
Hayatın anlamı nedir?
Hayatın anlamı var mıdır?
Bir gün bakmışlar ki topal karınca yola çıkmış, “Hayırdır karınca, nereye gidiyorsun?” demişler. O da “Hacca gidiyorum,” demiş. “Ama oraya varamazsın ki, varamadan ölürsün.” demişler. O da “Olsun, en azından hac yolunda ölürüm.” demiş…
Ben de diyorum ki senin kafanı seveyim karınca!
Bu hikâyeden etkilenecek insan sayısı çoktur ama bana etkileyici gelmiyor. Karıncanın tutumu doğru da gelmiyor. Hayatın anlamıyla ilgili düşüncelerimi yazmak istedim…
Neden yazmak istedim? Çünkü bir sohbetimiz esnasında hayatın anlamsız olduğunu ve de umutsuz biri olduğumu söylediğim bir arkadaşım (sağ olsun) bana bir kitap verdi. Nazi kamplarından sağ çıkan, Yahudi bir psikiyatr olan Viktor Frankl’ın çok satan kitabı “İnsanın Anlam Arayışı” adlı kitabını bana verdi arkadaşım. Ben de kitabı okudum. Düşüncelerim değişmedi. Sonra düşündüm de aslında umutsuzluk ve anlamsızlık konusunda kendimi iyi ifade edemediğime kanaat getirdim.
Genel olarak şöyle belirtmek istiyorum: İnsanı natürel durumlar çerçevesinde ele almak ve değerlendirmek eğilimi içerisindeyim. Ona ve yaşantısına yüce, ruhani, ne bileyim mitoslarla şekillenmiş “anlamlar” yüklememek eğilimindeyim. Onu, diğerleri gibi bir hayvan türü olarak kabul edip, onun sadece yüksek bilinç düzeyi sayesinde bu yollara girdiğini düşünmek eğilimindeyim. Yani tam bir “hayvan” gibi düşünüyorum!
Umutsuzluk mevzusu daha kısa bir şekilde ele alınabilir. Umutsuzum derken hayatımın önemli bir bölümüne etki etmiş olan sosyalizm, komünizm mevzularında umutsuzum! Bu umutsuzluk hem bunların gerçekleşme ihtimallerinin düşüklüğünden (yokluğundan) kaynaklanıyor hem de gerçekleşirlerse bile bunların insanın doğasına tam olarak uymadıklarını düşündüğümden kaynaklanıyor. Bu başka bir yazının konusu. Yazmaya gerek var mı ondan da emin değilim. Çünkü bunlara inanan insanların fikirlerini değiştirmek imkânsızdır. Onun dışında umut vardır. Yani bir şeyler yapılmasa bile, bazı mücadeleler verilmese bile dünya daha iyi bir yer olmaya doğru gitmektedir, gidecektir. Tarihsel bakmak lazım. Evet, son bir yılda Gazze’de binlerce çocuk öldü. Ama çok değil 100 yıl önce milyonlarcası ölüyordu. Eskiden, çok eskiden dünya çok daha güvensiz, vahşi ve yorucu bir yerdi. Gelecekte şimdikinden de daha güvenli, konforlu ve sakin bir yer olacak. Ama soru şöyle gelirse “Peki, insanlar gelecekte, şimdiki zamanın dünyasını düşünüp kendilerini şanslı hissedecekler mi?” Cevabım hayır olurdu. Rahmetli Volkan Konak ne demiş: Herkesin bir derdi var, durur içerisinde. Kimisi kaplana av olmamak derdindedir, kimisi ev kredisini bitirmek derdindedir, kimisi de boşluktan ne yapacağını şaşırmış vaziyettedir. Her şeye rağmen burada yükselen bir çizgiden bahsedebiliriz.
Gelelim anlama.
Viktor Frankl hayatın anlamının sevgide olduğunu düşünüyor. Ben sevgiye din ve ideolojiye de katmak istiyorum. Evet, kabul ediyorum, insanlar normalde hayatlarında bir anlam, bir amaç ararlar. Bu işin genel geçer durumu budur. Ve araştırmalar göstermektedir ki hayatlarında bir anlam ve/veya bir amaç olduğuna inanan insanlar daha mutlu olmaktadırlar. Belki de beynimizin bize bir oyunudur anlam arayışı.
