önce Atatürk’e dua edip, ondan özür dileyecek birisi neredeyse.

Bu arada hiçbir romanda Atatürk’ün adının bu kadar anıldığını anımsamıyorum. Bu insanlar için Atatürk bir kült figürdür. Kim için öyle değil ki gerçi! “Atatürk ve Komünizm” adlı kitapta şöyle bir cümle vardır: 1960’larda hepimiz kendimize Atatürkçü diyorduk… Evet, Türkiye solu Atatürk’ten kopamamıştır. Buna gerek var mıdır? Atatürkçülük o kadar büyük ve etkin bir ideolojidir ki kendisinden küçük bir ideolojinin “olumlu yanlarını da takdir ederek” kendisini aşmasına asla izin vermez. Türkiye solunun handikapı budur bence. Atatürkçüler acaba bir gün bile şu solcular gelsin de bizi zemin alarak devrime yürüsünler diye içlerinden geçirmişler midir? Aysel bunu çözmüş gibi gelmektedir bana. Bir solcu olarak Atatürkçülüğün hayal kırıklığını taşımaktadır. Cumhuriyet ideolojisinin iddia edildiği kadar büyük bir kurtuluş vadetmediğini kavramıştır Aysel. Başından beri büyük bir yanılsama dünyası olduğunu kavramıştır. Roman boyunca bunu görüyoruz. İlerideki romanlarda solculuğun da yanılsama dünyasına sahip olduğunu ve ek olarak insanın kendisinin de oldukça parlatılan bir canlı olduğunu bize gösterecektir.

Bence Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün üç boyutu vardır: kült figür, modern yaşamcılık ve Türk milliyetçiliği… Türk milliyetçiliği boyutu beni rahatsız ediyor. Orada kendime hiç yer olmadığını görüyorum. Kült figür boyutu ise nasıl desem! Geçenlerde Orhan Pamuk’un “Veba Geceleri”nde Atatürk’le alay ettiği iddia edilmişti. Böyle bir şey yoktu aslında ama Orhan Pamuk’un Atatürk’üm kült figür boyutuyla sorunları olduğu sıkı hayranlarınca kolaylıkla fark edilecek bir şey. Bu kült figür olayı bence kaçınılmazdı. Sığır sürüsü gibi olan toplumları yönetmek için onlara mitoloji vermekten başka çare yoktur. Bir de dayak. Yok şunlar şunlar olmuş da yok bunlar bunlar yapılmış da! Bunları hiçbir akıllı insanın yutmaması lazım. Alay edilmeyi hak edecek kadar bile ileri gidiyorlar bazen. Alay etmek politik bir tutum olmaz. Politika yapmak gibi bir derdiniz yoksa edebilirsiniz. Atatürk’ün modern yaşamcılık konusunda ise yaptığı her şeyi destekliyorum. Çok iyi oldu. Bazılarında az bile yaptığını düşünüyorum. Yalnız şunu da belirtmeliyim, bu proje Atatürk’ün özgün projesi değildi. Ondan başka kimsenin bunu gerçekleştiremiyeceğini de düşünmüyorum. Hatta padişahlık devam etseydi ve şehzadeliğinde Avrupa’da bulunmuş etkili bir padişah bile kafaya koysaydı bu dönüşümleri yapabilirdi. Padişahlık devam etseydi muhtemelen böyle olurdu hatta. Ve birinci dünya savaşı çıkmasaydı Kemal Paşa’nın adı Göztepe’de 1960’larda yıkılıp yerine apartman dikilen bir köşkün adı olarak kalacaktı büyük ihtimalle. Aysel’in oğlanlarla diyaloglarında Atatürk’ün adını anması onun aslında üst yapı kurumlarında önemli değişiklik yaparken zihinsel anlamda eski tahakkümün bir uzantısı olduğunu bize hissettiriyor. Ama yine de iyi ki yaptı bunları. Bir şeyler hızlandı.

Feroz Ahmet’in “İttihatçılıktan Kemalizme” adlı eserinde Osmanlı aydını için devletin bir fetiş olduğu yazar. Atatürk’ün de içinde olduğu bu aydın grubu devleti milletten daha çok seviyordu, bundan eminim. Bana göre Abdülhamit de bu “aydın grubunun” bir parçasıydı. Devleti kurtarmak için farklı sembollere yaslanmış ve aslında temelde çok da farklı düşünmeyen insanlardı bunlar. Zaten Atatük’ün çok beğendiği ve mümkün olsaydı çalışmak isteyeceği Talat Paşa “Biz Abdülhamit’i yanlış anlamışız.” demiştir.

Aysel’in Atatürk babası kendisine kaş çatmıştır. O da gidip bir öğrencisiyle sevişmiştir. Böyle değil elbette. Bu romanı ve bu üçlemeyi mutlaka okuyun!

Not: Yazım yanlışlarına bakamayacağım.

Bu yazı Uncategorized kategorisine gönderilmiş ve ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.