Sevgi, din ve ideoloji…
Tek tek bakalım:
Aslında burada şunu belirtmek isterim: Hayatın anlamı gibi iddialı bir şeyin peşine düşmek, bulunmayınca telaş yapmak, bu iddialı şeyin mutlaka olması, tanımlanması gerektiğine inanarak olur olmaz şeylere bu anlamı yüklemek yanlıştır diye düşünüyorum ben! Yani insan etrafına sürekli bakarak hayatın anlamı gibi bütün şifreleri çözecek bir şey araması yanlıştır diye düşünüyorum. Kitapta yazarın eleştirdiği bir tutum vardı. O şey bir tutum muydu bir filozofun cümlesi miydi tam olarak hatırlamıyorum. Yazar o şeyin işte çok yanlış bir şey olduğunu iddia ediyordu. O şeyde “Hayata illa bir anlam atamanın beyhude bir çaba olduğunu, belki de veya muhtemelen hayat öyle olduğu için vardı!!!” Yazarın eleştirdiği o tutum tam da benim bakış açımı, “hayvani” bakış açımı yansıtıyor. Hayat “öyle olduğu için” öyledir. Biz ona bir anlam atasak da atamasak da hayat devam edecektir. Belki de bir patlama falan olacaktır ve bütün canlılar yok olacaktır ve o patlamadan 20 milyar yıl sonra tekrar tek hücreli canlılar oluşmaya başlayacaktır. Evrim kendisini tekrar edecek; Bulutsuzluk Özlemi yine “Bir Şey Yapmalı” şarkısını her kasetlerine ekleyecek, birileri yine çikolatalı baklava yapacak, Fenerbahçe yine ikinci olacak, Erdoğan yine seçim kazanacak, Asya yine Cemşit’i tercih edecektir…
Sevgiye dönelim geri! Ben sevgi kelimesinin önüne “abartılı” sıfatını eklemek istiyorum. Hayatın anlamı varsa bile “abartılı” sevgi (gösterileri) o şey olamaz! O benim her şeyim! Ondan başka kimseyi sevemem! Ona bir şey olursa yaşayamam! Bunlar bana inandırıcı gelmez! Gerçeklerse bile bunların yanlış olduğunu düşünüyorum. Tabii burada evlat meselesinin altını çizmeliyiz. Bunu baba olunca daha iyi anladım. Yukarıda yazdığım ve saçma bulduğum cümleleri evlat için kurmanın absürt olmadığını düşünüyorum. Ve bu düşüncem de hayata “hayvani” yaklaşma tutumumu destekliyor. Hayvan türleri için genlerini aktarmak, üremek gerçekten de hayattaki en önemli şeylerden biri. İçgüdüsel olarak zaten birincisi, biz insanlar yüksek kültür seviyemiz sayesinde bunu dile getirmemeyi başarıyoruz, onun yanına başka şeyleri de ekleyebiliyoruz. Bunu yapmak isteyip de yapamayanlar varsa onlar için gerçekten üzgün olduğumu belirtmek istiyorum. Onları rencide etmek istemem ama evlat sahibi olamamış insanların örneğin bir Lenin, bir Devlet Bahçeli, bir Ajda Pekkan falan değillerse içlerinde mutlaka bir eksiklik hissedeceklerini düşünüyorum. Evladımızı koşulsuz ve fedakârca severiz. Başka hiçbir şeyi o şekilde sevmeyiz. Çok severiz elbette. Bu paragrafta eşimize, dostumuza, allahımıza, kitabımıza, vatanım(n)ıza, milletim(n)ize olan sevgilerim(n)iz küçümsenmemiştir. Ama sıklıkta abartıldığı ve hayatın anlamı pozisyonuna atanamayacakları iddia edilmiştir.
Din? Kabul ediyorum çok etkili. İnsanlara iyi de geliyor. Özellikle zor anlarda umut aşılamak için veya katlanılan acıların etkilerini hafifletmek için oldukça işlevsel. Bunların mitos olduklarını gayet iyi bilen insanlarda bile din duygusunun yok olmadığı sık görülür. Öbür dünya vaadiyle de masaya gayet iddialı oturuyor dinler. Fakat günümüzde ortaçağ alışkanlıklarını dayatmaya çalışan İslam gibi dinlerin modern insan (genç) üzerinde bıraktığı olumsuz etki o dinlerin kuvvetinden epeyce götürüyor. O halde tarihte hep olduğu gibi yeni döneme uyum sağlayacak dinler. Hiç öyle bir yapısı olmayan İslam dininin bu sorunun altından nasıl kalkacağını hep beraber göreceğiz. Peki, İslam’ın katı kurallarını uygulamakta isteksiz olan ama onu reddedecek cesareti de kendilerinde bulamayanlar ne yapıyor? Deizm, agnostisizm, enerji, burçlar, altıncı his vs. gibi şeylere kayıyorlar. Yani insanın metafizik ihtiyacı var diyebilir miyiz? Mevcut insanın vardır kesinlikle. Ben ve yakın çevremdeki bazı insanlar onlardan değiliz ama gelecekte biz artacağız, siz azalacaksınız. Araştırmalar sosyo ekonomik seviye düştükçe dini pratikleri uygulama oranının arttığını gösteriyor. Sosyo ekonomik seviye de her şeye rağmen yükselecek bir şeyse ki ben öyle olduğuna inanıyorum dini pratikleri uygulama oranı da azalacaktır. KONDA’nın araştırmalarına bakarsanız zaten onu göreceksiniz. Ama din hayatın anlamı apoletini taşıyabiliyor mu? Babalar gibi taşıyor. Ben tersini düşünüyorum ama!
İdeoloji? Hangi ideoloji? Hayatın anlamı olarak nitelendirilebilecek ideolojilerin daha çok radikal ideolojiler olduklarını düşünüyorum. Ve öylelerdir de. Türkiye için örnek vereceksek komünizm, şeriatçılık ve Kürt ayrılıkçılığını radikal ideolojiler olarak tarif edebiliriz. Ve bu ideolojiler, onlara canı gönülden hizmet eden insanların hayatlarının anlamı ihtiyacını karşılarlar. Umut çok az olsa da olsundur. En azından hac yolunda ölen karınca gibidirler onlar. Şu aralar yükselmiş olan CHP ideolojisi veya onun karşısında son 20 yıldır AKP suretinde görünen ama ondan önce de türlü türlü isimlerle boy gösteren muhafazakâr ideoloji hayatın anlamı olma konusunda radikal ideolojiler kadar başarılı olamazlar. Öff ne uzun bir cümle oldu! Yani ana akım ideolojiler sık sık kazandıkları ve o sebeple büyülerini kaybettikleri için hayatın anlamı olmak konusunda yetersizdirler. Fakat o ideolojilerde profesyonel yönetici olanlar için o ideolojiler sıradan takipçilerden daha önemli olsa gerektir.
Sonuç niyetine: İlla hayatın bir anlamı olmalı ve onu mutlaka arayıp bulmalı şiarıyla hareket edip yukarıda bahsettiğim şu şeyleri hayatın anlamı olarak atamanın doğru olmadığına inanıyorum. Sonuç olarak bir hayvan türüyüz. Diğerlerinden farkımız gelişmiş beynimiz sayesinde soyut düşünme yeteneğine sahibiz ve bu bazen bizi yanlış yönlere sürükleyebiliyoruz. Öleceğimizi idrak edip onun üstüne çok düşünsel faaliyet gerçekleştirdiğimiz için bazı bazı savrulmalar yaşıyoruz. “Hayatın Anlam Arayışı” kitabında yazarın ayıpladığı üzere, hayatı “öyle olduğu için” öyledir. Biz öldükten kısa bir süre sonra bizi iki, üç kişi hariç kimse anımsamayacak. Ünlü bir sanatçı olsak bile eserimizi biz öldükten 100 sene sonra birilerinin beğenmesinin de hiçbir anlamı olmayacak çünkü biz o zamanlarda “var” olmayacağız. Dedim ya ben “hayvani” bakıyorum.